İran’da 19-21 Haziran arasında bir “şey” oldu. Ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Çünkü olanı “tanımlayacak” “özne” henüz şekillenmedi. Muhalefetin “lideri” Musavi, “İran şimdi bir dönüm noktasında” diyerek, durumun ağırlığının bilinciyle “şehit olmaya hazır” olduğunu açıklıyor. Sokaktakiler ise ondan şehit olmasını değil olayın “öznesi” olmasını bekliyorlar.
Devrimler, gerçekleşmeden önce, dışarıdan bakanlara tümüyle olanaksız görünürler. Gerçekleştikten sonraysa, geriye doğru bir bakış, aslında kaçınılmaz olduklarını “ortaya koyar”. Bu yüzden yarın ne olacağını bilmek olanaksız, ama neyin olamayacağını bilmek de...
20 Haziran ‘olayı’
Yirmi haziran günü bir “şey” olduğunu, bana şu üç gelişme düşündürtüyor. Birincisi, İran İslam Cumhuriyeti’ni tanımlayan “ikili egemenliği” (Hak ve halk) kimliğinde birleştiren dini lider Hamaney, 19 Haziran’da, bir günlüğüne camiye çevrilen Tahran Üniversitesi’nde kürsüye çıktı, İslam Cumhuriyeti’nin (Şii ruhban sınıfının iktidarının) meşruiyetinin kaynağı olan iradeyi, sokakların iradesinin karşısına koyarak rekabete soktu. Hamaney bu rekabeti, 20 Haziran Cumartesi günü, devlet televizyonuna göre 10 kişinin yaşamını yitirdiği çatışmalarda kaybetti.
İkincisi, cumartesi günü rejim özgüvenini de kaybetti. Pazar ve pazartesi günleri sokaklar sakinleşmiş, muhalefet bir bekleme dönemine girmiş olmasına karşın, güvenlik güçleri, “Besic” milisleri, bu durgunluktan yaygın bir yıldırma operasyonu tezgâhlamak için yararlanamadılar. Başlangıçta Ahmedinejad’ı destekleyen muhafazakâr lider Ali Laricani’nin, seçim hileleri iddialarını inceleyecek tarafsız (!) bir komisyon kurulmasına ilişkin öneriyi destekleyen demeci, yalnızca Hamaney’in iradesinin en üst düzeyde sorgulanmakta olduğunu değil, Şii ruhban sınıfının iktidarını dayandığı “blokun” çatlamakta olduğunu da gösteriyordu.
Üçüncüsü, olaylardan sonra, durgunluk sırasında muhalefet liderliğinin verdiği demeçler, İslam Cumhuriyeti’nin, İran halkına bir gelecek vaat etme kapasitesini tümden yitirdiğini gösteriyordu. Bir gelecek projesi öneremeyen Musavi, Rafsancani gibi muhalefet liderleri, İslam Cumhuriyeti’ne karşı çıkmıyor, eleştirilerini, rejimi Ahmedinejad’la sınırlıyorlar, taraftarlarını, bir “geçmiş güzel günler” fantezisi etrafında birleştirmeye çalışıyorlardı. Musavi “İslam devrimi eskiden olduğu gibi olmalıdır, olması gerektiği gibi olmalıdır…” diyordu
‘Eskiden olduğu gibi...’
Musavi’nin, Şii bürokrasisinin en üst tabakasından geldiğini, seçimlere girmesine “izin verilecek kadar” güvenilen biri olduğunu bir an için kenara koysak bile, bu sözleri, onun bir “özne” işlevi üstlenmesinin olanaksızlığını sergiliyordu.
Musavi’nin “eskiden olduğu gibi” diyerek gönderme yaptığı, geri dönmeyi özlediği, hatta vaat ettiği dönem, 1981-1989 arasını kapsıyor. Diğer bir deyişle Musavi, İran halk devriminin öldüğü dönemi özlüyor, Humeyni’nin başbakanı olarak devrimi bizzat öldürdüğü dönemi…
Daha açık koymak gerekirse, Musavi, bireysel özgürlüklerin, siyasi muhalefetin imha edildiği, devrimin ilk dalgasında öne çıkan mülksüzler hareketinin konut, toprak sorununun çözümüne, kapitalizmin ufkunun aşılmasına ilişkin kamulaştırma girişimlerinin yarattığı tüm kazanımlarının zorla geri alındığı, sendikal hakların iptal edildiği, şeriat mahkemelerinde kadınların taşlanarak, eşcinsellerin asılarak öldürüldüğü bir dönemi özlüyor… Irak Savaşı’nda, en son model silahlara karşı dalga dalga insan bedenlerinin yığıldığı dönemi…
Görünen o ki, sokaktakiler bir şey istiyor, muhalefetin liderliğini üstlenmiş görünenler başka bir şey. Onlar, Şii iktidarının en tepesindeki pazarlıkların içinden geçerek, sokağın sırtından, rejimin meşruiyetini restore ederek, egemen sınıftan alacakları temsil kapasitesiyle, kendilerine yer açmaya çalışıyorlar.
Stratfor’un editörü George Friedman, MOSSAD Başkanı Meir Dagan gibi istihbarat çevreleri, Amir Taheri, M. K. Bhadrakumar gibi deneyimli analistler, gösterilerin bir devrime yol açmadan söneceğine inanıyorlar. Bir an için haklı olabileceklerini düşünerek cumartesi olan “şey”e dönersek, “öznesini” bulamadan kalsa bile, daha şimdiden hem rejimde hem de katılanlarda yadsınamaz izler bıraktığını kesinlikle söyleyebiliriz. İrlandalı şair,W.B. Yates’in, “1916 Paskalya” ayaklanması üzerine yazdığı şiirdeki gibi, “Her şey değişti, değişti tamamen / Korkunç bir güzellik doğdu”, bu kez İran’da 20 Haziran 2009 günü...
No comments:
Post a Comment