Artık depresyondayız… Sanayi üretimi her yerde daha önce görülmemiş hızlarda düşüyor, işsizlik artıyor. Geçen hafta merkez ülkelerde borsalar haftayı 2003’te vurdukları dip noktalarına ulaşarak, hatta geçerek kapattılar. Televizyonlar yine bir mali skandalın haberleriyle dolu… Anglo-Saxon ekseninin “bırakınız yapsınlar” modelinin “fos çıktığına” ilişki konsensüs giderek pekişiyor.
Ancak, serbest piyasa müritlerinin, terk edilenlerin, ruh sağlıklarını geri kazanmadan önce geçirdikleri beş aşamadan (inkâr, kızgınlık, pazarlık, depresyon ve kabullenme) inkârla pazarlık arasında takılıp kaldıklarını görüyoruz. Bir türlü durumu kabullenemiyor, her yerde krizin sonunu muştulayacak belirtiler arıyor, bulamıyor, gerçekliğe işaret edenleri ideolojik olmakla suçluyor, aynı anda, “devlet kurtarsa, şunu yapsa, bunu yapsa…” gibi pazarlıklara umut bağlıyorlar. Yıllardır ekonomistlik yapmak yerine “portföylerinin ağzıyla konuşmanın” vebali olsa gerek…
Bu sırada kimi önde gelen başpapazların, müritlerin aksine,“kabullenme aşamasına”,çabucak ve büyük bir pişkinlikle ulaşmalarına şahit oluyoruz.
Greenspan ve Volcker…
Serbest piyasa itikadının en büyük günahlar listesinde, ikinci sırada devletin ekonomiye müdahale etmesini savunmak, uzmanların, bilim insanlarının ekonomiyi işadamlarından daha iyi anlayabileceklerini düşünmeye cüret etmek var. Birinci sıraysa devletleştirme önerisine ayrılmıştır. Eğer CNN ve BBC gibi haber kanallarını izliyorsanız, geçen iki hafta boyunca şöyle garip durumlarla siz de karşılaşmış olabilirsiniz: Kimi uluslararası bankaların CEO’ları, The Economist’in deyimiyle “evrenin efendileri”,serbest piyasa dininin merkezleri, ABD’de ve İngiltere’de, parlamento komisyonlarında, milletvekillerinin, senatörlerin küçümseyen, alaycı bir tonla yönelttikleri sorulara cevap vermeye, bankaları nasıl batırdıklarını, batırırken aldıkları astronomik ikramiyeleri, kızara bozara açıklamaya çalışıyor, ter döküyorlardı. Dün “evrenin efendileri” olarak görülenler bugün ödevini yapmadan okula gelmiş, ama uygun bir mazeret dahi bulamayan aptal öğrenciler gibiydiler… Milyon sterlin ikramiyelik CEO’lardan birinin, “Benim aslında bankacılık eğitimim yok ki” diyerek sıyırtmaya çalıştığını görünce bir kez daha anladım ki, “serbest piyasa”, aslında çok özel bir hırsızlık modeliydi, o kadar…
Bu model çökünce, başpapazlar, (bankacıların “maestro” dedikleri adamlar) ağız değiştirmeye başladılar. Eski ABD Merkez Bankası Başkanı Greenspan’ın, benzer bir komisyonda, “Çok şaşırdım, gerçek dünya ideolojime uymadı” dediğini anımsayacaksınız. Greenspan, geçen hafta da bankaların devletleştirilmesinin gerekli olabileceğini söyleyiverdi…Greenspan… Devletleştirme…Çok değil iki yıl önce rüyanızda görseniz hayra yormazdınız…
Ama Greenspan’dan daha kıdemli papazlar da var. Şimdilerde Obama’nın baş ekonomik danışmanlığını yapan 80’lik Volcker bunlardan biri. Volcker 1979’da ABD Merkez Bankası’nın başına gelince ilk yaptığı iş, işsizlikle mücadeleyi bir kenara atarak enflasyonla mücadeleyi dogma haline getirip faizleri hızla yükseltmek oldu… Başkan Reagan bu platformda “küresel serbest piyasa inşa projesini”açıkladı… Ertesi yıl gelişmekte olan ülkeler borçlarını ödeyemeyerek “5O sent’e muhtaç” hale geldiler ve bildiğiniz gibi arkasında da IMF ve Dünya Bankası’nın yapısal uyum, serbest piyasa reformlarına yem oldular.
Volcker geçen cuma günü Columbia Üniversitesi’nde konuşuyordu (Bloomberg TV). Konuya, “Bana bu krizden ne zaman çıkacak, olanları arkada bırakarak unutacağız diye soruyorlar” diyerek girdi. Volcker’e göre “kriz uzun sürecek”… “yüz yılda bir oluşan bir durumla karşı karşıyayız”…Volcker, sanayi üretiminin bu hızla, bu kadar çok ülkede aynı anda düşmesine daha önce hiç şahit olmamış; “Bu büyük depresyondan daha kötü bir durum” diyordu. Neo-liberalizmi başlatan adam Volcker, finans mimarlarıyla dalga geçti,“Kapitalizm bu krizden de çıkar… ama kimi özellikleri değişir… Denetimsiz mali piyasa modeline dönülebileceğini sanmıyorum ”dedikten sonra krizden çıkmaya ilişkin bir önerisi olmadığını da itiraf etti… Belli ki Volcker,“depresyonu” da geçerek “kabul aşamasına” gelmiş…
Gerçekten hükümetlerin, sermaye ilişkisini taşıyanların (kapitalistler) yapabilecekleri fazla bir şey yok. En iyisi, IBM CEO’sunun Financial Times’da önerdiği gibi, altyapı, teknoloji, eğitim gibi alanlara yatırım yapıp kriz sonrasına hazırlanmak, iş olanakları yaratıp sosyal gerginliği en azda tutmaya (devrimci çalkantıları önlemeye-E.Y) çalışarak borç köpüğünün, kapasite fazlasının yok olmasını beklemek, bu sürecin savaşlara yol açmadan tamamlanması için dua etmek…
Bankanızı satarsanız…
Türkiye’de bankacılık sektörü uluslararası bankaların eline geçerken uyarmaya çalıştığımızda (alarm zillerini ilk önce Yiğit Bulut çalmaya başlamıştı), emperyalizmden filan söz ettiğimizde, kapitalizmin işleyişinden habersiz kimi solcu taklitçisi liberaller, bu“yaygaramızın” şoven milliyetçiliğimizden kaynaklandığını düşünerek kendilerini rahatlatıyorlardı.
Geçen hafta Financial Times, AB’nin, Doğu Avrupalı, yeni üye ülkelerinin, ulusal bankalarını, mali kurumlarını yabancılara sattıklarına çok pişman olduklarını anlatıyordu. Bu ülkelerin yöneticileri, şimdi Batı Avrupa bankalarının etkinliklerinin ekonomik koşullarının kötüleşmesini hızlandırmasından yakınıyorlarmış. Bu yöneticiler, dün IMF’nin Brüksel’in aklına uyup ülkelerinin bankalarını, finans kurumlarını uluslararası sermayeye satmışlardı. Şimdi, bunları satın alan AB bankalarının, başka yerlerdeki delikleri kapatmak için sermaye götürmesinden, işletmeleri batmaya terk etmesinden çok korkuyorlarmış. Financial Times yazarına göre, “Doğu Avrupa’da birçok insan, bankalarını satmanın, uluslararası finansa açılmanın erdemlerinden kuşku duymaya başlamışlar. Bazıları, geçmiş ekonomik başarılarının dayandığı ‘liberalizasyon ve bütünleşme’ paradigmasının tümünü sorguluyorlarmış. Toplumsal huzursuzluk hızla artıyormuş.” (Financial Times19/02) Gerçekten de Batı Avrupa ülkelerinde, finans ve sanayi şirketleri işçi çıkarıyorlar. Bu arada bu şirketler, hükümetlerinin mali yardımından yararlanabilmek için, ülke dışına kredi akışını durduruyor, hatta Doğu Avrupa’daki etkinliklerini küçülterek ülkelerine geri dönüyorlar. Yeni AB üyesi ülkelerde de işsizlik büyük bir hızla artıyor; şimdi “AB’nin başarısının temelini oluşturan mali ve ticari serbestleşme tüm bölgeyi son derece kırılgan bir hale getirdiği anlaşılıyor.” (age)
Kriz, kapitalizmin bastırılan gerçeğinin geri gelerek tüm fantezileri, illüzyonları darmadağın etmesidir. Yine öyle oldu: “Serbest piyasa”nın aslında, toplum düşmanı bir hırsızlık modeli olduğu bilinçlere çıkıyor. Küreselleşmeciliğın, çevre ülkeleri bu modele uydurmak için üretilmiş bir söylem olduğu da…
Karşımızdaki, küreselleşme fantezisinin dünyası değil, emek sermaye çelişkisi, hiyerarşik egemenlik-bağımlılık ilişkileri üzerine kurulu uluslararası kapitalist-emperyalist bir sistem… Gelişmekte olan ülkelerde kapitalizme karşı mücadele edebilmek için, somut bir yerden, onun ülkedeki var oluş(“existence”) halinden, ekonomiyle siyaseti birleştiren“emperyalizmden” başlamak gerekiyor…
No comments:
Post a Comment