Aralık ayının son yazısında,“2008’de mali piyasaları vurankrizin giderek tüm ekonomiyietkilemeye başladığı, 2009’a bu sürecin damgasını vuracağı üzerinde bir mutabakatın oluşmaya başladığına” dikkat çekmiştim. Geçen hafta medyada tartışılan ekonomik veriler, krizin mali aşamasını geride bırakarak“reel ekonomiyi” (üretimi ve istihdamı) vurmaya, toplumsal etkilerini gerçekten hissettirmeye başlayacağı ikinci aşamasına girdiğini gösteriyordu.
[k]riz üzerine bir açıklama
Krizi iki düzeyde düşündüğüm için başlıkta krizi küçük harfle yazdım. Birincisi “yapısal [k]riz”, öbürü“konjonktürel [k]riz”. Yapısal kavramını, 1970’lerin başında ortaya çıkmaya başlayan ve ertelendikçe büyüyerek, dünya ekonomisinde yaygınlaşarakgelen bir aşırı üretim/eksik tüketim (bu ikisini bir madalyonun iki yüzü, sermayenin artık değer üretme, kâr gerçekleştirme kapasitesindeki gerileme eğilimin kendini dayatmasının sonucu) sorunun bir türlü aşılamamasına atıfla kullanıyorum. Konjonktürel kavramını da her erteleme modeli tükendiğinde, aşırı üretim/eksik tüketim eğilimi kendini dayatırken yaşanan“sarsıntılara”/çöküşlere atıfla kullanıyorum. [k]rizin ikinci aşaması derken bu konjonktürel düzeye gönderme yaptığım için krizi küçük harfle yazdım.
Marx da “aşırı üretim dönemlerinde spekülasyon düzenli olarak oluşur. Spekülasyon aşırı üretim sorununda, geçici piyasa olanakları sağlayarak bir rahatlama yaratırsa da tam da bu nedenle krizin patlak verme sürecine katılır ve patlamanın şiddetini arttırır. Kriz, önce spekülasyon alanında başlar; ondan sonra üretimi vurur. Yüzeysel bir gözlemciye krizin nedeni, aşırı üretim değil, aşırı spekülasyon olarak görünür; halbuki bu aşırı üretimin yalnızca bir semptomudur” (The Revolutions of 1848, New York Vintage, 1974, sf. 285) saptamasını yaparken tam da bu noktaya dikkat çeker. Kapital’in I. cildinde de Marx, “parasal krizin her krizin bir aşaması olduğunu ve krizin özgün biçimiyle karıştırılmaması” konusunda uyarır (International Publisher, 1967 sf. 138).
Geçen hafta basında, 2009 yılıyla birlikte krizin, reel ekonomiyi etkilemeye başlayacağı bir aşamaya girdiğini vurgulayan çok sayıda yoruma rastladım. Örneğin, Euro Analysis’den,Satyajit Das, yaşananları bir savaşa benzeterek “2008 yılı şok ve dehşet yılıydı. 2009 yılı, acımasız ve kanlı bir siper savaşına benzeyecek” diyordu. Hafta boyunca gelmeye başlayan tüketim, üretim, istihdam verileri de bu yorumları destekler yöndeydi.
‘Çöküş’, 1947’den bu yana, 300 yıldır ilk kez…
Geçen hafta, basında bu alt başlıktaki sözcüklere de sıkça rastlanıyordu: ABD’de “emek piyasası çöküyor” (Bloomberg), “işten çıkartmalarda, 1947’den bu yana en büyük artış” (Market Watch). “Sanayi üretimi her yerde birden çöküyor”(Merrill Lynch), “Dünyada sanayi üretimi her yerde tökezledi” (Wall Street Journal). Dünya mikroçip piyasasının yüzde 80’ini kontrol eden Intel ve geri kalanını üreten AMD’nin satışları yüzde 35 düştü(Financial Times), “ABD’ de işsizlik 1945’ten bu yana en yüksek düzeye ulaştı”, İngiltere Merkez Bankası faizleri, 1694’te kurulduğundan bu yana, en düşük düzeye indirdi.
JP Morgan’ın küresel imalat sanayisi performansını ölçen PMI (satın alma müdürleri endeksi) rekor düzeyde gerileyerek 33.2’ye indi (50’nin altı daralma anlamına geliyor). Bu küresel imalat sanayisi üretiminde gözlenen yüzde15’lik gerilemeyle uyumluydu. Aralık ayında ABD imalat sanayisini izleyen fabrika siparişleri endeksi beklenenin çok altında gerçekleşerek 32.4’e düştü.
Avro bölgesine gelince, The Daily Telegraph’ın ekonomi editörü daralma hızının 1930’lar düzeyini yakaladığına dikkat çekiyordu.“Büyük Depresyon” sırasında bugünkü Avro bölgesi büyüme hızı, 1930-31-32 yıllarında sırasıyla, yüzde eksi 3, yüzde eksi 5 ve yüzde eksi 4 olmuş. Gerçekten de Avro bölgesinde imalat sanayisi üretimi aralık ayında, bir önceki döneme göre yıllık yüzde 12 düşerken bu oran Almanya’da yüzde 32.7, Fransa’da yüzde 34.9, İspanya’da yüzde 28.5 olarak gerçekleşmiş. Japonya’da sanayi üretimi kasım ayında yüzde 8 gerilemişti (derleyen, RGE Monitor, 09/01/09). İngiltere’de de kasıma kadarki 9 ayda imalat sanayisi üretimi yüzde 7.8 düştü (Dow Jones Newswire, 09/01).
Bu gerilemeler dünya ticaretine de yansıyor. Avro bölgesinin lokomotifi Almanya’nın ihracatı kasımda bir önceki aya göre yüzde 10’dan fazla gerilemiş(Financial Times Deutscheland,09/01) Council On Foreign Relations ekonomistlerinden Brad Setser’de “Asya’dan daha kötü haberler” başlıklı yorumunda, Tayvan’ın yıllık ihracatının yüzde 40 gerilediğine işaret ediyor, gerilemenin Çin elektronik pazarındaki daralmadan kaynaklandığını yazıyordu. Güney Kore’nin ihracatı da aralık ayında yıllık yüzde 17 düşmüş. Setser, Japonya’nın ihracatındaki gerilemenin Almanya’nınkini geçtiğini, tüm bu görüntünün dünya pazarındaki daralmayı yansıttığını vurguluyor. Üretim ve ihracat verileri, başta ABD, Avro bölgesi Japonya olmak üzere dünyanın en önemli ekonomilerinin devinimleri arasında, 1928-35 döneminde olduğu gibi bir senkronizasyon oluştuğunu[1] gösteriyor.
Ekonomistler ne diyor ?
Haftanın ilginç yazılarından biri de Business Week baş ekonomisti Michael Mandel’in 3 Ocak’ta San Fransisco’da yapılan geleneksel yıllık American Economic Association, toplantısıyla ilgili izlenimlerini içeriyordu. Robert Mandel, Kenneth Rogof, Edmund Phelpsve IMF Baş Ekonomisti Olivier Blanchard gibi “ağır topların”katıldığı toplantıda “karamsarlık”egemenmiş, ekonomistlerin önerileri arasında da önemli farklılıklar gözleniyormuş.
Mandel hükümetin öncelikle tüketimi canlandırmak için yarım trilyon dolar dağıtmasını önerirken, Phelps tüketimi körüklemenin yararlı olmayacağını, federal hükümetin altyapıyı yenileyecek iş yaratacak yatırımlara ve vergi indirimlerine yönelmesi gerektiğini savunuyormuş.Blanchard, doğru politikalar uygulanırsa seneye bu tünelden çıkarız derken önümüzde bir devlet iflasları dalgası var diyenRogof çok daha kötümsermiş. Tüm kötümser yaklaşımlara karşın, “konsensüs” resesyonun bir depresyona dönüşmeyeceği üzerinde oluşmuş. İroni şu ki, ilk gün yaptığı konuşmada Rogofekonomistleri, fazla iyimser olmakla, krizi önceden görememiş olmakla suçlamış.
Rogof haklı. Ama bu durumun değişmesini beklemeyin. Çünkü bunların hepsi “piyasa ekonomisti” ve “göz her şeyi görebilir ama asla kendini göremez”. Bu ekonomistler, baktıkları piyasanın bir parçası, o yüzden, onlar için görüntünün her zaman bir noktası “kör” kalmaya mahkûm. Orada da krizin dışsal değil, kapitalizmin kendisinin ürettiği bir olgu olduğunu gösteren emek sermaye ilişkisinin ve çelişkisinin dinamikleri var. Krizi önceden görebilmek için bu noktaya bakabilmek gerekiyordu. Ancak, bu “piyasa ekonomisinin”dışından gerçekleştirilebilecek bir şey.
Yine de ben bir uyarıda bulunayım, iki gözlem çok önemli. Birincisi Intel ve AMD’nin üretimlerindeki büyük gerilemeler, sistemin en üretken kesiminin durumunu gösteriyor. İkincisi önde gelen ekonomilerinsenkronizasyona girmesi krizin daha da derinleşeceğinin işareti…
[1]
No comments:
Post a Comment