Dünya ekonomisini sarsmaya devam eden mali krize en son baktığımızda oldukça kötümser sayılabilecek üç saptama yapmıştık. (1) “En kötüsü geride kaldı” diyenlere inanmayınız. (2) Mali piyasalarda, Fed’in Bear Sterns’i, Fed’in banka dışı mali aktörleri kurtarmaya başlamasıyla oluşan toparlanma son eriyor. (3) Dünya ekonomisinde stagflasyon (durgunlukta enflasyon) olasılığı artıyor (19/05/08). Geçen perşembe günü dünya piyasalarında yaşanan sarsıntıdan sonra zorunlu olarak bu konuya dönünce, ne yazık ki o günden bugüne, gelişmelerin saptamalarımıza uygun bir yol izlemiş olduğunu gördük.
Büyük depresyondan bu yana…
Geçen perşembe, CBS Market Watch sitesi, duruma ilişkin yorumuna “Sokakta kan var” başlığını koymuştu. Gerçekten de, son baktığımızda, 19 Mayıs günü, 12.984 düzeyinde kapanan Dow Jones Sanayi İndeksi geçen perşembe bir günde 358.4 puan (yüzde 3.03) kaybederek 11.453’e inmişti. Bloomberg’den Michael Patterson’a göre, bu bir aylık yüzde 9.4 gerileme, DJIA’nın Büyük Depresyon’dan (1930’lar) bu yana en kötü haziran performansıydı.
Atlantik’in bu yakasındakilerin durumuda parlak değildi. 19 Mayıs günü 6376 puanla kapanan Londra, FTSE 100, perşembe günü yüzde 2.6 gerileyerek 5518’den kapanıyordu. Aynı gün Alman Dax ve Fransız CAC 40 da yüzde 2.4 geriledi. Cuma günü, Asya indeksleri, Amerika, Avrupa borsaları gerilerken Asya kendi yolunda gidecek tezini yalanladılar: Çin’de Şanghay yüzde 5.3, Hindistan’da Bombay yüzde 4.1, Tokyo yüzde 2, Hong-Kong yüzde 1.8 geriledi.
Gerilemenin, ev piyasalarında süren kıyımı bir kenara bırakırsak, daha çok perakende satış yapan büyük mağazaların, bankacılık, otomotiv, havacılık, elektrikli eşyalar, ulaşım sektörlerindeki şirketlerin hisselerini etkilediği görülüyordu. En çok umut bağlanan teknoloji sektörü de olumsuz etkilenenler arasındaydı.
Geçen haftaki sarsıntının arkasında, öncelikle petrolün varil fiyatının 140 doları geçmesi, enflasyon beklentisinin güçlenmesi (Global Economic Forum 26/06/08), özellikle bankacılık ve otomotiv sektöründe şirket bilançolarına ilişkin kötü beklentiler vardı. OPEC Başkanı’nın perşembe günü petrolün varil fiyatının 170 dolara çıkabileceğine ilişkin yorumu, piyasaları iyice tedirgin etmişti. Çünkü ABD ekonomisinin 2008’de ortalama yüzde 1 büyüyeceğine ilişkin iyimser varsayım, petrolün 130 doların altında kalacağını varsayıyordu.
Petrol fiyatları üzerine tartışmalar yine hızlandı. Bu kez tartışmalar, arz-talep dengesindeki değişimin ya da spekülasyonun yanı sıra giderek artan oranda dolardaki zayıflığın, dünya piyasalarında nereye gideceği belli olmadan dolaşan dolar cinsinden likiditenin etkileri üzerinde yoğunlaşıyor. Diğer bir deyişle, ABD Merkez Bankası, krize likidite yoluyla müdahale edince, petrolün fiyatı da tırmanmaya başlamıştı. Cuma günü OPEC Başkanı’nın 170 dolar öngörüsünü ikinci kez tekrarlarken doların yanı sıra jeopolitik risklere gönderme yapması da ilginçti.
İki ateş arasında çözümsüzlük
Sanırım geçen hafta ABD Merkez Bankası Başkanı Bernake’nin faizleri oldukları düzeyde tutması, bir çıkmaza girildiğini düşündürüyordu. Le Monde, The Economist, Financial Times yorumcularının vurguladıkları gibi Bernake, kredi krizine, ekonomik yavaşlamaya karşı faizleri indirmekle, artmaya başlayan enflasyonist basınca karşı faizleri arttırma gereksinimi arasında sıkışmıştı. Çünkü ABD ve Avrupa ekonomileri 1970’lerdeki gibi bir stagflasyonla karşı karşıya. Ama bu kez durum çok daha farklı ve vahimdi. Örneğin dünyanın ikinci büyük ekonomisi Japonya’da enflasyon oranı bir yılda ikiye katlandı. Ama aynı anda Japon ekonomisinin resesyona girmeye başladığından söz ediliyor. Dahası, Ekonomi ve Maliye Bakanı Hiroka Ota’ya bakarsak, bu kez Japon ekonomisi, enflasyondan dolayı resesyona giriyor. Ota diyor ki: “Bu iyi bir enflasyon değil, çünkü girdi olarak kullanılan emtiaların fiyatlarındaki artışlardan kaynaklanıyor.” “Petrolden gıda maddelerine kadar girdilerdeki fiyat artışlarını şirketler üstlenemeyerek fiyatlara yansıtıyorlar. Ama tüketici bu fiyatları kabul etmeyerek harcamalarını kısıyor.” (Bloomberg, 27/06/08) Talep yetersizliği nedeniyle şirketler zorlanmaya başlayınca, işsizlik korkusuyla tüketici güveni daha da zayıflıyor: Bir “fasit daire…”
ABD’de de durum Japonya’dan farklı değil. Krizin derinliğini belki de en iyi, bir zamanlar kaderi ABD ekonomisinin kaderiyle eşanlamlı sayılan General Motors şirketinin artık tarihe karışmak üzere olması gösteriyor. Özetle, kredi köpüğü delinince, kapasite fazlası/talep yetersizliği sorunu, diğer bir deyişle aşırı birikim krizi hemen tüm sektörleri yeniden etkisi altına aldı. Bugün 1980’lerdeki gibi işçi sınıfına saldırarak kârları restore etmek de olanaklı değil, çünkü ücretler zaten düşük, sendikalar zaten etkisiz.
Daha da kötüleşecek…
Belli ki en kötüsü geride kalmamış. Merkez bankalarının müdahaleleri, kurtarma işlemleri etkisini kaybetmiş ve kredi krizi tüm şiddetiyle geri gelmiş. Şimdi kimi saygın analistler “Hiç bu kadar kötü olmamıştı” diyorlar. Borç piyasaları bir türlü açılmıyor. (Euro Intelligence, 26/06/08). Societe General’in küresel stratejisti Albert Edwards’a göre “Menkul kıymetler borsa indeksleri ekim ayındaki değerlerinin yüzde 70’ini kaybedebilirler” (Financial Times, 26/06/08). Washington Post’tan Steven Pearlstein da “Ekonominin, yılın ikinci yarısında toparlanacağına ilişkin umut fos çıktı” diyor ve ekliyor: “Tüketimi üretim düzeyine çekmek, sanayii kapasite fazlası sorunundan kurtarmak, kredi köpüğünü tümüyle söndürmek, doların doğal düzeyine inmesine göz yummaktan başa bir çare yok”, “Resesyon daha yeni başlıyor” (27/06/08).
Gerçekten de Harvard Üniversitesi’nin 23 Haziran’da yayımlanan bir raporuna göre, ev piyasasındaki tahliyeler ve iflaslara yol açan kredi krizi “bu kuşağın gördüğü en sert kriz”. Rapor iki noktaya özellikle dikkat çekiyor. Birincisi, ev piyasasındaki kriz derinleşmeye devam ediyor, yatırımcının sandığından çok daha vahim. İkincisi, Asya ekonomilerinin bu krizden etkilenmeyeceklerine ilişkin varsayım hızla çöküyor; koşullar yatırımcıların kabul etmeye hazır olduğundan çok daha hızla kötüleşiyor. ABD ekonomisindeki gelişmeler Asya’ya ilk anda görülemeyen biçimlerde ve yavaşlıkta yansıyor. Yatırımcı Çin ekonomisinin ABD talebine bağımlılığını, Asya ekonomilerinin de Çin’in yüzde 10’da seyreden büyüme hızına ne kadar bağımlı olduğunu tam olarak kavrayamıyorlar. Örneğin, ABD tüketicisi talebi gerilemeye başladı, bu hemen Asya’da üretilen, panel televizyon, otomobil, cep telefonu gibi malların taleplerini etkilemeye başladı.
Pearlstein, “Toparlanma bu yaz da gelmeyecek, bu kış da, hatta belki de gelecek kış da…” diyor. Çok kötümser bulabilirsiniz, ama ya dünyanın en zengin adamı Warren Buffet’ın ABD ekonomisindeki toparlanma olasılığıyla ilgili saptamasına ne demeli: “Yarın olmayacak, gelecek ay olmayacak, büyük olasılıkla gelecek yıl da olmayacak.” (Bloomberg TV, 25/06/08)
No comments:
Post a Comment