(Cumhuriyet 07.07.2008)
Yok, sakın yanlış anlamayın, Türkiye’den değil, geçen hafta 4 Temmuz Bağımsızlık Günü’nü kutlayan ABD’den söz ediyorum. Demokrat Parti’nin başkan adayı Barack Obama “yurtseverlik” gibi kavramlara giderek daha çok vurgu yapmaya başladı. Artık onu yakasında bayrak olmadan görmek olanaklı değil.
Bize gelince, diğer çevre ülkelerde olduğu gibi bu kavramlar, küreselleşmeyle birlikte tabu haline geldi. Eğer, küreselleşmeci, AB’ci statüko’nun, siyasal İslamın üzerinize darbeci, faşist damgasını vurmasını istemiyorsanız, bu kavramlara yanaşmayınız, ulusal çıkardan asla söz etmeyiniz. Benim gibi sosyalist yazarların işi daha kolay. Bizim için bağımsızlıkçılık, ulusalcılık, emperyalizm karşıtlığı bağlamında ve eğer halkçı bir sosyal ekonomik programa bağlıysa ciddiye almaya değer bir duruş. Yurtseverlik ise eğer, etnik köken, inanç, cins, cinsel tercih, ırk ayrımcılığını dışlıyor, o ülke halkının, öncelikle emekçiler ve yoksullar olmak üzere büyük kesiminin dayanışmasını, kardeşliğini ve refahını amaçlıyorsa anlamlı. Demokrasi mi dediniz? Çok yadırgayabilirsiniz ama biz bu kavrama her zaman, “kimin için?” sorusuyla yaklaşırız. Ama bu tartışmalar bir başka yazıya kalmak zorunda.
‘III. Bush dönemi’
Önceki yazımda, “Gelişmeler, yeni başkanın dış politikasının, öncekinin bir devamı olacağını gösteriyor” demiştim. Ama “III. Bush Dönemi” bana ait bir kavram değil. Bu, ABD’de muhafazakâr kanadın, iş çevrelerinin gazetesi Wall Street Journal’in, 2 Temmuz tarihli yorumunun başlığıydı. Obama’nın “hızla önceki tutumlarını terk ederek merkeze doğru koştuğunu” saptayan WSJ, “Bir Demokrat’ın, Bush’un bu kadar çok karalanan gündemini rehabilite etmeye başlayacağını kim düşünebilirdi” diyordu.
Gerçekte geçen iki hafta boyunca Obama’nın iç ve dış politika alanlarında baş döndürücü bir hızla gerçekleştirdiği “U” dönüşlerine bakınca WSJ’ye hak vermemek elde değil. Örneğin, geçen ekim ayında Obama, Bush döneminde, güvenlik güçleriyle kanunsuz telefon dinleme ve izleme konusunda işbirliği yapmış olan telekomünikasyon şirketlerini korumaya yönelik her türlü yasaya karşı çıkacağını söylüyordu. İki hafta önce Meclis, tam da bunu yapan bir yasayı Obama’nın desteğiyle çıkardı.
Bush’un en çok eleştirilen politikalarından biri dinci örgütlere verilen ayrıcalıklı mali destekti. Geçen hafta New York Times, Obama’nın eğer seçilirse Bush’un bu uygulamalarını daha da genişleteceğine ilişkin bir demecini, Bush yönetiminde bu politikaları uygulayan J.K. Dilulio Jr. gibi üst düzey görevlilerinin Obama’yı alkışladığını aktarıyordu. Obama Senato’dayken silah lobisine ve tecavüzcülere ölüm cezası getiren yasa tasarısına karşı tutum almıştı. Geçen hafta, her iki konuda da genel muhafazakâr kanatla birlikte, tam aksi yönde oy verdi. Perşembe günü Washington Post, Obama’nın askerlik hizmetini genişletmeyi savunduğunu, inanç ve yurtseverlik değerlerini yükseltmeye devam ettiğini aktarıyordu. Önceleri, “Yurtseverlik, yurdunu iyileştirmek için sorumluğunu üstlenmek anlamına gelmelidir” derken Obama, şimdilerde, “ülkenin kazanımlarını, büyüklüğünü ve askere gitmenin önemini” vurguluyordu. Washington Post yorumcusu, neo-conların, kanaat önderlerinden Charles Krauthammer da bu nedenlerden Obama için “mevsimlik prensiplerin adamı” deyimini kullanıyordu.
Hegemonyadan imparatorluğa ve emperyalizme
Tamam, bunlar muhafazakâr yazarlar, Obama’yı yıpratmak istiyorlar. Peki ya The Nation dergisinin Obama’nın dış politika yaklaşımını irdeleyen ayrıntılı (4.000 sözcük) yazısına ne demeli. The Nation, Demokrat Parti’nin sol kanadını temsil ediyor; adaylık yarışında da Clinton’ı değil Obama’yı desteklemişti. The Nation’un editörlerinden Robert Dreyfus’un imzasını taşıyan yazı esas olarak şu noktalara dikkat çekiyordu:
Obama’nın etrafındaki dış politika danışmanları Clinton’ın II. döneminin müdahale yanlısı uzmanlarından ve neo-conlardan devşirilmiş. Obama, CIA’nın ve Pentagon’un, Ulusal Demokrasi Vakfı (National Endovement for Democracy) ve Deniz Komandoları, Özel Güçler gibi, Afrika’dan Büyük Ortadoğu’ya, Rusya’dan Çin’e uzanan geniş coğrafyaya müdahale etmeye en yatkın, en saldırgan, aygıtlarını özellikle güçlendirmeyi amaçlıyor. Obama hedef ülkelerde demokrasiyi güçlendirmek için muhalefeti ve “demokratları” özellikle desteklemeyi planlıyor; çöken, çökmeye başlayan devletleri kurtarmak ve yeniden inşa etmek için askeri ve sivil özelliklere sahip özel bir aygıt kurmayı da amaçlıyor.
Obama, ABD’nin, bu yüzyıl boyunca da “acil kötülüklere karşı ve nihai iyiye doğru” dünyaya önderlik etmeye mutlaka devam etmesini istiyor. Bunun için de Pentagon’a giderek daha fazla dayanmayı, onu dünyanın her yerine müdahale etmeye uygun düzeyde tutmayı amaçlıyor. Bu amaçlarla, Obama, ABD’nin müttefikleriyle (esas olarak Avrupa’dan söz ediliyor) ilişkilerini bir “demokrasiler arası işbirliği” çerçevesinde güçlendirmeyi, ortak davranmayı sağlamayı amaçlıyor.
Obama İran’la görüşme konusunda, “bana en uygun zamanda ve uygun liderlikle konuşurum” diyerek Bush çizgisine çekiliyor; İsrail’e koşulsuz destek veriyor, İran’ın nükleer güç olmasını elindeki tüm olanakları kullanarak engelleyeceğini söylüyor. Irak’tan çekilmeye ya da asker sayısını azaltmaya gelince, Obama, bu konuda kararını yerel komutanların tavsiyelerini göz önüne alarak vereceğini vurguluyor.
Tüm bunları bir araya koyduğumuzda, Obama’nın Bush döneminin dış politikasını devam ettirmeyi, dahası Dört Yıllık Savunma Raporlarında var olan ama doğrudan vurgulanmayan, zorla ya da ülke içinden rejim değişikliklerine yönelik araç ve aygıtları güçlendirmeyi, bunların kaynaklarını, olanaklarını ve yetkilerini geliştirmeyi özellikle amaçladığı görülüyor. Bu yolla yıkılan ülkelerin devletlerinin, ekonomilerinin yeniden yapılandırılmasına yönelik bir nevi “sömürgeler bakanlığı” gibi bir aygıtın da oluşturulması, aslında, Condaleezza Rice’ın kurduğu örgütün genişletilmesi de amaçlanıyor.
Anladığım kadarıyla Obama, Bush döneminde başlatılan ve tükenen küresel imparatorluk projesinin yerine, Avrupa ve Japonya ile birlikte, belki de yanına 2. derecede güçlerden birkaç “demokratik” ülkenin de eklenmesiyle oluşacak ABD liderliğinde bir blokun küresel emperyalist yönetişim projesini koymayı planlıyor.
Obama’nın, 19. yüzyıl sonundaki klasik emperyalizmin, günün koşullarına göre mutasyona uğramış bir biçimini hedefleyen dış politikası, giderek kıtlaşan enerji, gıda kaynakları, doğal kaynaklar ve bunların bulundukları coğrafyalar üzerinde yoğunlaşmaya başlayan büyük güçler arası rekabetin doğasına da uygun.
Tam da bu nedenlerle merkez ülkelerde, halkı emperyalist politikalara ikna etmek için bağımsızlık, ulusalcılık gibi kavramların canlandırılması önem kazanıyor. Aynı anda, bu madalyonun öbür yüzünde, çevre ülkelerde, kaynakların ve pazarların emperyalist blokun kullanımına açık kalmasını sağlamak için demokratikleştirme söylemi altında, her türlü halkçı, ulusalcı ve bağımsızlıkçı yaklaşımın etkisizleştirilmesi, bastırılması gerekiyor. Siyasal İslamın bu amaca çok uygun bir söylem sunduğunu da daha önce birçok kez tartışmıştık…
No comments:
Post a Comment