ABD başkanlık seçimlerinde, Demokrat Parti'nin iki başkan aday adayı Hillary Clinton ve Barack Obama arasındaki yarış iki açıdan adeta bir "yılan hikâyesine" döndü. Uzadıkça uzuyor, seçmeni bıktırıyor. İki adayının giderek sertleşen kampanyasının etkisiyle parti, kendi kuyruğunu yiyerek yaşamaya çalışan bir yılana benzemeye başladı
Clinton'ın hesabı...
Demokrat Parti, başkan adayını, eyalet bazında yapılan seçimlerden sonra belirlenen 3250 delegeye ek olarak 800 doğal (seçilmemiş) delegenin katıldığı bir ulusal konferansla belirliyor.
Önce adaylar, toplam 3250 delegenin oylarının çoğunluğu için eyalet bazında yarışıyorlar. Bu süreç boyunca, parti liderlerinden ve görevlilerinden oluşan 800 doğal delege ise, başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti'nin karşısında hangi adayın şansının daha yüksek olabileceğine karar vermeye çalışıyor. Bu nedenle, seçilmiş delegelerin çoğunluğunu kazanamayan bir adayın, ulusal konferansta, doğal delegelerin oyuyla partinin adayı olarak atanması olanaklı. Hillary Clinton ve Barack Obama arasında oluşan dinamik, Demokratik Parti'yi böyle riskli bir noktaya doğru sürüklüyor.
Önceleri, hemen herkes -Cumhuriyetçi Parti'nin seçkinleri bile- Demokratlar'ın seçimleri kolaylıkla kazanacağına inanıyor, Hillary Clinton'ın Demokrat Parti'nin başkan adaylığına oldubitti gözüyle bakıyordu. Ancak delege seçimleri başlayınca gelen ilk sonuçlar, Clinton'ın seçimle belirlenen 3250 delege içinde çoğunluğu kazanamayacağını ortaya koydu. Böylece Obama "olayı" başladı; Clinton'ın karşısında da giderek büyüyen bir "sen artık çekil" korosu oluştu.
Ancak Clinton çekilmedi, mücadeleye devam etti. Üstelik başkanlık seçimlerinde belirleyici olan büyük eyaletlerde delegelerin çoğunluğunu her zaman Clinton alıyordu ( Washington Post , 08/03). Bu nedenle, Clinton, 3250 delege içinde çoğunluğu sağlayamasa bile 800 doğal delegeyi ikna ederek, adaylığı alabileceğine inanıyordu. Bunun için de, Obama'nın momentumunu kırması gerekiyordu.
Obama'ya ilişkin ilk kuşkular, "süper salı" onun ardından Ohio, Texas seçimlerinde oluşmaya başlamıştı (Dünya Ekonomisine Bakış, Cumhuriyet , 10/03). Birçok gözlemci, geçen salı günü yapılan delege seçimlerinde bu momentumun kırıldığını düşünüyor. Obama, Pennsylvania'da TV reklamlarına Clinton'dan üç kat daha fazla para harcadı, kamuoyu yoklamaları Clinton'a en fazla yüzde 5 bir farkla kazanma şansı tanıyordu ( Wall Street Journal 24/04) ama Obama seçimleri yüzde 10 farkla kaybetti.
Başkanlık seçimlerinde, her zaman belirleyici olan üç büyük eyaletten biri olan Pennsylvania'daki başarısının ardından Hillary Clinton'ın yıldızı yeniden parlamaya başladı. Örneğin Clinton bütün bilinen rekorları kırarak 24 saatte, 80.000 destekçisinden 10 milyon dolar ek bağış topladı ( Associated Press , 24/04)
Bir öykü daha var
Bu süreçte bir öykü daha var: Obama'nın "statükoya" karşı, ırk ve sınıf çelişkilerini aştığını iddia eden "yeni politika" çizgisi, gerçekliğin duvarına çarpınca dağılmaya, siyaseti kültürel yüzeye indirgeyen bu postmodern politikanın tüm zaafları gözler önüne serilmeye başladı.
George Bush' un seçim zaferlerinin mimarı, ülkedeki sınıfsal ve kültürel dizilişi en iyi kavradığı düşünülen Karl Rove 'un Wall Street Journal 'daki analizi, Clinton'ın, Pennsylvania'da, son anda karar verenlerin hemen hepsini kazandığını gösteriyordu. Clinton, Obama'ya oy vermesi beklenen iyi eğitimli, varlıklı orta sınıfın yaşadığı dört bölgeden ikisini almıştı. Obama'nın, " ekonomik sıkıntılardan dolayı dine ve silaha sarılan küskün kesim dediği" küçük kasaba nüfusu ve beyaz işçi sınıfı içindeyse Clinton Obama'yı, yüzde 75, yüzde 63 gibi oranlarda oy alarak ezmişti.
Bir başka gözlemciye göre Obama, bugüne kadar hemen hiçbir büyük sanayi merkezinde Clinton'a karşı zafer kazanamadı. Clinton, mavi yakalı işçiler, orta sınıfların yoksul kesimleri, emekliler, kırsalda yaşayanlar, Latin Amerika göçmenleri, kadınlar arasında Obama'ya fark atıyor. Pennsylvania delege seçimlerinde, sendikaya üye hane halkının yüzde 59'u, ekonomiye öncelik veren seçmenin yüzde 58'i, oylarını Clinton'a verdi ( Huffington Post , 23/04).
Demokratların önde gelen entelektüellerinden, başlangıçtan beri iki aday arasında tarafsız kalmaya çalışan Prof. Krugman 'ın The New York Times 'ta dile getirdiği kaygılar, iki adayın sınıfsal tabanları arasındaki farkı gösteriyor. Çalışan Amerika'nın sağlık, sosyal sigorta gibi konulardaki gerçek kaygılarına yönelik çözümler, Obama'nın kampanyasının ana temasını oluşturmuyor. Örneğin, herkesi kapsayan sağlık sigortası tartışmasında Clinton'a yönelttiği eleştiriler, sigortası olmayanları da kapsayacak çözümler önermek yerine halen sigortası olanları korkutmaya yönelik. Obama'nın "yenilik" , "dönüşüm" derken neyi kastettiği de hep belirsiz kalıyor. Demokrat Parti geleneksel olarak ekonomik güvenliğin, ulusal sağlık ve sosyal sigorta sisteminin, Clinton dönemine atıfla refahın partisiydi. Obama'nın sözde yeni politikası, "statükoyla" savaşı, partinin bu geleneğini inkâr ediyor, Demokratları Cumhuriyetçilerle aynı kaba koyuyordu. Bu yüzden, bugüne kadar eski Demokratlar hep Clinton'ı tercih ettiler.
Cumhuriyetçi Parti'nin etkin entelektüellerinden, neo-con eğilimli Charles Krauthammer 'in Washington Post 'taki yazısıysa, saldırının nereden geleceğini açıkça gösteriyor. Cumhuriyetçiler kampanya boyunca üç noktaya vurgu yapacaklar. Birincisi, Obama'nın "dine ve silaha sarılan küskünler" sözleri. İkincisi, devam ettiği kilisenin siyah dini lideri Jeremiah Wright 'ın "AIDS virüsünü hükümet siyahları yok etmek için üretti", "11 Eylül Tanrı'nın ABD'yi lanetlemesiydi" iddiaları. Üçüncüsü, eski arkadaşı, 1970'lerde adı bombalı eylemlere karışan Prof. William Ayers 'in "Daha çok yapmalıydık" sözleriyle, bir diğer arkadaşı, gayrimenkul milyarderi Tony Rezko 'nun yolsuzluktan tutuklanmış olması. Böylece, siyah, yukarı orta sınıftan, radikal dinci, hatta Marksist entelektüel görüntüsü altında, yurtseverliği, karakteri, dürüstlüğü kuşkulu bir adam imajı işlenecek. Bu eleştirileri savuşturamazsa Obama, beyaz işçi sınıfından ve kırsal seçmenden asla oy alamayacak. Rove ve Krugman'ın işaret ettiği gibi sınıfsal tercihler , The Times 'ta Anatol Kaletski 'nin vurguladığı gibi, ırk konusu ABD siyasetinde, "hâlâ" inkâr edilemeyecek kadar etkili, "yeni siyaset" in kültürel fantezilerine sığınarak bunların etrafından dolaşmak olanaklı değil.
Şimdi, Demokrat Parti de çok ciddi bir ikilemle karşı karşıya. Clinton'ın, nispeten ölçülü saldırıları karşısında bile tutunmakta zorluk çeken Obama, Cumhuriyetçi Parti'nin acımasız, kimlik kirletmekte uzman propaganda makinesi karşısında ayakta kalabilir mi? Partinin seçilmiş delegelerinin çoğunluğu Obama'yı tercih ederken konferans, doğal delegelerin oyuyla Hillary'nin adaylığını onaylarsa, bölünmüş ve küs bir partiyle seçimler kazanılabilir mi?
Böyle devam ederse Demokratlar, "Sekiz yıllık George Bush yönetiminin, halkın desteğini kaybetmiş savaşların, bir resesyonun sunduğu olanakları kullanamayacak, salt devlet başkanlığını değil, ABD politikasında, her kuşakta ancak bir kez gelebilen, ender bir dönüşüm yaratma şansını da kaçıracaklar". ( Baker , The Times, 25/04/08). Hiç beklenmedik bir şey oluyor, Cumhuriyetçilerin şansı giderek artıyor.
No comments:
Post a Comment