(Cumhuriyet 26.11.2007)
"Dünya ekonomisi, 1930'lardaki gibi, uluslararası ekonomik, siyasi dengeleri değiştirecek bir krize mi girdi?" Eylülden bu yana bu soruya cevap arıyoruz. Gün geçtikçe, bizi "evet" demeye zorlayan nedenler artıyor.
Son yıllarda, ekonomik sarsıntılar en fazla birkaç hafta sürüyordu. Bu kez ağustos ayında ABD ev piyasalarında başlayan kriz, giderek mali sektörlere sıçradı; derinleşerek dünya ekonomisinde yayılarak devam ediyor. Bu sırada ABD'nin uluslararası konumunu sarsacak gelişmelerin de giderek hızlandığı görülüyor.
Dünya ekonomisi büyük değişimlerin eşiğinde
Hızla küresel bir kredi (borç) krizine dönüşen süreç içinde büyük bir "temizliğin" yaşanması kaçınılmaz. Goldman Sachs, bu temizlik sonucu, küresel kredi hacminde yaşanacak daralmanın 2 trilyon dolara ulaşmasını bekliyor. Küresel türev ve kredi piyasalarının hacminin 380-400 trilyon dolar olduğunu, kimin ne kadar zarar ettiğinin henüz tam olarak bilinmediğini göz önüne alırsak, Sachs'ın bu öngörüsünün bile aşılacağını varsayabiliriz. Bu çapta bir daralmanın bankaları vurmaması, küresel mali sistemin çöküş olasılıklarını gündeme getirmemesi, küresel bir resesyona, hatta depresyona yol açmadan aşılması neredeyse olanaksız.
Kriz, daha şimdiden, dünya mali sistemini çok önemli bir kararın eşiğine getirdi: Dolar, daha ne kadar uluslararası rezerv para olarak kalacak? Dolar, 2001 yılından bu yana "döviz sepeti" karşısında yaklaşık yüzde 26, Avro karşısında da yüzde 40 değer kaybetti. Dünyanın önde gelen merkez bankaları (döviz rezervleri toplam 5.6 trilyon dolara ulaştı. Bunun yüzde 75'i Asya ülkelerinde, yüzde 25'i de Çin'in elinde) bir taraftan dolardan uzaklaşarak Avro'ya ve yerel paralara yönelmeye, diğer taraftan da doların gerilemesini, bir çöküşü önleyecek biçimde yönetmeye çalışıyorlar.
Varil fiyatı 100 dolara dayanan petrolün hâlâ dolar cinsinden işlem görmesi de (doları ayakta tutan en önemli dayanaklardan biri) sorgulanıyor. Bu durum son OPEC toplantısında bir " kazay la açık unutulan TV yayınıyla" dünya kamuoyuna duyuruldu. Japon yatırımcıların da ABD yatırım araçlarından çıkarak Avro, daha da önemlisi bölgelerindeki piyasalara yöneliyor olmaları da sermaye hareketlerinde dolar aleyhine bir gelişmeye işaret ediyor. Kısacası, önümüzde ekonomik olarak çok hassas, siyasi olarak da (doların konumundan dolayı) çok kritik, riskli bir dönem var. Kimi yorumcular, "bir zamanların hegemonya simgesi dolar, aşağılanan Irak Merkez Bankası'nın bile istemediği bir paraya dönüştü" diyorlar ( The Independent, 17/11).
Geçen eylül ayında, ABD ekonomisindeki sektörel gelişmelere bakarak, resesyonun başladığını savunmuş, uluslararası bir boyut kazanmasını beklediğimizi vurgulamıştık. Aksini savunan, David Rosenberg (Merrill Lynch), Jan Hatzius (Goldman Sachs), Richard Berner (Morgan Stanley) gibi "ağır topların" , şimdilerde tutumlarını değiştirerek resesyon olasılığının güçlenmekte olduğunu vurguladıklarını görüyoruz. Belli ki resesyon artık saklanamayacak kadar derinleşti, " mızrak çuvala sığmıyor" . İflah olmaz iyimserler hâlâ, bu resesyonun dünyanın geri kalanını fazla etkilemeyeceğini ("decoupling" tezi) savunmaya çalışıyorlar. Malum piyasa ekonomistleri, krizleri, beklentileri yönlendirerek önleyebileceklerine inanırlar. Asla başaramazlar. Ama bu iyimserliğe inananlar olursa, esas oyuncuların bu bahaneyle kapıdan, zararın bir kısmını bu safların sırtına yıkarak çıkmasına fırsat yaratabilirler.
Ancak, durum o kadar vahim ki, dünya ekonomisinin ABD'ye aldırmayarak büyümeye devam edeceği tezine inanan ekonomistlerin sayısı hızla azalıyor. "Decoupling" tezinin aksini savunan en "kötümser" ekonomistlerden Prof. Roubini 'nin, son zamanlarda medyada bu kadar sık boy göstermesinin, aktarılmasının da nedeni budur. Dünyanın geri kalanının "kopmak" yerine, kredi krizinin ve küreselleşmeyle kurulan mali ticari bağlantıların etkileri yüzünden ABD'yi çok daha yakından izleyeceği anlaşılıyor. Çin ve Asya ülkeleri önümüzdeki aylarda, ABD tüketici talebindeki gerilemelere (ev fiyatlarında gerilemeler, mortgage ödemelerinde, yakıt fiyatlarında, işsizlikte artış nedeniyle) bağlı olarak ihracatlarında büyük düşüşler bekliyorlar (Financial Times 16/11); çare olarak bölgesel bağlantıları güçlendirmeye, Avrupa'ya yönelmeye çalışıyorlar. Sırf bu eğilimler bile, bu resesyon, bir depresyona dönüşmese bile (!?), dünyanın ekonomik dengelerinin, ABD'nin ağırlığını azaltacak bir yönde değiştireceğe benziyor.
Ve siyaset
ABD hegemonyasının ekonomik dayanaklarının tümüyle yıkılmış, bir seri değişimin gündeme gelmiş olacağı bir noktaya doğru hızla ilerliyoruz. Yıllardır ABD'nin hegemonyasının ekonomik kültürel dayanakları zayıfladıkça askeri gücünün öne çıkacağını vurguluyor, ABD emperyalizmin çok tehlikeli, öldürücü bir aşamaya girdiğine dikkat çekiyoruz. 11 Eylül'den sonra gelişmeler bu öngörülerimizi tümüyle doğruladı. Ancak, ABD'nin askeri girişimlerinin, uluslararası konumunu korumaya yetmediğine, hatta aşınmasını hızlandırdığına da şahit olduk. Geçen haftaki gelişmelere bakarak ABD'nin siyasi olayları yönlendirme yeteneğini hızla kaybetmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Bir hegemonun, ya da imparatorluk adayının, en azından kendine bağlı devletlerdeki gelişmeleri yönlendirebilmesi gerekir. Son haftalarda, olayları izleyenler, ABD hegemonyasının yeni fiyaskolarına şahit oldular.
Afganistan 'da Taliban ülkenin yüzde 54'ünü yeniden ele geçirdi ( The Independent, 22/11). Kâbil'e bir saat uzaklıktalar ( International Herald Tribune, 23/11). ABD hem Pakistan 'daki hem de Gürcistan 'daki " adamlarını " kaybediyor (Anatol Lieven, The National Interest, 14/11 ; Wall Street Journal, 16/11 ; Weekly Standard, 21/11 , Washington Post , 22/11). ABD, Pakistan'a "özel güçlerini" göndermeye, çaresizlik içinde, aşiretleri parayla satın almaya hazırlanıyor; geleneksel olarak ABD düşmanı olan aşiretleri! ( Yale Global, 21/11). Gürcistan'daki örnek demokrat Şaakaşvili hükümeti, muhaliflerinin barışçıl gösterilerini copla, lastik mermiyle dağıtıyor, sıkı yönetim ilan ediyor, TV kanallarını kapatıyor. Önceki cumartesi günü yapılan seçimlerden sonra, Kosova 'nın bağımsızlık krizi derinleşiyor ve bölge yeniden patlama noktasına geliyor. Lübnan 'da da iç savaş olasılığı korkutucu ölçülerde güçlendi. Irak 'ta yeniden bombalar patlamaya başladı; cihat yanlısı teröristler, büyük çaplı bir saldırılar düzenlediler. Çin, ABD uçak gemisi Kitty Hawk ve filosunu Hong-Kong Limanı'na sokmadı.
Geçen hafta Spiegel , Helmut Schmitt 'in, ABD Rusya'dan daha tehlikelidir sözlerine cevap vermeye çalışıyor (20/11), ABD, yine imparatorlukların yükselişi ve çöküşüyle ilgili yeni bir kitabı (Amy Chua, Day of Empire ...) hararetle tartışıyordu. Bu arada, Financial Times 'dan Gideon Rachman, ABD seçkinlerinin, imparatorluk kurma düşüncesini , üç yıl gibi kısa bir sürede terk etmelerinin nedenlerini araştırıyordu (19/11). Rachman'ın da işaret ettiği gibi, ABD kendi realitesini kendi yaratacaktı, ama evdeki hesabı çarşıya uymamış, realite, hiç de hoş olmayan yönlerde şekillenmeye başlamıştı. Şimdi, Kissinger' le yapılan söyleşiler yine moda ( Wall Street Journal 17/11) ama, ihtiyar tilkinin kesin bir şey söyleyememesi anlamlı... İmparatorluk rüyası gitti gider... Sanırım bu kriz " o kriz " ve daha başındayız!
No comments:
Post a Comment