[Türkiye Sosyal Bilimler Derneği tarafından 28-3- Kasım tarihlerinde düzenlenen 10. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nde “1980-2000, Bir dönemin sonu mu?” başlıklı oturumunda yaptığım sunuşun metni)
Gerçekten de 20. yılın son 20 yılını anlamlandırmak çok önemli, hem bu günü hem de olası yarınları düşünebilmek için.
Prof. Wallerstein, 1980’lerde çok önemli bir kültürel kaymanın yaşandığına, Fransız ve Rus devrimlerinin, genel anlamda “Aydınlanma” geleneğinin kaybolduğuna işaret ediyor. Felsefeci Alain Badiou’da bu 20 yılı düşünürken Restorasyon kavramını kullanıyor.
Bence de Restorasyon kavramı yararlı bir başlangıç noktası.
Ama neyin restorasyonu?
· Öncelikle, İnsanın kaderini elinden alarak, denetleyemediği güçlere, örneğin piyasaya, bırakan bir geleneğin restorasyonu. Bu gelenek “Aydınlanma olayından” önce, insanın kaderini tanrının, onun sözcülerinin eline terk ediyordu
Toplumsal Gelişme düşüncesini, insanın rasyonel bir varlık olduğu varsayımını, bilimsel düşüncenin temelini, kuran Aydınlanma “olayı”, İnsanın kendi “yaşam dünyasını”, eşitlik, özgürlük, kardeşlik prensipleri etrafında iyileştirebileceğini, hatta “yeni insanı” yaratarak, tarihin akışını değiştirerek yeni başlangıçlar tasarlayabileceğine ilişkin geleneği kurmuştu.
· Restorasyon, devrimlerin, “toplumsal mühendisliğin” kötü ve imkansız, zenginlerin iktidarının doğal ve mükemmel olduğunu savunan, eşitsizliğin gerekli olduğuna inanan bir geleneği hakim kılmaya çalışıyor. Restorasyon, insanın kaderini “serbest piyasa” denen bir kurgunun, hatta fantezinin eline, aslında sermaye birikimi sürecinin kaprisine teslim etmeyi amaçlıyor.
Her Restorasyon gibi bu Restorasyon da fikirlerden, teoriden, büyük projelerden nefret ediyor, kanaatlere bayılıyor. Özellikle, “aç gözlülük iyidir”, “zengin olmak gerekir”, “bedensel zevkler birincildir” diyen kanaatlere.
Bir başka açından, soyutlama düzeyimiz değiştirerek baktığımızda, bu restorasyonun dört başka boyutunu da söyle saptayabiliriz:
1- İkinci dünya savası sonrasında sendikal hareketin, sosyal demokrasinin ve komünizm korkusunun basıncıyla şekillenen sınıf uzlaşmasının, sosyal devletinin yıkılarak, engelsiz kapitalist sınıf egemenliğinin, “piyasa-devletinin” Restorasyonu. Diğer bir değişle, Egemen sermayenin Ulusal Keynesgil modeli yıkarak “küresel serbest piyasa projesiyle” emperyalist liberalizmin Restorasyonu.
2- 1970’lerde ekonomik kriz, siyasi açıdan Vietnam savaşı gibi etkilerle gerileyen ABD hegemonyasının, 1980’lerde Reagan yönetimi altında restorasyonu.
3- Egemen sermayenin, çevre ülkelerde, sömürge sitemi yıkılırken kaybettiği egemenliğinin, borç kriziyle oluşan konjonktürde, IMF-Dünya bankası, eliyle, restorasyonu.
4- 20 yüzyılın son 20 yılında, post-modernizmin de katkısıyla, sınıf mücadelesi düşüncesinin siyasi ontolojinin merkezinden kovularak, yerine, dini temelde betimlenen uygarlıklar çatışması düşüncesinin, etnik aidiyetlere dayalı milliyetçi projelerin restorasyonu girişimleri. Bu sırada birileri açıktan açığa, ABD’de yeni Roma’nın restorasyonundan, Türkiye’de Yeni-Osmanlı dünyasının restorasyonundan söz etmeye başladılar. Bu, aynı zamanda, modern vatandaşlığın temelini oluşturan laiklik ilkesinin, yıkılarak, siyasal İslam kimliğinin Restorasyonu olarak da karşımıza çıktı.
Ancak, Restorasyonlar tarihin hareketini durduramazlar. Bir süre sonra, kendi çelişkileri altında çökerken, yeni dönemin doğuşuna zemini oluşturacak enkazı da yaratırlar.
Bu gün, işte böyle bir enkazın şekillenmekte olduğunu düşünüyorum. Restorasyon kimi bileşenleri, sürerken kimi boyutlarıyla da çöküyor. Yine tarihe bir eşik, oluşuyor.
Şimdi bu Restorasyonun çöküşünün iki belirgin örneğine, ekonomik liberalizm ve ABD hegemonyası üzerinde kısaca durmak istiyorum.
I- Ekonomik Liberalizmin restorasyonu ve tükenişi:
Egemen kapitalizmin 1970’lerde başlayan yapısal krizine çözüm arayışları 1970’lerin sonunda sonuçlandı. 1980’lerin başında ABD, İngiltere önderliğinde “küresel serbest piyasa” projesiyle, liberalizmin restorasyonu başladı
1982 borç krizinin yarattığı ortamda da gelişmekte olan ülkelere IMF- Dünya Bankası “reformları” yoluyla dayatılan liberal restorasyonun bileşenlerini sanırım şöyle özetleyebiliriz:
1- İşçi hareketinin 1950-70 döneminde sermayeden kopardığı tavizleri geri alarak, sermayenin kesin hakimiyetini yeniden kurmak.
2- Az gelişmiş ülkelerin piyasalarını egemen sermayeye açarak, ekonomik mekanlarını yeniden düzenleyerek yönetmeye başlamak.
3- Böylece oluşmaya başlayan “bir düzenleme sistemi” içinde, egemen sermayeye özellikle, mali sermayeye küresel çapta sınırsız hareket, birikmiş kaynaklara mülksüzleştirme yoluyla el koyma olanakları sağlamak.
Bu düzenleme sistemi 1990’ların sonunda ilk tükenme belirtilerini sergilemeye başladı:
· 1997/98/2000 Asya, Brezilya, Rusya, Arjantin, Türkiye krizleri
· 1999/2000, gelişmiş ülkelerin borsalarında yaşanan ani düşüşlerle patlayan köpükler
· 2001/2002’de, köpüklerin enkazı üzerinde başlayan resesyonla birlikte gündeme gelen, 1929 benzeri bir depresyon tehlikesi.
Depresyon tehlikesine karşı, ABD Merkez Bankası önderliğinde küresel çapta devreye sokulan büyük mali genişlemeyse, tükenişin çöküşe dönüşmesini geciktirirken, Liberal Restorasyonun krizini daha da derinleştirdi: Dünya mali piyasalarında 380 trilyonluk, küresel üretimin yedi katı bir kredi köpüğü oluştu.
Şimdi, Ağustos ayından bu yana, bu köpüğün delinmesini, Restorasyonla gelen neo-liberal sistemin çöküşünü yaşıyoruz. Goldman Sachs, mali piyasalarda, en az iki trilyon dolarlık bir mali daralma ön görüyor. Bu daralma, ister istemez bir resesyona ve hatta belki de depresyona yol açacak. Küresel mali sistemin çöküş olasılığı her gün biraz daha güçleniyor.
Kredi krizi ortamında, geçmiş 20 yılın temel ekonomik varsayımları (Bizzat Restorasyonun kendisi) sermayenin denetimsiz bırakılmasının sonuçları sorgulanırken,
1990’lerde hızlanan küresel serbest piyasa oluşturma projesinin de 1999 Seattle toplantısından sonra içine girdiği tıkanıklığı aşamadığını, korumacılık, ikili anlaşmalar, kaynak ulusalcılığı olarak nitelenen “küreselleşme” öncesi dönemin savunma ve rekabet yöntemleri, siyasetin ekonomiye müdahale etmesine ilişkin talepler tekrar gündeme geliyor.
II - ABD hegemonyasının restorasyonu ve tükenişi
1980’de Reagan döneminde “küresel serbest piyasa kurma projesi” ABD hegemonyasını restorasyonuna üç yönden katkı yaptı
1- Egemen sermayeye yeni bir kriz yönetimi biçimi sunarak ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini kullanıma açarak, ABD, hegemonyasının liderlik ayağını yeniden inşa etti.
2- Komünizme karşı, özgürlük ve demokrasi projesi olarak sunulan, serbest piyasa projesi, gerek soğuk savaşta, gerekse de gelişmekte olan ülkelerin “ulusal proje”, bağımsızlık geleneklerine, karşı güçlü bir ideolojik silah oluşturdu, ABD’nin kültürel liderliğini güçlendirdi.
3- İkinci “soğuk savaş”, “Yıldız Savaşları” projeleri, Nikaragua, El Salvador, nihayet Afganistan’a yönelik müdahaleler ABD’nin hegemonyasının şiddete dayalı ayağını da yeniden güçlendirdi.
Restorasyon başlarken en önemli rakip gücün, SSCB’nin çoktan çöküş sürecine girmiş olması, Restorasyonu kolaylaştırdı, 1989’da bir sözde zaferle taçlandırdı.
1990’larda, ABD muzaffer tek süper güç olarak rakipsiz kaldığında, hegemonya Restorasyonu süreci de ilk zorluklarla karşılaşmaya başlayacaktı:
Bu kez ABD’nin karşısında gerileyen SSCB değil, Avrupa Birliği ve Çin, Hindistan, Brezilya gibi yükselen güçler vardı. Daha sonra bunlara Putin Rusya’sı da katıldı. Bu güçler ABD’nin, manevra alanını, küresel hegemon olma projesini gittikçe daha etkin bir biçimde sınırlamaya başladılar.
III- Bu güne gelirsek,
ABD, ekonomik ve kültürel liderliğinin zayıflamasıyla oluşan açığı, özellikle, 11 Eylül’den sonra, askeri kapasitelerine dayanarak kapatmaya kalkınca, kendini, yükselen güçlerin ekonomik ve siyasi kapasitelerinin iyice karmaşıklaştırdığı bir dünya içinde buldu.
Bu dünyada, özellikle Irak’ın işgalinden sonra, ABD’nin uluslararası prestiji, güvenilirliği ve destekleri hızla aşındı. Beklenen askeri başarıların gerçekleşememesi, hegemonya restorasyonu açısından önemli bir girişim olan BOP’un tıkanması, ABD’nin askeri kapasitesinin hegemonyasını, bir kez daha, restore etmeye yetmediğini gösterdi.
Dahası, Irak, Afganistan, giderek Pakistan, Lübnan belki İran gibi sıcak noktalarda, ABD müdahaleleri istikrara değil yeni krizlere yol açıyor.
Egemen sermayenin yeniden derinleşmeye ve depresyon olasılığını yeniden gündeme getirmeye başlayan mali krizi içinde, enerji piyasalarından, döviz ve borç piyasalarına kadar ABD çözümün değil sorunun parçası haline geliyor.
Bu gün, ekonomik ve kültürel bir dev olarak Çin, bir enerji devi olarak Rusya’nın basıncı,
Bu ülkelerin de desteğiyle güçlerini birleştirerek DTÖ Doha Raundunu felç eden 20’ler grubu, Ekolojik kriz ve enerji krizi gibi hızlandırıcıların etkileri
Bir dönem biterken yeni oluşumların gündeme gelmekte olduğunu düşündürüyor.
Bu gün yaşanmakta olan mali kriz, keskinleşen uluslararası ticari rekabet, elinde büyük kaynaklar biriktiren devletlerin Egemen Varlık Fonları’nın etkinlikleri, yükselen ekonomik ulusalcılık, kaynak ulusalcılığı gibi gelişmeler
Neo-liberal serbest piyasa modelinin, onun ideolojik ifade biçimi olan küreselleşmeciliğin, diğer bir değişle 1980’lerde başlayan ekonomik siyasi ve kültürel restorasyonun tükendiğini gösteriyor.
Tüm bunlar, insanın yeniden kendi geleceğini piyasanın elinden alarak, kendini yeniden yönetmeye, başlaması, ekonomik jeopolitik ve ekolojik krizlerin kesişerek yarattığı “durum” içinde, acilen, tüm insanlığın ortak çıkarlarını gözeten toplumsal mühendislik projelerini tasarlamaya başlamasını gerektiriyor.
Ancak, dünyada bir taraftan, genelde dini görüşlerin, özelde siyasal İslam'ın hala yükselmeye, İmparatorluk refleksinin bölgemizde yıkıcı etkisini sürdürmeye devam ettiği, tüketim kültürünün insanları kısa döneme kilitlediği günün koşullarında başaracağımız konusunda fazla iyimser değilim.
No comments:
Post a Comment