(Cumhuriyet, 03.12.07)
Annapolis barış zırvasından (pardon zirvesi diyecektim) Filistin tarafı zararla çıktı, Araplar aşağılandılar. Zirve sonrası yorumlarda ve tartışmalarda Türkiye’nin adı ise hiç geçmiyor. Belki bir kez geçmiştir, Suriye’nin vaatlerle kandırılarak zirveye katılmasının sağlanması bağlamında… Buna karşılık ABD ve İsrail tarafı sonuçlardan hoşnut görünüyorlar.
İroni şu ki (eğer böyle şeyleri hala ironi olarak görecek enerjimiz kaldıysa) “barış sürecini” yeniden başlatmak iddiasıyla tasarlanan Annapolis zirvesi, biri İran’a yönelik diğeri de Filistin’de bir iç savaş olmak üzere iki savaş olasılığını birden güçlendirmeyi başardı.
Mahmut Abbas fiyaskosu
Arafat öldükten(!?) sonra Filistin halkı tam anlamıyla lidersiz kaldı. Arafat’ın yerine FKÖ’nün ve Filistin İdaresi başına geçen Abbas tam anlamıyla bir fiyasko oldu. Hamas, seçimleri kazandı, güçlendi ve hiç beklenmedik bir biçimde, hiç zorlanmadan Gazze'yi ele geçirdi. Abbas, ABD-İsrail kuklası desek çok yanlış olmayacak, bir adam. Bu yüzden ABD, Annapolis’e yalnızca Abbas’ı çağırdı. Filistin halkının en azından yarısını temsil eden Hamas’ı görmezden gelmeye devam ediyor. Bu yüzden, Filistin halkının zirvede meşru bir biçimde temsil edilmediğini söyleyebiliriz.
Dahası, Al Ahram Weekly’nin İsrail basınından aktardığına göre (29/11/07), zirvede Bush ve İsrail başbakanı Olmert, üçlü konuşmalarında Abbas’tan bir an evvel Gazze’ye geri almasını istemişler. Diğer bir değişle, Hamas zirveye tümüye karşı ve iyice silahlı oluğuna göre, gündemde bir Filistin iç savaşı var. Ya da Gazze’de büyük çaplı bir İsrail operasyonu. Son günlerde, İsrail savunma çevrelerinden kimi görevliler, böyle bir operasyonun, Abbas’ın de işini kolaylaştıracağını savunuyorlarmış (Jarusalem Post, 28/11).
Annapolis toplantısı sonrasında, Bush’un okuduğu ortak açıklama metnine bakınca, fiyaskonun boyutları daha bir belirginleşiyor. Abbas Filistin halkına, barış sürecinin Filistin devletinin sınırları, Kudüs’ün statüsü, sürgünlerin geri dönmesi gibi ana konuları kapsayan prensipleri içermeyen bir anlaşma metni oluşmadan Annapolis’e gitmeyeceğine söz vermişti. Bush’un okuduğu metinde bu konulara değinilmiyor bile. Ama, Bush İsrail’i tanımlarken, “Yahudilerin Ana vatanı” ifadesini kullandı. Diğer bir değişle bir cümlede hem göçmenlerin geri dönmesini engelleyecek hem de, Al Ahram’dan Al Naami’nin işaret ettiği gibi bir etnik temizliğe olanak sağlayacak anlamı yaratmış oldu. Bu anlamı benimserse, İsrail 1948’de gitmeyip kalan Arapları, yabancı unsur kabul ederek sınır dışı edebilir… Ramalla’daki Filistin Yönetiminden kimi üst düzey görevliler, “Mahmut Abbas zirveden tümüyle uzak kalsaydı belki de daha iyi etmiş olurdu” diyorlarmış (Ali Waket, Yedioth.net, 28/11). Ali Waket, bu görevlilerin, Bush’un Annapolis’te barış süreci için tek yönlendirici olarak “Yol Haritasını” kabul etmesinden hareketle, şimdi “İsrail 2008 sonuna, hatta sonsuza kadar, Filistinlilerin anlaşma gereğince üstlerin düşeni yapmadığını iddia edebilir”… “ne olup bittiğini saptayacak, kabul edilebilir bir denetleme mekanizması da yok” dediklerini aktarıyor.
Kısacası Filistin cephesinde, düş kırıklığı, belirsizlik, yeni bir İsrail operasyonu ve iç savaş korkusu… İsrail tarafında da bir “şimdi ne oldu yani” havası hakim. Likud’un sağ kanadı, “Olmert sattı” diye feryat ederek parsa toplamak istiyor. Aşırı sağcı Şas partisinin lideri, “Annapolis'dekilerin gerçeklikten kopuk olduklarını” söylüyor (Haaretz, 28/11). Çok satan gazetelerden Yedioth Ahranot’da “Annapolis pembe dizisi” başlıklı bir yorumda “sonu gelmez zirveler dizisine bir yenisi eklendi” dendikten sonra, İsrail medyasına ilişkin, “bu kadar şamatanın nedeni, söylenecek bir şey olmamasıdır” saptaması yapılıyordu (28/11). Batı yakasındaki İsrailli yerleşimcilerin lideri Shaul Goldstein ise memnundu İsrail aşır sağının sesi Kanal 10 TV’sinde konuşurken, “Annapolis’in yerleşimlerin Batı Yakası’na doğru genişlemesine olanak sağlayacağını” savunuyordu (Al Ahram Weekly).
Korkmuşlar cephesi
CIA Ulusal İstihbarat Konseyi eski başkanı, halen Brooking Institute’de Ortadoğu Politikası ile ilgili Saban Merkezi direktörü, Martin Indyk’in, Bush’un Annapolis’te kendini konuya vermiş gibi görünmediğini söylemesine karşın (Council on Foreign Relations, 28/11), Büyük basına bakılırsa, ABD tarafı genel olarak sonuçtan hoşnut. Ama başka bir nedenden.
Sanırım en iyi New York Times’ın basitleştirme ve bayağılaştırma uzmanı Thomas Friedman koydu: “Ortadoğu uzun süredir görmediğimiz bir şeye şahit oluyor: ılımlılar, kendilerini toplayıp kötülere karşı titrek adımlarla da olsa tavır koymaya başladılar”. Ilımlılar başta Suudi’ler olmak üzere zirveye katılan Arap devletleri (Friedman değinme nezaketi göstermiyor ama, sanırım Türkiye’de bunlara dahil). Ama bu ılımlıları bir araya getiren, ortak bir vizyon değil, İran korkusuymuş. “Şimdilik bu korkmuşlar barışı” diyor Friedman. Annapolis’teki Filistin görüşmeci grubundan, adının açıklanmasını istemeyen bir görevli de “Araplar buraya, Yahudileri ya da Filistinlileri sevdiklerinden gelmediler. İran’a karşı ABD ile stratejik bir ittifak istiyorlar” diyormuş. “Bu Arap ulusları, tarihin kendilerini arkada bırakarak uzaklaştığını, gençlerini dinci militanlara kaptırdıklarını” düşünüyorlarmış (New York Times, 28/11). Benzer aşağılayıcı yorumları, Haaretz, Financial Times, Washington Post’tan Ignatius ve Martin Indyk’te yapıyor. Suudi parasıyla çıkan, Al Hayat’ta yayımlanan bir yorumda da Suriye’nin toplantıya katılmasından hareketle “Şii Hilal’i çatlıyor mu?” diye sorulduktan sonra, Annapolis öncesinde “Arap liderlerinin Suriye’yi İran’la ittifak yerine Arapların genel çıkarlarına yararlı bir politika uygulamaya ikna etmeye çalıştıkları” anlatılıyor (29/11). Belli ki Suudilerin korkusu, aşağılanmaya aldırmayacakları bir düzeye ulaşmış.
Annapolis sonrası hakim olan söyleme dikkatle bakınca, ABD medyasının, İran’ı bölgedeki terörizmin, lideri ılımlıların düşmanı olarak yeniden tanımlamaya, Suriye’den kopararak tecrit etmeye, Arap devletlerini de korkmuş koyunlar olarak bir araya toplamayı amaçladığı görülüyor. Lübnan’da yeni devlet başkanı olarak Suriye ile iyi ilişkilere sahip bir generalin adının geçmesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Böylece ABD’nin “İran sorunu”nu askeri operasyona uygun bir “olgunluğa” getirmeye çalıştığı söylenebilir.
Ancak, ABD’nin Suriye’yi toplantıda hiç kale almadığını, Suriye’nin istediği hiç bir konuyu gündeme getiremediğini, bu nedenle kendini aldatılmış hissetliğini düşünen, örneğin Helena Cobban gibi saygın analistler de var. Just World News ve Christian Science Monitor yazarı Cobban, ABD’nin Annapolis ile ilgili olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine verdiği, karar taslağını, Rice hazırlamış olmasına karşın Dick Chaney bürosunun ve İsrail’in baskısıyla, Cuma günü geri çekmiş olmasına da dikkat çekerek “Chaney/İsrail -1 Dünya sıfır” diyor. Şaka bir yana bu da, Annapolis’in barış sürecini yeniden canlandırma iddiasının tam bir zırvalık olduğunu gösteren bir başka gösterge.
No comments:
Post a Comment