Bu konuya ilk değindiğimde (16/08/2021) “Rejimin ülkeyi yangın yerine çevirme pahasına ayakta kalma manevraları… göçmenler ve sığınmacılar sorunu üzerinden devam ediyor”saptamasından sonra, kimi noktaları vurgulamaya çalışmıştım.
Örneğin, Türkiye’de, “göçmenler ve sığınmacılar” olgusunu, ırkçı-sömürgeci tarihe sahip emperyalist ülkelerdeki tepkileri, tartışmaları adeta şabloncu bir mantıkla yeniden üreterek değil, “somut durumun somut-bağlamına oturtulmuş tahlili”içinde, ulus, devlet ve “bağımlı ülke” gerçeğini hesaba katarak düşünmek gerekir.
(...)
Dci-ırkçı faşizmin provokasyonlarının çapı daha da büyüdü. “Ana akım muhalefet” artık İslamcı “düzeni”, otoriter dili veri alıyor. Bu “kabullenmenin” yanına şimdi bir “mutabakat” eklendi: “Herkes”, özellikle hayat pahalılığından bunalan orta sınıflar, bu sorunu yaratan rejimi unutarak “Suriyeli düşmanlığı” ve kime yöneltildiği belirsiz bir “geri gönderin” talebi üzerinde birleşmeye, düzenin temsilcileri de bu talep ile oynamaya başladı. Süreç olarak faşizmin dinci ve ırkçı dinamikleri hızlandı.
(...)
ORTAK SORUNLAR AMA…
Bu “mükemmel” saptama ne gelişmiş ülkelerde ne de Türkiye gibi ülkelerde, sol ile işçi sınıfının yerli ve göçmen tabakaları arasındaki ilişkilerin gelişmesine, bir ortak mücadele zemininin inşasına hizmet etti. “Ortak sorunlar” var ama taraflar bu “ortak sorunları”, aynı, dolayısıyla, ortak davranmalarına izin verecek biçimde algılamıyorlar. Bu algılama farkı da iki kesim arasındaki, kültürel (ayrıcalık, dil, tarih, etnisite, din, cinsellik anlayışı gibi...) farklılıklar aşılamadığından, bir ortak iletişim ve diyalog alanı yaratılarak ortadan kaldırılamıyor. Ne yazık ki akla uygun olan, “gerçek” olmayabiliyor.
(...)
No comments:
Post a Comment