Bir dönemin sonunu simgeleyen Titanic faciasının 100. yıldönümündeyiz. Titanic’in bir buz dağına çarparak battığı dönemle günümüz arasında birçok benzerlik bulmak olanaklı. Küreselleşme, teknolojik gelişmeler, ekonomik kriz, hızla değişmekte olan uluslararası dengeler, büyük göç dalgaları, derinleşen gelir dağılımı uçurumu, yoğunlaşan sınıf mücadeleleri, emperyalizm…
Ama, gündemdeki savaş tehlikesine, kazanılmış haklara, en önemlisi kadınların ve çalışanların haklarına yönelik saldırıları, günlük yaşamda sıklaşan, yaygınlaşan “mikro faşizan” gelişmeleri izlerken benim aklıma daha çok büyük, bütünsel bir felaket hızla gelirken, iktidar ve servet biriktirme ihtiraslarının ne kadar boş ve anlamsız olduğunu anımsatan “Titanic’in güvertesinde şezlong kapma yarışı” deyimi geliyor.
Geçen hafta, okuduğum, birbiriyle yakından ilişkili bir seri haber ve bir araştırma, tam da bu deyime uygun bir duruma işaret ediyordu. Haberler Amerika’daki kuraklığın gıda fiyatları üzerindeki etkilerine, araştırma da küresel ısınmayı önleme çabalarındaki başarısızlığın dünyayı hızla, kararlı bir biçimde sürüklemekte olduğu felakete ilişkindi.
Yeni bir gıda krizi gündemde...
Dünya piyasalarında, mısır, soya fasulyesi, buğday ihracatının yaklaşık yarısını gerçekleştiren ABD’yi etkisi altına alan, 1956’dan bu yana görülmemiş şiddetteki, ekim ayına kadar sürmesi beklenen kuraklık gıda fiyatlarını hızla artırmaya başladı. Perşembe günü, mısır ve soya fasulyesi fiyatları beş haftada yüzde 50 artarak, 30 ülkede ayaklanmalara yol açan 2007-08 gıda krizinde ulaştıkları tepe noktaları geçtiler. Buğday fiyatları henüz 2007-8 döneminin üst düzeylerine ulaşmamış olmakla birlikte artmaya devam ediyor. (Financial Times 20/07/12).
Rabobank gıda stratejisti David Nelson’a göre, bugün durum 2007-08 krizinden daha vahim. Çünkü “bu kez fiyatları heç fonların spekülatif hareketleri değil gerçek, üretimden kaynaklanan baskılar artırıyor”.
Oxfam politika danışmanı Ruth Kelly, “ABD’de mısır rekoltesini düşüren sıcak dalgası ve biyoyakıta (mısırdan yapılıyor-E.Y.) olan büyük talep temel gıda fiyatlarını gittikçe daha yüksek düzeylere çektiğine” dikkat çekiyor. ABD Tarım Bakanlığı’ndan Richard Volpe, “Bu fiyat artışlarından ilk önce sığır ve tavuk eti, süt, yumurta fiyatları etkilenecektir” diyor (The Guardian 20/07/12).
Bu yıl Muson yağmurlarındaki aksamalar da gıda krizine katkıda bulunuyor. Hindistan gazetesi Mint’in aktardığına göre iklim değişikliği krizi Hindistan’ı da etkiliyor. Muson yağmurlarında bu yıl, kimi bölgelerde yüzde 40 oranında bir azalma yaşanıyormuş. Bu azalmanın etkilerinin çapı 10-15 güne kadar belli olur diyen yetkililerin, iç göç dalgasına yol açan buğday, un fiyatları, içme suyu sıkıntısı artmaya devam ederse Hindistan’ın buğday ihracatını kısıtlamaya başlamasından korkuluyor. Bu durumda dünya gıda fiyatlarının daha da artması kaçınılmaz görünüyor. Gelirinin yüzde 75’inden fazlasını gıda harcamalarına ayıran yoksul ülkelerin halk sınıflarını yeni bir açlık dalgası bekliyor.
Küresel ısınma krizi ağırlaşıyor
Rolling Stone dergisinin 2 Ağustos sayısında çıkmak üzere, cuma günü web sitesine konan “Küresel ısınmanın dehşete düşüren yeni matematiği” (Global Warming’s terrifying new math) başlıklı araştırma yazısı, bu yıl sıcaklıkların yine rekor düzeylere ulaştığına, ABD’de yaşanan kuraklığa değindikten sonra küresel ısınma sorununun artık önlenemez düzeylere ulaşarak gezegendeki yaşamın geleceğini tehlikeye soktuğunu gösteren verileri aktarıyor, özellikle üç sayıya (2°C, 565 gigaton ve 2.795 gigaton) dikkat çekiyordu.
Küresel ısınmayı engellemeye ilişkin ilk Küresel İklim Konferansı BM bünyesinde Paris’te 1995’te yapılmıştı. O günden bu yana 17 toplantı yapıldı, on sekizincisi kasım ayında Katar’da yapılacak. O günden bu yana bir gelişme olmadığı gibi son Kopenhag zirvesi, toplam Co2 emisyonunun yüzde 40’ından sorumlu ABD ve Çin arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Dahası Kopenhag zirvesinde alınan “toplam küresel ısı artışı 2°C’nin altında kalmalıdır” kararı, dünyanın en ünlü ilkim uzmanı NASA’dan James Hansen’e göre, modern zamanlarda gerçekleşen 0.8°C artışın yarattığı etkiye bakınca, çok yetersiz bir hedef, uzun dönemde de bir felaket reçetesi anlamına geliyor”.
İkinci önemli sayı 565 gigaton. Bilimsel araştırmalar, 2°C sınırının altında kalabilmek için atmosfere bırakılabilecek ek Co2 miktarının toplam 565 tonu aşmaması gerektiğini söylüyor.
Yazar, modern uygarlığın ortalama küresel sıcaklığı çoktan 0.8°C artırmış olduğuna, bundan böyle atmosfere hiç Co2 gazı salınmasa bile yüzyılın ortasına kadar ısının bir o kadar daha artarak Kopenhag hedefinin 3/4’üne ulaşacağına işaret ediyor.
Uluslararası Enerji Ajansı’nın Baş Ekonomisti Fatih Birol da, bugün egemen trendler üzerine son verilerle ilgili olarak “Bunlar yaklaşık 6 derecelik bir ısınmaya işaret ediyor. Bu da adeta kurgubilimlerdekine benzer bir gezegen yaratacak gibi görünüyor” diyormuş.
Üçüncü ve de yazara göre en korkutucu sayı 2.795 gigaton. Çünkü bu sayı, halen varlığı kanıtlanmış petrol ve gaz rezervlerindeki toplam Co2 stokunu temsil ediyor. Özel ve devlet şirketlerinin envanterlerindeki bu stok, 565 gigatonluk limitten beş kat daha fazla. Bu rezervlerin yüzde 80’inin henüz yeraltında olması bir şey değiştirmiyor. Enerji şirketlerinin hisselerinin değeri, kredi alma kapasiteleri, bu stokların kullanılmasıyla oluşacak kâr/rant varsayımı üzerinden oluşuyor. Bu 2.795 gigaton karbon içeren rezervlerin toplam değerinin 27 trilyon dolara ulaştığı hesaplanıyor.
Kısacası bu şirketler bu petrol ve gazı çıkarmaya, satmaya kararlı. Piyasalar da, yapılan yatırımlara karşılık gaz ve petrolün çıkarılmasını, tüketilmesini bekliyor. Aksi yönde, bu petrol ve gazın çıkarılmayacağına ilişkin bir açıklama bu şirketlerin hisselerinin değerlerini bir anda çökertir. Bu şirketlerin, eğer müdahale edilmezse bu rezervleri kullanmaya devam etmesi kaçınılmaz görünüyor.
Bir kez daha vurgularsak, bu varsayımlar, 2°C’nin altında kalabilmek için gerekli maksimum Co2 sınırının beş kez aşılacağı anlamına geliyor.
ABD halkının büyük çoğunluğunun Co2 üretimini sınırlamaktan yana olmasından hareketle, yazar, eğer bu sorunun çözümü vatandaşların iradesine bırakılsa, hızla ilerleme kaydedilebileceğini vurguluyor.
Ama gezegenin kaderini saptama gücü bugün yüzde 99’un değil, yüzde 1’in elinde olduğundan, bu yüzde bir kısa dönemde servetini iktidarını, korumaya öncelik verdiğinden (Titanic’in güvertesinde şezlong kapma yarışı) orta dönemde tüm insanlığın geleceği tehlikeye giriyor. Titanic buz dağına doğru adeta artık değiştirilemez olmaya başlayan rotada seyrine devam ediyor...
No comments:
Post a Comment