Avrupa Birliği liderleri, perşembe günü sabah 04.00’te, Yunanistan’ın iflasını, Avro’nun çöküşünü, küresel bir mali krizi önleyecek yeni bir kurtarma paketi üzerinde anlaştıklarını açıkladılar. O gün mali piyasalar uzun zamandır görülmeyen bir hevesle ileri atıldılar. Ancak, ihtiyatlı bir Wall Street Journal başyazısının işaret ettiği gibi, piyasalar, Brüksel’den sabaha karşı gelen haberlere daha önce de böyle heyecanlı tepkiler vermemişler miydi?
Gerçekten de cuma günü, Wolfgan Müncahu Financial Times’da, “Belki bir gün AB liderleri krizi aşacak bir paketle gelecekler, ama bugün o gün değil” yorumunu yaparken, piyasalar, kurtarma paketinin ilk anda sandıkları kadar parlak olmayabileceğinin ayırdına vararak hız kesiyorlardı.
Pakete ilişkin kaygıları kabaca iki başlık altında toplamak olanaklıydı. Birincisi, paketin sonuç alabilmesi için, halk deyişiyle bir “olsayla bulsa bir araya gelse” durumu söz konusuydu. İkincisi, tüm bu “olsalar ve bulsalar” sonunda “bir araya gelseler” bile paket mali krizin aşılması için gerekli temel koşulu, ekonomik büyümeyi teşvik edecek gibi görünmüyordu.
Bu ekonomik kaygıların yanı sıra bir de süreci iyice zorlaştıracak gibi görünen bir kaygı daha giderek öne çıkıyordu. La Stampa’da Enrico Rusconi’nin perşembe günü vurguladığı gibi, bu kaygı “ulusal egemenlik” konusuyla ilgiliydi: Mali krize müdahale süreci ilerledikçe Almanya’nın egemenliği ve AB üzerindeki hegemonyası güçlenirken, yalnızca Yunanistan, Portekiz gibi görece küçük ülkelerin değil, AB’nin üçüncü büyük ekonomisi İtalya’nın bile ulusal egemenliği giderek zayıflıyordu...
‘Olsayla bulsa...’
Perşembe günü açıklanan kurtarma paketinin içeriğini üç başlık altında özetleyebiliriz. (1) Yunanistan’dan alacağı olan bankalar, bu alacaklarının yüzde 50’sini gönüllü olarak silecekler. Böylece Yunanistan’ın borçlarının GSMH’ye oranı 2020 yılına kadar yüzde 160’tan yüzde 120’ye (Mali İstikrar Paktı’nın koyduğu yüzde 60 sınırının iki katı) inecek. (2) Avrupa Finansal İstikrar Fonu (EFSF) 440 milyar Avro’dan, 1 triyon Avro’ya yükselecek. Bu, miktar konuyu yakından izleyen yorumcuların gerekli gördüğü büyüklüğün ancak yarısına ulaşıyor (The Times, Le Monde, 28/10/011). (3) Bankalar Haziran 2012’ye kadar sermaye tabanlarını güçlendirmek için toplam 106 milyar Avro yeni kaynak bulacak, rezerv oranlarını yüzde 9’a yükseltecekler.
Paketle ilgili ilk sorun bu “gönüllü” kavramından kaynaklanıyor. Bu kavram Yunanistan’ın iflas ettiğini gizleyerek CDS denen kredi sigorta sorumlulukları zincirinin devreye girmesini önlemeyi amaçlıyor. Ancak CDS’leri kullanmak bazı bankalar için daha avantajlı olabiliyor. Bankaları gönüllü olarak borç silmeye Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) ikna edecek. Ne kadar başarılı olacağı henüz belli değil. Diğer taraftan, bankaların bu borç silme operasyonunu gerçekleştirmeden önce, sermaye tabanlarını güçlendirmek için gereken 106 milyar doları nereden bulacakları da henüz belli değil.
EFSF’nin 440 milyar Avro’dan 1 triyon Avro’ya yükseltilmesine gelirsek... Birincisi, halen Fon’da yalnızca 220 milyar Avro var. Bunu trilyona yükseltmek için gerekli kaynak, AB üye ülkeleri “vergi mükelleflerine” yeni yük getirilmeyeceği ısrarla vurgulandığına göre, esas olarak başta Çin olmak üzere kimi rezervleri kuvvetli ülkelerin devlet fonlarından sağlanacak. Bunun ışık tuttuğu jeopolitik görüntü bir yana, bu ülkelerin bu yatırım karşılığında dayatacakları ekonomik, özellikle de siyasi koşulların AB için kabul edilir olmasına bağlı (Spiegel, 28/10/011).
Paketin bu aşaması da başarıyla tamamlansa, Yunanistan’ın borcunun yarısı silinse bile geride kalan miktar, sürdürülebilirliği sağlamak, daha uygun koşullarla da olsa yeni borçlanmaları gerektirecek. Borçların büyümeye devam etmemesi için Yunanistan ekonomisinin kaynak yaratması; diğer bir deyişle büyümeye başlaması gerekiyor. Yunanistan hükümeti, harcamaları keser, işten çıkarmalara devam eder, varlıklarını satarken toplumsal muhalefet meydanlarla genel grevler arasında gidip gelirken, bu büyüme nasıl sağlanacak? Cumartesi günü Berlusconi “Avro’ya kimse güvenmiyor” derken, Financial Times’a göre “piyasalar artık İtalya’ya güvenmiyordu.” La Reppublica da “krizin İtalya ve İspanya’ya bulaşma olasılığının IMF’yi alarma geçirdiğini” bildiriyordu.
‘Avrupa’da egemenlik kimde?’
Açıklanan kurtarma paketinin ayrıntılarını, özellikle de bu paketin içeriğinin hazırlanma koşullarını düşünürken, tartışmalar aniden adeta başa, Avro’nun ilk yaratıldığı sırada gündemde olan, “Arkasında siyasi bir egemenlik olmayan bir para yaşayabilir mi” sorusuna geri döndü. Bu soruya geri dönen tartışmaların en ilgincine İtalyan gazetesi La Stampa’da rastladım.
Enrico Rusconi, yorumunda, sorunu çok berrak bir biçimde koyuyordu: “Bugün Avrupa’da egemenlik nerede bulunuyor?” Rusconi, olası cevapların sonuçları üzerinde düşünmeye devam ederken muhafazakâr Alman hukuk ve siyaset teorisyeni Carl Schmitt’in “egemen olan, olağanüstü koşulun (sıkıyönetim anlamına da geliyor-E.Y) uygulanması konusunda karar alabilendir” tanımına başvuruyor. Bugün Avrupa’da bir “olağanüstü koşullar” uygulaması var. Bu ortamda Berlin ve Roma’nın durumlarını karşılaştırırsak diye devam ediyor... Alman parlamentosu Bundestag, Merkel’in raporunu dikkatle dinliyor; Merkel’i, Avro’yu koruma, işin gerekenleri yapmak konusunda yetkilendiren kararı alıyor.
Merkel bu kararı uygulamaya başladığında “diğer üye ülkelerin hükümetlerine bu karar doğrultusunda yeniden şekillenmek düşüyor”. Rusconi’ye göre bu olgu, “egemenliğin Bundestag’da olduğunu”, diğer, “parlamentosu felç olmuş, siyasetinde iktidarsızlık yaşayan İtalya gibi AB ülkelerinin bir egemenlik kaybı yaşadığını gösteriyor”.
Bu yoruma Fransa’nın muhafazakâr gazetesi Le Figaro da katılıyordu. Le Figaro, “Merkel ile Berlusconi arasında seçim yaparken tereddüt edecek değiliz” dedikten sonra ekiyordu: “Almanya’nın egemenliği doğmakta olan mimarinin bir unsurudur. Bu Avrupa projesini yeniden Almanya ile el ele inşa etme konusunda bizi motive etmelidir”(Le Figaro, 26/10/011).
Yunan gazetelerine kısaca bir göz atınca, bu “yeniden inşaya” katılma bağlamında motive olmayan tek ülkenin İtalya olmadığını görüyoruz. Örneğin, Eleftherotypia paketin açıklandığı gün “İçi Alman tanklarıyla dolu” başlığıyla çıkarken, yazarlarından Moses Lychees cumartesi günü, “Bankaların saçı biraz kesilse ne olur? Biz Yunanlılar, Portekizliler, İspanyollar, İtalyanlar... çalışma ve toplumsal haklarımız söz konusu olduğunda koyun gibi kırkıldık” diye yazıyordu. Prof. Nikou Kotza, “Avrupa’da borçlandırma yoluyla bir imparatorluk kurulduğundan”... “otoriter demokrasiye doğru ilerlendiğinden” söz ediyordu.
Kathimerini gazetesine bir yorumuyla katılan Handelsblatt (Almanya’nın finans gazetesi) editörü Steingart, dayatılan ekonomi politikasını, Rusya’da uygulanan “şok terapiye” benzetiyor. “Dr. Şok demokrasinin düşmanıdır”... “Ben Yunanistan’da yaşıyor olsam bir gözüm ordunun üzerinde olurdu” diyor.
Gerçekten de cuma günü, Wolfgan Müncahu Financial Times’da, “Belki bir gün AB liderleri krizi aşacak bir paketle gelecekler, ama bugün o gün değil” yorumunu yaparken, piyasalar, kurtarma paketinin ilk anda sandıkları kadar parlak olmayabileceğinin ayırdına vararak hız kesiyorlardı.
Pakete ilişkin kaygıları kabaca iki başlık altında toplamak olanaklıydı. Birincisi, paketin sonuç alabilmesi için, halk deyişiyle bir “olsayla bulsa bir araya gelse” durumu söz konusuydu. İkincisi, tüm bu “olsalar ve bulsalar” sonunda “bir araya gelseler” bile paket mali krizin aşılması için gerekli temel koşulu, ekonomik büyümeyi teşvik edecek gibi görünmüyordu.
Bu ekonomik kaygıların yanı sıra bir de süreci iyice zorlaştıracak gibi görünen bir kaygı daha giderek öne çıkıyordu. La Stampa’da Enrico Rusconi’nin perşembe günü vurguladığı gibi, bu kaygı “ulusal egemenlik” konusuyla ilgiliydi: Mali krize müdahale süreci ilerledikçe Almanya’nın egemenliği ve AB üzerindeki hegemonyası güçlenirken, yalnızca Yunanistan, Portekiz gibi görece küçük ülkelerin değil, AB’nin üçüncü büyük ekonomisi İtalya’nın bile ulusal egemenliği giderek zayıflıyordu...
‘Olsayla bulsa...’
Perşembe günü açıklanan kurtarma paketinin içeriğini üç başlık altında özetleyebiliriz. (1) Yunanistan’dan alacağı olan bankalar, bu alacaklarının yüzde 50’sini gönüllü olarak silecekler. Böylece Yunanistan’ın borçlarının GSMH’ye oranı 2020 yılına kadar yüzde 160’tan yüzde 120’ye (Mali İstikrar Paktı’nın koyduğu yüzde 60 sınırının iki katı) inecek. (2) Avrupa Finansal İstikrar Fonu (EFSF) 440 milyar Avro’dan, 1 triyon Avro’ya yükselecek. Bu, miktar konuyu yakından izleyen yorumcuların gerekli gördüğü büyüklüğün ancak yarısına ulaşıyor (The Times, Le Monde, 28/10/011). (3) Bankalar Haziran 2012’ye kadar sermaye tabanlarını güçlendirmek için toplam 106 milyar Avro yeni kaynak bulacak, rezerv oranlarını yüzde 9’a yükseltecekler.
Paketle ilgili ilk sorun bu “gönüllü” kavramından kaynaklanıyor. Bu kavram Yunanistan’ın iflas ettiğini gizleyerek CDS denen kredi sigorta sorumlulukları zincirinin devreye girmesini önlemeyi amaçlıyor. Ancak CDS’leri kullanmak bazı bankalar için daha avantajlı olabiliyor. Bankaları gönüllü olarak borç silmeye Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) ikna edecek. Ne kadar başarılı olacağı henüz belli değil. Diğer taraftan, bankaların bu borç silme operasyonunu gerçekleştirmeden önce, sermaye tabanlarını güçlendirmek için gereken 106 milyar doları nereden bulacakları da henüz belli değil.
EFSF’nin 440 milyar Avro’dan 1 triyon Avro’ya yükseltilmesine gelirsek... Birincisi, halen Fon’da yalnızca 220 milyar Avro var. Bunu trilyona yükseltmek için gerekli kaynak, AB üye ülkeleri “vergi mükelleflerine” yeni yük getirilmeyeceği ısrarla vurgulandığına göre, esas olarak başta Çin olmak üzere kimi rezervleri kuvvetli ülkelerin devlet fonlarından sağlanacak. Bunun ışık tuttuğu jeopolitik görüntü bir yana, bu ülkelerin bu yatırım karşılığında dayatacakları ekonomik, özellikle de siyasi koşulların AB için kabul edilir olmasına bağlı (Spiegel, 28/10/011).
Paketin bu aşaması da başarıyla tamamlansa, Yunanistan’ın borcunun yarısı silinse bile geride kalan miktar, sürdürülebilirliği sağlamak, daha uygun koşullarla da olsa yeni borçlanmaları gerektirecek. Borçların büyümeye devam etmemesi için Yunanistan ekonomisinin kaynak yaratması; diğer bir deyişle büyümeye başlaması gerekiyor. Yunanistan hükümeti, harcamaları keser, işten çıkarmalara devam eder, varlıklarını satarken toplumsal muhalefet meydanlarla genel grevler arasında gidip gelirken, bu büyüme nasıl sağlanacak? Cumartesi günü Berlusconi “Avro’ya kimse güvenmiyor” derken, Financial Times’a göre “piyasalar artık İtalya’ya güvenmiyordu.” La Reppublica da “krizin İtalya ve İspanya’ya bulaşma olasılığının IMF’yi alarma geçirdiğini” bildiriyordu.
‘Avrupa’da egemenlik kimde?’
Açıklanan kurtarma paketinin ayrıntılarını, özellikle de bu paketin içeriğinin hazırlanma koşullarını düşünürken, tartışmalar aniden adeta başa, Avro’nun ilk yaratıldığı sırada gündemde olan, “Arkasında siyasi bir egemenlik olmayan bir para yaşayabilir mi” sorusuna geri döndü. Bu soruya geri dönen tartışmaların en ilgincine İtalyan gazetesi La Stampa’da rastladım.
Enrico Rusconi, yorumunda, sorunu çok berrak bir biçimde koyuyordu: “Bugün Avrupa’da egemenlik nerede bulunuyor?” Rusconi, olası cevapların sonuçları üzerinde düşünmeye devam ederken muhafazakâr Alman hukuk ve siyaset teorisyeni Carl Schmitt’in “egemen olan, olağanüstü koşulun (sıkıyönetim anlamına da geliyor-E.Y) uygulanması konusunda karar alabilendir” tanımına başvuruyor. Bugün Avrupa’da bir “olağanüstü koşullar” uygulaması var. Bu ortamda Berlin ve Roma’nın durumlarını karşılaştırırsak diye devam ediyor... Alman parlamentosu Bundestag, Merkel’in raporunu dikkatle dinliyor; Merkel’i, Avro’yu koruma, işin gerekenleri yapmak konusunda yetkilendiren kararı alıyor.
Merkel bu kararı uygulamaya başladığında “diğer üye ülkelerin hükümetlerine bu karar doğrultusunda yeniden şekillenmek düşüyor”. Rusconi’ye göre bu olgu, “egemenliğin Bundestag’da olduğunu”, diğer, “parlamentosu felç olmuş, siyasetinde iktidarsızlık yaşayan İtalya gibi AB ülkelerinin bir egemenlik kaybı yaşadığını gösteriyor”.
Bu yoruma Fransa’nın muhafazakâr gazetesi Le Figaro da katılıyordu. Le Figaro, “Merkel ile Berlusconi arasında seçim yaparken tereddüt edecek değiliz” dedikten sonra ekiyordu: “Almanya’nın egemenliği doğmakta olan mimarinin bir unsurudur. Bu Avrupa projesini yeniden Almanya ile el ele inşa etme konusunda bizi motive etmelidir”(Le Figaro, 26/10/011).
Yunan gazetelerine kısaca bir göz atınca, bu “yeniden inşaya” katılma bağlamında motive olmayan tek ülkenin İtalya olmadığını görüyoruz. Örneğin, Eleftherotypia paketin açıklandığı gün “İçi Alman tanklarıyla dolu” başlığıyla çıkarken, yazarlarından Moses Lychees cumartesi günü, “Bankaların saçı biraz kesilse ne olur? Biz Yunanlılar, Portekizliler, İspanyollar, İtalyanlar... çalışma ve toplumsal haklarımız söz konusu olduğunda koyun gibi kırkıldık” diye yazıyordu. Prof. Nikou Kotza, “Avrupa’da borçlandırma yoluyla bir imparatorluk kurulduğundan”... “otoriter demokrasiye doğru ilerlendiğinden” söz ediyordu.
Kathimerini gazetesine bir yorumuyla katılan Handelsblatt (Almanya’nın finans gazetesi) editörü Steingart, dayatılan ekonomi politikasını, Rusya’da uygulanan “şok terapiye” benzetiyor. “Dr. Şok demokrasinin düşmanıdır”... “Ben Yunanistan’da yaşıyor olsam bir gözüm ordunun üzerinde olurdu” diyor.
No comments:
Post a Comment