“G8 ve G20 zirvelerinden dünyaya bakanlar hiç de iyi bir görüntü ile karşılaşmadılar”sözleriyle aktardığım durumun, bir başka boyutu daha var. Bunu yazmaya hazırlanırken aklıma, John Cleese’in,Clockwise (saat yönünde) başlıklı komedi filmindeki sözleriyle Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi yapıtının ilk açılış cümlesi geldi.
Yeis tamam da, umut zor…
Clockwise, yaşamını saniyesine kadar planlayarak yaşayan bir lise müdürünün (Cleese) bir konferansta sunuş yapmaya giderken başına gelen saçma sapan rastlantılara bağlı olarak öznelliğinin yapısının altüst olmasıyla ilgili bir komedi filmi. Filmde bir noktada Cleese “Yeis sorun değil. Onunla yaşayabilirim, benim dayanamadığım şey umuttur” diyordu.
Üç asırlık Batı merkezli kapitalist dünya sistemi, geride bıraktığımız 30 yıl boyunca, mali kriz patlak verene kadar, finansal kârlara dayalı, dünyanın çevre koşullarını her gün biraz daha yıpratan neo-liberal model altında hızla parazitleşmişti. Bu var oluşun ideolojisi,“tarihin bittiğine” başka bir gelecek olmadığına ilişkindi. İnsanlık da, artık bundan sonra önemli bir “olay” yaşayamayacağına ilişkin bir iç sıkıntısı ve yeis içinde yaşamayı öğreniyordu, gittikçe daha bencil, zevk ilkesine göre yaşayan kimlikler edinerek… 11 Eylül, Afganistan ve Irak fiyaskoları bile bu algıyı değiştiremedi. Bunlar, Batı merkezli dünyaya direnen uzak geçmişin giderek soluklaşan ekoları değil miydi?
Mali kriz, bu algıları, egemen ideolojisiyle birlikte sarstı. Son 25 yılın parlaklığı aslında bir serap mıydı? Bu hafta The Economist’in“borç” konulu ekindeki, “Borçlanma geçen 25 yılın tüm ekonomik sorunlarına çare oldu”saptaması, bu kuşkuların, en olmayacak yerleri de etkileyerek arttığını, 25 yılın ekonomik modellerinin, insana ve topluma ilişkin varsayımlarının çözülmeye başladığını, tarihin yeniden ucu açık bir yola girdiğini gösteriyor.
Yeisle yaşamaya alışmış olan insanlık, şimdi bu krizden çıkınca daha iyi bir dünya bulma umuduyla yüzleşmek durumunda. Bu kolay bir durum değil: Zamanlar, artık değişmesi beklenmeyen “bugünün”, geride kalmaya başlamasıyla, yarının inşa edilmesi gibi bir sorunu getiriyor karşımıza.
Kapitalizm, çok katmanlı, çoğu uzlaşmaz çelişkilerden oluşan bir toplumsal yapı. Bu yüzden “umut”, “parlak döneme geri dönmekten”, “her şeyi olduğu gibi korumak içi her şeyi değiştirmekten”, başka bir kapitalizm umuduna, hatta başka bir toplumsal yapı kurmaya kadar, çok farklı anlamlara gelebiliyor.
En kötüsü ve en iyisi
İşte bu yüzden olacak, zirveden bakınca görünenler, Dickens’ın yapıtının girişindeki gibi, birilerine “zamanların en kötüsü”, bir başkalarına da “zamanların en iyisi”olarak gelebiliyor.
ABD ve Avrupa’da mali kriz, liderlik krizi, sosyal çalkantılar, savaşlar, giderek artan yoksullaşma ve işsizlik, giderek zayıflayan özgüven, tedirginlik… Egemen “umut”krizden çıkarken her şeyi olduğu gibi koruyabilmiş olmaya ilişkin…
Ama bu krizi “Her felaket her zaman büyük toplumsal ilerlemelerin katalizörüdür”sözleriyle karşılayanlar da var. Örneğin, Çin Çağdaş Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden (devlet kurumu) Dr. Wang Zaibang (ABD, Kanada ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin önde gelen üç düşünce kuruluşunun birlikte hazırladığı, “Liderlik ve Küresel Yönetişim Gündemi: Üç Ses” başlıklı rapor, sf. 15) bunlardan biri.
Belli ki Çin seçkinleri, krizi, kendi yükselme dinamikleri açısından bir fırsat olarak görüyor; Batı analistlerinin kıskançlıkla gözlemlediği gibi, büyük bir başarıyla kullanıyor.
Çin devleti ülkesinde bilimsel, teknolojik gelişmeyi destekliyor, işçi ücretlerinin artmasına, grevlere göz yumarak, iç pazarı güçlendiriyor. Böylece çoğu Batı firmalarının taşeronu, düşük ücrete dayalı, ihracata yönelik üretim, yerini, yüksek katma değere, teknolojiye dayalı bir modele bırakmaya başlıyor.
Diğer taraftan Çin, Afrika’da, Latin Amerika’da, kaynaklara ulaşmaya yönelik ikili anlaşmalar yapıyor; mali krizin vurduğu, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan gibi AB ülkelerine el uzatıyor, yatırım, ticaret anlaşmaları yaparak AB pazarında kendine yer açıyor. Kazakistan’la gaz boru hattı anlaşması, Sri Lanka, Bangladeş ve Pakistan’la derin liman inşası projeleri, Pakistan’la nükleer santral projesi için adım atan Çin’in demokrasi, insan hakları gibi değer yargılarından bağımsız, salt sermayenin ve coğrafyanın mantığınagöre hareket ettiği görülüyor.
Bu mantık ise her zaman, kendiliğinden emperyalizme açılıyor. Bu yüzden bir başka umut daha gerekiyor insanlığa…
No comments:
Post a Comment