Bugün İsrail’in, Lübnan’da Hizbullah hedeflerine saldırısıyla başlayan temmuz savaşının dördüncü yıldönümü. Yine Ortadoğu’da savaş rüzgârları esiyor.
“Savaş rüzgârları ne zaman dindi ki, savaş beklentileri ne zaman azaldı ki?” diyebilirsiniz; ne de olsa burası Ortadoğu. Ancak, geçen haftalarda yoğunlaşan, kimi olaylara, bölge medyasındaki yorumlara bakınca, olağan dışı bir durumun şekillenmekte olduğu düşünülebilir.
Lübnan’da gerginlik
Geçen haftalarda, 2006 savaşından sonra, İsrail ile Lübnan sınırının güvenliğini korumak, İsrail’e yönelik saldırıları önlemek, Litani nehrinin güneyinin silahsızlandırılmasını sağlamak için yerleştirilen Birleşmiş Milletler güçlerine (UNIFIL) yönelik, “bölge sakinlerinin tepkilerinden” kaynaklanan taciz saldırılarında belirgin bir artış görülüyordu. UNIFIL’e yönelik bu taşlı sopalı saldırıların düzeyi, önceki hafta bir derece daha yükseldi. Daha önce Ganalı askerler taşlanmış, Hintli askerlerin fotoğraf makineleri gasp edilmişti. Bu kez de saldırganlar Fransız askerlerinden oluşan birliği etkisiz hale getirerek silahlarını almışlar.
Cuma günü Ajans France Press, Lübnan Genelkurmay Başkanı’nın, böyle bir durumun bir daha gerçekleşmeyeceğine, UNIFIL’in güvenliğinin yüzde yüz sağlanacağına ilişkin güvence verdiğini aktarıyordu. Hizbullah sözcüsüyse, UNIFIL’in kendisine verilen yetkilerin dışına çıkmazsa, “bölge sakinlerinin” tepkisini çekmeyeceğini söylemiş...
Suudi Arabistan gazetesi Al Hayat’ta, Hasan Haydar bu gelişmeleri irdeliyor, bölge sakini köylüler, “UNIFIL’in yetkilerinin dışına çıktığını, acaba nereden biliyor?” diyerek, olayların bizzat Hizbullah tarafından düzenlendiğini ileri sürüyordu (08/07). Böylece ortaya şöyle garip bir durum çıkmıştı: UNIFIL, Hizbullah’ı denetlemek, Lübnan ordusuna destek olmak için gelmişti. Şimdi, yerel halkın tepkilerine karşı Lübnan ordusu tarafından korunması gerekiyor.
Al Hayat yazarının yorumu okuyucuyu, doğrudan, “Hizbullah UNIFIL’in işlevini tümüyle nötralize etti, inisiyatifi yeniden ele aldı, dolayısıyla, İsrail açısından yine bir güvenlik sorunu oluştu” sonucuna götürüyor. Dahası, Haydar’ın, gelecekteki olası bir İsrail saldırısını meşrulaştıran yorumunda, “BM yaptırımları onaylandı, ABD ve AB ek yaptırımlar getiriyorlar, bu koşullarda, Tahran’da birileri, İran üzerindeki baskıyı azaltmak için bazı bölgelerde kimi açılımlar gerekebileceğini” düşünmüş olabilir diyerek, İran’ı da denklemin içine sokuyordu. Haydar’ın yorumu, Sünni Arap ülkelerinin giderek yükselen İran korkusunu yansıtıyor.
Lübnan’da giderek artan gerginliğin bir diğer göstergesi de İsrail ordusunun, beklenmedik bir kararla, Hizbullah üslerini, askeri yığınaklarını gösteren, haritaları, fotoğrafları ve videoları basına açıklamasıydı. Yaakov Katz’ın yorumuna göre, bu olağanüstü tutumun arkasında esas olarak iki neden yatıyordu. Birincisi, İsrail ordusu Hizbullah’a, “nerede olduğunu biliyoruz” diyordu. İkincisi, İsrail ordusu 2006 savaşında ve Mavi Marmara olayında yapılan hataları tekrarlamak istemiyordu. Bu kez dünya kamuoyu, olaylar başlamadan önce durum hakkında bilgilendirilecek, İsrail’in gerekçeleri kapsamlı bir biçimde anlatılacaktı (Jarusalem Post, 08/07)
İran korkusu
Al Hayat yazarının Lübnan’da gerginliklerden Hizbullah’ı sorumlu tutan, gelişmeleri İran’la ilişkilendiren yorumunun, bölgedeki kaygıları yansıttığına yukarda işaret ettim.
Anımsarsanız, geçen ay, İran’a yönelik bir savaş durumunda Suudi Arabistan’ın hava sahasını İsrail’e açmayı kabul ettiği ileri sürülmüştü (The Times 12/06). Arkasından İsrail istihbarat sitesi DEBKA, bir grup ABD savaş gemisinin körfeze gitmek üzere Süveyş kanalından geçtiğini aktarmıştı. DEBKA güvenilir bir kaynak değil. Ancak Pentagon kaynaklarının bu haberi Press TV’ye onaylaması (21/06), Al Quds gazetesinin, Mısır kaynaklarına dayanarak, 11 firkateyn ve bir uçak gemisinin Süveyş’ten Kızıl Deniz’e geçtiğini bildirmesi, (Haaretz, 24/06) bir şeylerin başlamış olabileceğini düşündürüyordu. Al-Quds gazetesi yorumunda, ABD ve İsrail’in, Mısır’la birlikte İran’a yönelik bir saldırı hazırlığı içinde olduğunu da ileri sürüyordu.
Aynı günlerde FARS haber ajansı, İsrail helikopterlerinin Suudi Arabistan’ın Tabuk havaalanına malzeme indirdiğini iddia edince, eğer haber doğruysa, İran karşıtı koalisyona Suudi Arabistan da eklenmiş oluyordu. Ama en önemli petrol kuyuları Şiilerin yoğun olduğu bölgelerde bulunan Suudi Arabistan’dan başka ülkeler de İran’ın atom bombası yapma olasılığından korkuyorlar.
Birleşik Arap Emirliği’nin Washington Büyükelçisi Yousef al-Otaiba’nın, geçen hafta Aspen kasabasında bir konferansta konuşurken “Ben yalnızca BAE adına konuşabilirim, ancak, bu İran’ı frenlemek, caydırma sözleri beni gerçekten çok tedirgin ediyor. Bunların işe yarayacağına neden inanayım ki. Bugün İran’ın nükleer gücü yok, ama bölgedeki davranışlarını frenleyemiyoruz. Nükleer programları olunca nasıl sınırlayacağız?” (The Atlantic Monthly 06/07) sözleri İran karşıtı koalisyonun giderek, bölgedeki tüm Sünni Arap ülkelerini kapsamaya başladığını gösteriyordu.
Örneğin Mısır ve Ürdün’ü ziyaret eden İsrail heyeti, bu kez farklı bir havayla karşılaşmış. Bu iki ülkenin yönetimleri, İran’ın atom bombası yapması halinde Müslüman Kardeşler’e koruyucu bir nükleer şemsiye sunmasından korkuyorlarmış (Jarusalem Post, 09/07).
Gazze’deki Hamas’la aynı çizgiyi paylaşan Müslüman Kardeşler, Mısır’da ve Ürdün’de ana muhalefet hareketlerini oluşturuyorlar. Mısır’da Mübarek hükümetinin geçen aylarda bir Hizbullah hücresi olduğu iddiasıyla kimi Şii ve İran uyrukluları tutuklaması da çok anlamlıydı.
Bölgede, istikrarı ve barışı daha da zorlaştıracak bir diğer kaygı verici gelişme de, genelde siyasal İslam, özelde Müslüman Kardeşler içinde, radikal eğilimlerin giderek güçlenmesiyle ilgili. Daha önce değinmiştik, Mısır’da siyasal İslam içinde iki önemli gelişme yaşanıyor. Birincisi, Müslüman Kardeşler hareketinde, Aralık 2009 seçimlerinin de gösterdiği gibi iktidar olmaya yönelik daha radikal bir siyasi strateji öneren genç bir kuşak yükseliyor. Müslüman Kardeşler dışında, çok daha radikal, köktendinci Salafi bir hareket giderek güçleniyor (Arab Reform Bulletin, 09/03/09; Al-Masry Al-Youm, 27/04/2010, Le Monde Diplomatique, Temmuz 2010). Benzer bir radikalleşmenin Ürdün Müslüman Kardeşler içinde de yaşandığı, akımın, seçimleri boykottan yana “şahinler” ve siyasi katılımdan yana olan “güvercinler” olarak ikiye bölünmeye başladığı görülüyor (Hadeel Ghabun,Al-Ghad, 27/06/, Jordan Times, 20/06/2010).
Ortadoğu kazanı giderek artan bir enerjiyle kaynarken, sözde stratejik bir derinliğe sahip Türkiye’nin “sıfır sorun” dış politikası, İran’la, Hamas ve Müslüman Kardeşler’le ilişkileri ne durumda acaba?
No comments:
Post a Comment