Geçen hafta açıklanan veriler Avro bölgesinde, umulandan daha yavaş da olsa bir ekonomik toparlanmaya işaret ediyordu.EuroStat verilerine göre Avro bölgesi III. üç aylık dönemde yüzde 0.4 büyümüş. Ancak hem bu toparlanmayı destekleyen etkenler, özellikle kamu borçlarındaki hızlı artışlar, hem de Avro ülkelerinin ekonomileri arasında giderek büyüyen farklılaşmalar, orta ve uzun dönemde birlik sürecini tehdit ediyor.
Resim oldukça bulanık
Geçen hafta yayımlanan verilerSatın Alma Müdürleri (PMI) indeksinin beş ay önce başladığı yükselme trendini aralık ayında da koruduğunu gösterdi. Üretim, siparişler, istihdam, stoklar, tedarikçi performansı gibi verilerin bileşiminden oluşan indeks aralık ayında 2007’den bu yana en hızlı artışı göstermiş(Market Watch 06/01/10). Sanayi üretiminde III. ve IV. üç aylık dönemlerde güçlü bir artış söz konusu (Wall Street Journal, 07/01/10). Financial Times da Avrupa Komisyonu’nun hazırladığı Avro bölgesi Güven İndeksi’nin 18 ayın en yüksek düzeyine çıktığını aktarıyor (07/01/10). Ancak, aralık ayında 91.3 düzeyine ulaşan indeks hâlâ uzun dönemli ortalamanın (100) altında seyrediyor.
Diğer taraftan, hem perakende satışlarında, kasımda bir önceki aya göre yaşanan sert düşüş (gerçi Noel nedeniyle aralıkta yeniden artması bekleniyor), hem de aralık ayında yüzde 10’a ulaşan işsizlik oranı, ekonomik toparlanmaya gölge düşürüyor.
Perakende satışlarda, özellikle Almanya’da yaşanan yüzde 1.1’lik düşüş, bu ülke bölgenin ekonomik lokomotifi olduğundan oldukça kaygı verici. Kaygı verici bir diğer gelişme de indekste gıda maddelerinin dışında kalan sektörlerde görülen sert düşüşler. Gözlemciler, otomobil satışlarına verilen finansal desteğin diğer sektörlerdeki satışları olumsuz etkilediğini söylüyorlar. (Wall Street Journal 08/01/10).
Diğer taraftan, PMI, işsizlik oranları, kamu borçları gibi veriler Avro bölgesinde zayıf ve güçlü ekonomiler arasındaki farkların açılmaya devam ettiğini gösteriyor. PMI’leri, İspanya, İtalya ve Yunanistan’ın, Fransa ve Almanya’nın gerisinde kaldığını gösteriyor (WSJ, 07/01/10). Kamu borçları ve işsizlik verilerindeyse İspanya (19.1), Yunanistan (9.7), İtalya (8), Almanya’nın (7.6) önünde gidiyorlar.
Birliği tehdit eden etkenler...
Avrupa Birliği’nde tek bir ekonomik modelin (para, faiz politikası, İstikrar Paktı), ekonomik güçleri (üretkenlik, sanayileşme, uluslararası rekabet) birbirinden çok farklı ülkelere uygulanıyor olması, uzun dönemde birlik sürecini tehdit eden en güçlü etken. Avrupa Birliği içinde, güçlü ve zayıf, diğer bir deyişle “merkez” ve “çevre”ekonomileri arasında oluşan eklemlenmenin yarattığı yapılanma da bu farklılıkların uzun dönemde, aşılmasına hatta sürdürülmesine olanak verecek özellikte değil. Kimi yorumcular, finansal risklerin, devlet iflaslarının, işsizlikle ilgili siyasi dinamiklerin ülkeleri kendi içlerine dönmeye, finansal piyasaları yerelleşmeye iterek bir“Balkanlaşmaya” yol açmasından endişe ediyorlar (James Saft,Reuters, 07/01/10). Yunanistan (üye), İzlanda (üye adayı) gibi ülkelerin mali krizleri derinleşirken, Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB), aralık ayı içinde, hukuki danışmanlarına üye ülkelerin hangi koşullarda üyelikten çıkabileceklerine, ya da çıkarılabileceklerine ilişkin bir rapor hazırlatmış olması da (Wall Street Journal 30/12/09) düşündürücü.
Ya Avro olmasaydı?
Ortak para birliğine geçildiğinden bu yana her fırsatta vurguladığımız gibi, birhegemonya projesi olarak Avrupa Birliği’nin geleceği üzerine sağlıklı bir karar verebilmek için öncelikle birlik sürecinin ilk büyük resesyonda vereceği sınava bakmak gerekiyordu.
Şimdi, tam da bu noktadayız.Financial Times’ın baş ekonomik yorumcusu Martin Wolf’un geçen haftaki yazısı da bu konuya değiniyordu. Wolf, eğer Avro olmasaydı Yunanistan, İrlanda, İtalya, Portekiz, İspanya paraları D-Mark karşısında sert devalüasyonlar yaşamak zorunda kalacaklardı, Avro bunu engelledi diyor. Ama finansal kriz öncesi dönemde, Avrupa Merkez Bankası’nın izlediği düşük faiz politikası çevre ülkelerinin ekonomilerini de belli bir yönde şekillendirmiş. 2006 yılının başında, Avro bölgesine bakınca genelde bir denge görmekle birlikte, bir tarafta Almanya ve Hollanda gibi ülkelerin cari hesap fazlalarına karşılık öbür tarafta, İspanya gibi ülkelerde enflasyonist bir ortam (canlı bir talep) ve büyük açıklar görüyoruz.
Bu görüntü de bize Avro bölgesinde, “merkez” ve “çevre”arasındaki ilişkinin temel niteliğini açıklıyor. İspanya, Yunanistan gibi çevre ülkelerinin hem işletmeler hem de hane halkı kazandıklarından fazla harcıyorlar ve borçlanıyorlar. Merkez ülkeleri biriktiriyor ve borç veriyor. Bu denkleme bir başka açıdan bakarsak (ki Wolf da bu durumun farkında) rekabet gücü düşük ülkeler bunu devalüasyonla bir ölçüde gideremedikleri için, rekabet gücü yüksek ülkelerin, üretim (kapasite) fazlasını emen bölgelere, merkezin kriz eğilimlerini “mekâna kaçarak çözme” (“spatial fix”-Harvey) eğiliminin hedef alanlarına dönüşüyorlar. Böylece Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkeler hem kapasite fazlasının yarattığı sorunları hafifletiyor, hem de çevre ülkelerin ithalatlarını (büyümelerini) finanse edecek kredilerle, finansal fazlayı değerlendirebiliyorlar. Ama bu arada da, Avro’nun üretkenliği düşük, uluslararası piyasalarda rekabet gücü zayıf ekonomilerin büyüme dinamiklerinin de Avro’nun üretkenliği, uluslararası rekabet gücü yüksek ekonomilerin sermaye hareketlerine bağımlı hale geldiğini, sürdürülemez bir dengenin şekillendiğini görüyoruz.
Kredi krizi patlak verip de, kredi piyasaları kilitlenince, bu finansal olarak dışa bağımlı ülkelerde büyüme oranlarını tepetaklak edecek mali krizler şekillenmeye başladı. Böylece Avro sayesinde döviz krizini atlatanlar şiddetli bir borç krizine ve resesyona düştüler.
Bu çevre ülkelerinin, ulusal ekonomilerini tamir edebilmek, hızla artmaya başlayan işsizliğin sosyal etkilerini giderebilmek için, genişlemeci para, maliye politikaları uygulamaları, borç ödemelerini ertelemeleri, kaynakları ülke içinde toplumsal dengeleri korumakta kullanmaları gerekiyor. Ancak, bir taraftan Avrupa Merkez Bankası, diğer taraftan İstikrar Paktı bu ülkelerin ellerini kollarını bağlıyor. Dahası, AMB ve IMF, bu ülkelere, İrlanda ve Yunanistan örneklerinde olduğu gibi, mali disipline, borç ödemeye öncelik verecek neo-liberal politikaları dayatıyor, ağır ekonomik ve toplumsal maliyetleri üstlenmeye zorluyorlar. Hegemonyacı (hiyerarşik) bağımlılık ilişkisi burada çok açık bir biçimde kendini gösteriyor: Almanya ve Fransa hükümetleri genişlemeci para ve maliye politikalarını uygulamaya devam ediyorlar.
Dün mali genişleme yoluyla krizin etkilerini azaltarak ekonomik toparlanmayı besleyen merkez ülkeleri, yarın, bu genişlemenin enflasyonist etkilerini sterilize etmek için AMB’yi faizleri yükseltmeye zorlayınca çevre ülkelerin ekonomilerinin üzerindeki yük bir kez daha ağırlaşacak. Bugün ekonomik toparlanmayı destekleyen etkenler, yarın, Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz gibi ülkelerde İstikrar Paktı’nın (Avro’nun) toplumsal maliyetini dayanılmaz kılabilecek. İzlanda’da olduğu gibi, bu ülkelerin halkları da birlik için,“istemem kalsın” diyebilecek.
No comments:
Post a Comment