Haiti’de geçen hafta gerçekleşen deprem, salt Haiti’nin değil, “uluslararası topluluğun” “demokrasi” anlayışının da “gerçeğini” gözler önüne serdi.
Felaket ve fırsat
Jeologlar, yıllardır, Güney Haiti’de güçlü bir deprem bekliyorlardı. 2008’de gazeteler çok büyük bir depremin gelmekte olduğunu yazmıştı (CNN 12/01/10). Geçen hafta iki milyon nüfuslu Porte-au-Prince tam anlamıyla yerle bir oldu. Depremde ölenlerin sayısının yüz binlere ulaşacağı söyleniyor. Başta ABD olmak üzere dünya medyası Haiti’ye odaklandı. Felaketin boyutları, “uluslararası topluluğun” yardım elini uzatmasının gerektiği, Haiti’nin yoksulluğu vurgulandı. Ölümlerin büyük çoğunluğunun binaların dayanıksızlığından, denetimsiz inşaatlardan, deprem yıllardır bekleniyor olmasına karşı gereken tedbirlerin alınmamasından kaynaklandığında hemen herkes anlaşıyordu. Ama halkının yüzde 75’i günde 2 dolar gelirle geçinmek zorunda kalan, GSMH’si 7 milyar doları aşamayan, yaklaşık iki milyar dolar dış borçla boğuşan bir ülkede depreme karşı nasıl tedbir alınabilirdi ki?
Bu sırada, ilk aşamada ABD’nin, Haiti’ye yardımdan çok asker (12.000’den fazla deniz komandosu, Carl S. Vilson uçak gemisi, USS Bataan amfibik taarruz gemisi, USS Higgins Destroyer: P. Martin, WSWS, 15/01/10) gönderdiği dikkat çekiyor. Heritage Foundation analistleriyse “bu depremin, ABD’ye Haiti’nin uzun süredir işlemez hale gelmiş ekonomisini ve siyasetini yeniden yapılandırmak için bir fırsat yarattığını” düşünüyor. Daha sonra “fırsat” sözcüğünü, yazısında çıkaran Jim Roberts, “ABD’nin Haiti hükümetine, birlikte çalışmak için baskı yapmaya hazır olması... Bu çabaların ABD’nin bölgede iyi amaçlı büyük bir güç olduğunu kanıtlaması gerektiğini” hatırlatıyordu. (http://blog.heritage.org/2010/01/13/things-to-remember-while-helping-haiti/) . Jim’in bu uyarıları da ister istemez birçok yorumcuya, Naomi Klein’in Felaket Kapitalizmi çalışmasında sergilenen, büyük güçlerin ülkeleri, şokların halklarda yarattığı travmalardan yararlanarak, şekillendirdiğine ilişkin savlarını anımsatıyordu...
‘Şeytanla anlaştılar, böyle oldu’
Başkan Obama da Haiti’yi yalnız bırakmayacaklarını, “iki ülkeyi birbirine bağlayan uzun tarihsel bağları” vurguladı. Haiti’nin yoksulluğunu, devletin hazırlıksızlığını vurgulayan ABD medyası ise, ne bunların nedenlerini ne de bu “uzun tarihi bağların” anlamını tartışmaya niyetli görünüyor.
Amerikalı, Evangelist Pat Robertson ise Haiti halkını kastederek, “çok uzun zaman önce bir şey oldu... Hep bir araya gelip Şeytan’la bir anlaşma yaptılar. Bizi Fransızlardan kurtarırsan biz de sana hizmet ederiz dediler. Ve Şeytan da kabul etti” dediği için medyada alay konusu oluyor.
Ancak, Pat Robertson’un bu “utanç verici demeci” “gerçeğe”, sanılandan çok daha yakın. Çünkü Haiti halkı, ki esas olarak kölelerden oluşuyordu, 1791’de Fransız sömürgeciliğine (beyaz ve Hıristiyan) karşı ayaklanmıştı. Bu, etnik kültürel kaygılarla, sömürgecilik öncesi, otantik köklerine dönmeyi değil, Fransız Devrimi’nden esinlenen, gerçekten evrensel özgürlüğü hedefleyen bir ayaklanmaydı. Fransa’da iktidardaki Jacobein devrimciler (diğer bir deyişle allahsız Şeytan) bunun bir köle ayaklanması olduğunu anladılar, hemen adaya bir delegasyon gönderdiler. 1793 yılında Fransız Ulusal Meclisi önce Haiti’de sonra da tüm sömürgelerde köleciliğe son verdi. Jacobein’ler Haitiden gelen bir delegasyonu özgür insanların kardeşliği adına mecliste misafir edip kucaklaştılar. Thermidor’dan sonra Napoleon, adayı yeniden sömürgeci denetim altına almak istediyse de başarılı olamadı. Haiti 1804’te tam bağımsızlığını kazandı.
Haiti, kölelerin ilk ayaklanması, beyaz, Hıristiyan adamı yenerek kendi kaderini belirlemeyi, bir ülkeyi, üstelik de ilk devlet başkanı Toussaint Ouverture’un döneminde, Aydınlanma ilkelerine göre, komşularıyla ticaret yaparak, plantasyonları özgür işçileri çalıştırmak kaydıyla yabancı sermayeye açarak, hatta eski sahiplerine vererek, barış ve istikrar içinde yönetebileceğini kanıtladı. Haiti, beyaz adamın tüm bağnaz önyargılarını yalanladı. Bu yüzden tüm dünyanın kölelerine, emekçilerine, ezilenlerine ilham kaynağı oldu. Emperyalistler, beyaz Hıristiyan adam için ise o, yok edilmesi, dize getirilmesi gereken bir nefret nesnesiydi. Talleyrand, Haiti “tüm beyaz uluslar açısından iğrenç bir görüntü oluşturuyor” diyordu.
Haiti halkı, “Şeytanla işbirliği yaptığı için”, sürekli ambargolara, saldırı, işgal, destabilizasyon çabalarına hedef oldu. Fransa, 1825’te Haiti’ye uyguladığı ambargoyu kaldırmak için, kaybettiği kölelere karşı 150 milyon Franklık (Fransa bütçesi kadar) bir tazminat istedi. Haiti bu tazminatı 1947’ye kadar ödedi. Haiti halkı 1957-86 arasında ABD’nin adamı, ülkeyi emperyalizmin çiftliğine çeviren, Duvalier’in kanlı rejimine karşın, hep özgürlüğü için savaştı, geleneğini terk etmedi.
Bu günün tarihi…
Bu gün, Aralık 1990 seçimlerinde, Jean-Bertrand Aristide’in oyların yüzde 75’ini alarak devlet başkanı seçilmesiyle başlıyor. Aristide, Duvalier diktatörlüğünü deviren Lavalas (sel) hareketinin, toprak reformunu, yeniden ağaçlandırmayı, halkın gereksinimi olan altyapı hizmetlerini, asgari ücretin yükseltilmesini, sendikalaşma hakkını içeren platformuyla seçildi. Duvalier döneminde, neoliberal politikalar, ABD’den gelen ithalat, kırsal üretimi yıkmış, Porte au-Prince gibi kentlerde, yok pahasına, hiç iş güvencesi olmadan çalışmak zorunda kalan, derme çatma gecekondularda, denetimsiz inşa edilen çürük evlerde yaşamaya mahkûm yoksul bir halk tabakası yaratmıştı.
ABD, 2001’de Haiti işbirlikçi burjuvazisinin Aristide hükümetine karşı düzenlediği darbeyi destekledi, ancak Lavalas hareketini pasifize edemeyince, 1994’te neoliberal bir programı uygulamayı kabul etmesi koşuluyla Aristide’in iktidara dönmesine izin verdi. Aristide bir taraftan neoliberal programa direnmeye, öbür taraftan sınırlı da olsa reformları uygulamaya, bir şeyler yapmaya çalışıyordu, en azından asgari ücreti arttırdı. Ancak bu ülkedeki yabancı yatırımcıların, ihracatçıların işine gelmiyordu. Aristide geçmişte Fransa’nın aldığı tazminatı geri isteyince, 2004’te ikinci bir darbe düzenlendi, ABD bu darbeyi doğrudan destekledi, Aristide’i kaçırarak ülke dışına sürgüne götürdü. 2006 seçimlerini yine yüzde 70 oyla Lavalas’ın adayı kazandı. Ancak, ABD, “uluslararası topluluk” Haiti’yi, kişi başına en çok sivil toplum örgütü olan ülkeye dönüştürmüştü, bunlara akıttıkları fonlarla hükümeti etkisiz bırakıyordu.
Lavalas hareketinin en önemli özelliği, Zizek’in de vurguladığı gibi, hükümete gelmekle birlikte halk tabanıyla, örgütlenmesiyle bağlarını asla kesmemiş, ona hizmet vermek için çabalamış olmasıydı. Bu halkla bağları kopuk, yalnızca sermayeye hizmet veren “normal demokrasi” anlayışıyla uyuşmuyordu. Bu yüzden Irak savaşında ABD’yi yalnız bırakan Fransa, 2004 darbesini destekledi. Dahası, post modern solun, “sivil toplum” örgütlerinin, Brezilya’da Lula hükümetinin de Lavalas hareketine, “uluslararası topluluğun” demokrasi anlayışına, seçilmiş bir hükümeti deviren darbeye destek verdiklerini gördük. Ayrıntılı bilgi için Peter Hallward, Damming the Flood: Haiti, Aristide and the Politics of Containment, Verso, 2008)
Haiti felaketi, hem emperyalizmin işleyişini ve hem de ülkemizde sürmekte olan “darbe” - “demokrasi” tartışmalarını anlamak açısından çok yararlı bir örnek oluşturuyor.
No comments:
Post a Comment