“Ramazan ayı başlarken İslam dünyası bir mezbaha”. Bu başlık bana değil, Lübnan’da yayımlananThe Daily Star gazetesinin başyazısına ait (21/08/09). Başyazı, ramazan ayının televizyon kanallarında nasıl bir tüketim hummasına alet edileceğine işaret ettikten sonra bu sırada İslam dünyasının adeta bir mezbaha gibi olduğunu, Irak, Afganistan, Cezayir, Mısır, İran, Filistin, Lübnan, Endonezya veyaPakistan’da toplumsal çatışmalara sahne olmaya, kan akmaya devam ettiğine dikkat çekiyor.
Yazar haklı, ancak Afganistan ve Irak ve öbür gönderme yaptığı ülkelerin yanı sıra, ramazan öncesinde Somali’de yoğunlaşan çatışmalar, özellikle Gazze’de Hamas’ın gerçekleştirdiği katliamyeni, önemli gelişmelere işaret ediyor.
Bu savaşlar bitecek gibi değil…
ABD yönetimi halkına, Irak’a neden gittiğini (enerji kaynaklarını ele geçirmek, küresel jeopolitikte stratejik bir yer elde etmek gibi), bu yüzden kukla bir hükümet bile kursa çıkamayacağını açıkça söyleyemedi. Siyasetçiler, özellikle Obama, Irak’tan bir an evvel çıkmayı vaat ettiler. Şimdi, çıkma sürecinin, halkın gözünde ertelenemez hale geldiği noktada, hızla tırmanan bombalı saldırılar, ABD halkına ve ele güne, Irak yönetiminin güvenliği sağlamaktan çok uzak olduğunu kanıtlıyor; böylece, ABD güçlerinin bir süre daha kalmasını, hatta Kürt bölgelerine yeni birliklerin gönderilmesine ilişkin önerilerin gündeme gelmesini çok kolaylaştırıyor.
Afganistan’da yapılan seçimler, yoğunlaşan Taliban saldırılarına, İngiliz ve ABD güçlerinin sayısı hızla artmaya başlayan kayıplarına, özellikle İngiltere’de bu savaşa karşı yükselen kamuoyu tepkisine karşın, olumlu bir sinyal verecek, demokratikleşme sürecinin yolunda ilerlediğini gösterecekti.
Ancak, gerek seçimlere katılan adayların özellikleri, gerek seçimlere katılım oranı, oy verme sürecindeki yolsuzluklar yüzünden bugün bu iddiaları satın alacak birisini bulmak çok zor. Dahası, feodal etnik aidiyetler altında verilen blok oylar temelinde gerçekleşen seçimlerden demokrasi beklemek hayal. Karzai, Peştun oyunu almak istiyordu. Ama, baş düşmanı Taliban da bu etnik gruba ait olduğundan, Türkiye’denDostum’u getirerek Özbek oylarını da almaya çalıştı. Karzai’nin karşısındaki aday, eski dışişleri bakanıAbdullah Abdullah (bir başka ABD imalatı) da Tacik oylarına dayanıyor. Tüm bunlara ek Afgan halkına, Pentagon çevresi analistlerindenThomas Barnett’ın vurguladığı gibi“işgalci süpergücün, rejimi devirmeden önce gündeme getirdiği, sonra iktidara oturttuğu adamı, üstelikde ikinci kez seçmek kalıyor…Gerisini siz düşünün…” (Esquire,20/08/09)
Rüzgâr eken fırtına biçer
Dindarlık söz konusu olduğunda kimseyi yeterli bulmayan siyasal İslamın kimi önde gelen grupları,şimdi onları yeterince Müslüman bulmayan radikal gruplarla hesaplaşmak zorunda kalıyorlar. 15 Ağustos günü Gazze’nin güneyinde Hamas güçleri İbn-i Taymiye camisine saldırdılar, çıkan çatışmada,“Cünd-ü Ensarullah” (Allah’ın izinden gidenlerin askerleri) adlı gruptan 28 militan öldü, onlarcası yaralandı. Somali’de İslami hareketin içinden gelen Şeyh Şerif Ahmet hükümeti şimdi, kendisini ılımlı bulan El Şahbah adlı radikal bir grupla çatışmak zorunda kalıyor. Kuveyt’te yayımlanan El Ceride gazetesi de 13 Ağustos başyazısında “Ilımlı olmak neden bizi teröristlerden kurtaramadı?” diye soruyormuş(Mshari Al Zaydi, El Şark El Evsat,20/08/09).
Müslüman Kardeşler geleneğinden gelerek “Tek çözüm İslam”sloganıyla gelişen, yaygınlaşan siyasal İslam, şiddeti yadsıdığını söylüyor, kendisini katı laik rejimlere karşı mücadele veren ılımlı demokratik bir akım, radikal akımlara karşı bir güvence olarak sunuyor, seçimlerle iktidara gelmenin önemini vurguluyordu. Siyasal İslam, meşruiyetini Müslümanlığın gerçek temsilcisi olma iddialarına dayandırıyor, bu yolla geniş bir siyasi cepheyi şemsiyesi altında tutmaya çalışıyor. Bu arada siyasal İslam içinde yaşadığı toplumları Müslümanlığın dini ilkelerine (hakikat rejimi) ve yaşam kurallarına (biyopolitiği) uygun bir biçimde yeniden şekillendiriyordu.
Ne ki, siyasal İslamın sözcüleri, şiddete karşı olduklarını vurgulamakla birlikte, ne Mısır’da ne Filisitin’de ne de bir başka yerde, kendi şemsiyeleri altında barınan radikal Salafi/Cihadi akımların eylemlerine karşı kesin tavır almadılar. Dahası siyasal İslamın sözcüleri, çoğu kez bunları ortak bir düşmana karşı savaşan gönüllüler ya da laik devletlerin haksız baskılarına dayanamayan sabırsız çocuklar olarak tanımlayarak, durumu idare etmeye çalıştılar.
Hamas 1987’de Müslüman Kardeşler’in bir dalı olarak, barış sürecini, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün laik, ulusalcı politikalarını yadsımak, İsrail’i yok edene kadar savaşmak üzere, kimi yorumculara göre de, Filisitin ulusal hareketini bölmek isteyen İsrail’in onayıyla kuruldu. Zaman içinde Hamas önce siyasi bir partiye dönüştü; çalışmalarını Gazze’de yoğunlaştırdı, 2007’de Filistin birlik hükümetinin çökmesinden sonra bir siyasi darbeyle yönetimi ele geçirdi.
Bundan sonra Hamas’ın Gazze’de yaşamı giderek İslami ilkelere göre örgütlemeye başladığını, toplumu İslamın biyopolitiğine uygun bir biçimde denetim altına almaya başladığını görüyoruz. Hamas bu yaklaşımına yönelik eleştirilere cevap olarak, Filistin siyasetine, El Kaide tipi Salafi örgütlerin sızmasına karşı bir engel oluşturduğunu ileri sürüyordu (El Hayat, 17/08/09). Ancak zaman içinde Hamas’ın, Gazze’nin yönetimini üstlenmesine karşın, gerek halkın yaşamında beklenen iyileşmeleri gerçekleştirmedeki, gerekse geçen yıl İsrail saldırıları karşısında güvenliği sağlamaktaki başarısızlıkları Gazze’de toplumsal havanın değişmesine, özellikle gençlik içinde radikal arayışların artmasına neden oldu.
Saleh el Naami’nin, El Ahram’ın, Gazze’deki İbn-i Taymiye Camisi olayından önceki sayısında yayımlanan yorumunda dikkat çektiği gibi (12/08/09) Hamas, artık Gelgeltadlı, birçok küçük gruptan oluşan Salafi/Cihadi bir şekillenmeyle karşı karşıyaydı. Bu şekillenmenin içindeki gruplar, 15 Ağustos’ta Gazze’de birİslami emirlik ilan ettikten sonra, 28 militanı Hamas güçleri tarafından öldürülen grubun lideri Şeyh Abdul Latif Musa gibi, Hamas’ın dejenere olarak artık seküler (laik eğilimli-E.Y) bir gruba dönüştüğünüdüşünüyorlardı. Abdül Latif Musa’nın Hamas’ı suçlarken “Kendini sahtekâr bir biçimde İslamla ilişkilendiren Tayyip Erdoğan gibi”ifadelerini kullanması da dikkat çekiyordu (Ghassan Charbel, El Hayat 17/08/09). El Şark El Evsat’tan Tarık Alhomayed da Musa’nın bu sözlerinin, “Erdoğan’la, radikal İslam arasındaki balayının bittiğini gösterdiğine” (18/08/09) işaret ettiğini düşünüyor; buna karşılık Müslüman Kardeşler’inliderliğinin Erdoğan’ın İslam için çok yararlı işler yaptığına inanmaya devam ettiklerini aktarıyor.
İktidara gelmek için radikallerle aynı çatı altında toplananlar, şimdi radikallerin kendilerine bakıp, “Bu hainler burada ne arıyor?” diye sorduğunu görünce çok şaşırıyorlar.Siyasal İslam, dün toplumları kendi hakikat rejimini egemen kılarak değiştirirken ektiklerini artık biçmeye başladı. Ne ki bu kanlı bir hasat olacağa benziyor…
No comments:
Post a Comment