Geçen haftanın haberlerine göre,İngiltere ekonomisinin durumu daha önce sanılandan daha kötüydü, buna karşılık Almanya ve Fransa, resesyondan beklenenden daha önce çıkmaya başlamışlardı. Wall Street Journal yorumunda, “Avrupa toparlanırken ABD geride kalıyor”diyordu. The Economist de Asya ekonomilerinin şaşırtıcı bir hızla toparlanmaya başladığını bildiriyordu. Demek ki, dünya ekonomisinde resesyondan çıkış süreci belirginleşiyor. Bu sırada 1980’lerden bu yana kafamıza kakılan yalanlar artık gözler önüne seriliyor.
Anglosakson modeli ‘nal topluyor’
İngiltere Merkez Bankası, piyasalara 50 milyar sterlin daha pompalayacağını açıklayarak piyasaları şaşırtmıştı. Enflasyon raporuysa toplumda şok etkisi yaptı:“İngiltere’de faizleri indirdik, sterlin devalüe oldu, bütçe açığı büyüyor, piyasaya likidite basmaya devam ediyoruz”…“Hani biz esnek bir ekonomiydik, Almanya ve Fransa resesyondan çıkarken biz neden hâlâ çıkamıyoruz?” (BBC 14/08)
İngiltere Merkez Bankası BaşkanıMervyn King raporu açıklarken yaptığı konuşmada, toparlanmanın daha önce öngörülenden daha yavaş geliştiğini, geleceğinin belirsiz olduğunu vurguladı. İngiltere’de, GSMH, tepe noktasına göre yüzde 6, imalat sanayi üretimi bir önceki yıla göre yüzde 10 düşmüştü. İşsizlik özellikle genç kuşağı etkileyerek artıyor, 1995’ten bu yana en yüksek düzeye ulaşıyordu. The Guardian’danDavid Blancflower’a göre “bu, insani bir krizi gözler önüne seriyordu”, “Genç ve işsiz olmak için ne kadar kötü bir zamandı” (12/08). “III. Yol” eğilimli Prospect dergisinin 23 Temmuz sayısındaki “İngiltere iflas mı etti?” başlıklı denemeye, belki de şimdi “evet” diye cevap vermek gerekiyordu.
Atlantik’in öbür tarafında, Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke, yeniden atanması tartışılırken, resesyon bitti, çıkıyoruz gibisinden yorumlara öncelik verir, Wall Street ekonomistleri Bernanke’yi destekleyen mektuplar yayımlarken, geçen hafta ekonomi aniden ters yönde işaretler vermeye başladı. ABD GSMH’sindeki gerileme devam ederken veriler, perakende satışlarda, “tüketici güven indeksinde” “beklenmedik” bir düşüşe işaret ediyordu. Dahası birçok ekonomistin ve CEO’nun saptadığı gibi, perakende satışları toparlanmadan resesyondan çıkmak söz konusu olamayacaktı.
Geçtiğimiz 30 yıl boyunca Anglosakson modeli (serbest piyasa),en verimli, en esnek ve en dinamik, hatta küreselleşmeye en uygun ekonomik model olarak göklere çıkarılmıştı. Bu “halk düşmanı, soyguncu model” (veriler bu modelin en önemli özelliğinin toplumun tümünden, en üst yüzde1’lik kesimine muazzam bir gelir transferi olduğunu gösteriyor), gelişmekte olan ülkelere, mali şantajların yanı sıra, bu propaganda yalanlarıyla da kabul ettirildi. Şimdi bu modeli dünyaya dayatan ülkelerin ekonomileri, serbest piyasa Ayetullahlarının kötülemekten asla bıkmadıkları Avrupa, ama özellikle Almanya ve Fransa ekonomilerinin arkasından nal topluyorlar. Avro bölgesinde ekonomik daralma ikinci dört aylık dönemde yüzde 0.1’de kalırken, Almanya ve Fransa’da aynı dönemde yüzde 0.3’lük bir büyümeyle resesyonun sona erdiğini, yıllık yüzde 1.3’e ulaşan büyüme oranlarının, bu iki ülkenin Çin ve Asya’da başlayan toparlanma eğilimine katıldığını gösteriyordu (WSJ, 13/08). Neo liberal dogmaları kabullenmeye direnmiş ülkelerin, krize ve küreselleşme eğilimlerine çok daha uyumlu olduğuna ilişkin belirtiler de serbest piyasa Ayetullahlarınışaşırtıyordu.
İki farklı kapitalizm
Geçmişte birçok kez, Anglosakson modelinin üstünlüğüne ilişkin iddiaların hegemonya propagandalarının ürünü olduğunu vurgulamaya, örneğin Avro güçlenirken Almanya ve Fransa’da ihracatın artmaya devam etmesine dikkat çekmeye çalışmıştık. Geçen hafta, Anglosakson basınında “Neden Almanya ve Fransa toparlanırken biz geride kalıyoruz” sorusuna cevap arayan tartışmalar, birçok nedenin yanı sıra, bu ihracat kapasitesinin gösterdiği yüksek verimlilik olgusuna da dikkat çekiyorlardı: Almanya ve Fransa’da ekonomik toparlanma, özellikle ihracat artışı üzerinden yaşanıyor, hem de Avro’nun tarihsel olarak güçlü bir döneminde…
Bu yüksek üretkenlik, güçlü ihracat potansiyelinin arkasındaysa, Anglosakson modeli ile Avrupa modeli arasındaki önemli farklardan biri yatıyor. Almanya ve Fransa’nın ekonomilerinde büyüme esas olarak imalat sanayii performansına dayanıyor. Buna karşılık ABD ve İngiltere ekonomilerinde büyüme esas olarak, finansal hareketlere, tüketimi borçlanmayla desteklemeye dayanıyordu.
Şimdi Financial Times da bu noktaya dikkat çekiyor (13/08). Halbuki,Thatcher döneminde, FT başekonomisti Samuel Brittan,“Sanayi illa gerekli mi, neden finansal hizmetler yoluyla bir ekonomi büyümeye devam edemesin” diye soruyordu. Belli ki, bu “her şeyi bilen” mali yayınlar, kapitalizmin en önemli özelliğinden habersizdiler ya da bilmezden gelmeleri gerekiyordu: Mali sektör artı değer üretimi olmadan yaşayamaz. Artı değer ise esas olarak sanayide üretilir. Bu açıdan bakınca Anglosakson modeliyle, Alman-Fransız modelleri arasındaki en önemi fark da ortaya çıkıyor. Aglosakson modelinde ekonomik büyüme esas olarak başka yerlerde üretilen artı değere el koymaya (finansallaşma) dayanırken, Almanya-Fransa modelinde ekonomik büyüme esas olarak artı değer üretimine dayanıyor.
Bu noktadan hareketle diğer farklar da daha bir görünür hale geliyor. Örneğin Anglosakson modeli mali spekülasyonlara, sürekli köpük şişirip dünyanın geri kalanını soymaya, toplumsal istikrarını dış kaynaklarla (başkalarının tasarruflarıyla) finanse etmeye dayanıyor. Bu modelde, çalışanların, tüketicinin hemen hiçbir pazarlık gücü, gelir garantisi olamıyor. Buna karşılık Almanya-Fransa gibi art ı değer üretimine dayalı ekonomilerde toplumsal düzen sanayinin performansına, emekçi kesimlerin ücretlerinden kaynaklanan harcama gücüne dayanıyor, mali spekülasyonların getirilerine, kredi köpüklerine değil.
Anglosakson modellerinde kapasite fazlası /aşırı üretim sorunu kapıya dayanınca, tüketimi arttırmak isteyen devlet, elinde para dağıtmaktan başka araç olmadığını fark ediyor. Buna karşılık, sanayiye dayandığı için, ücret ilişkisinin düzenlenmesine önem vermek, sosyal destek sistemlerini korumak zorunda kalmış Almanya ve Fransa’da devletin, tüketimi desteklemek için piyasaya para dökmek yerine sanayiye destek vermesi, altyapı yatırımlarına yönelmesi söz konusu olabiliyor. “Otomatik düzenleyiciler”de denen işsizlik ödenekleri, sağlık, konut yardımları, eğitim destekleri hem işsizliğin artışını yavaşlatıyor hem de işsiz de kalsa tüketicinin tüketim gücünü, en önemlisi moralini, umudunu korumasına olanak sağlıyor.
Diğer taraftan, Fransa ve Almanya’nın, ekonomilerini zehirli varlıklardan, ev piyasası köpüğünden göreli olarak koruyabilmiş, dünya ekonomisi toparlanmaya başlar başlamaz ihracatlarını arttırmaya başlamış olmaları, ekonomik modellerinin küreselleşmeye (kavramın cilasını kazıyıp aslında bunun sermayenin çelişkilerinin mal ve sermaye ihracatı yoluyla dışlaştırılması olarak düşünürsek) Anglosakson modelinden daha uygun olduğunu göstermiyor mu?
İlhan Ağabey’e yürekten geçmiş olsun diyorum. Mücadele azmine,“joie de vivre”ine güveniyor, bu sağlık sorununu da üstesinden geleceğine inanıyorum.
No comments:
Post a Comment