Piyasalarda esmekte olan iyimser rüzgârlar geçen hafta zayıflamaya başladı. Borsalar da bu değişikliği yansıtıyor. Dow Jones indeksi 12 Haziran’dan bu yana düşme eğilimindeydi. Hafta sonunda toplam gerileme yüzde 5.7’ye ulaşırken bunun yarısının son iki günde gerçekleştiği görülüyordu. Financial Times indeksi haftanın son iki günü toplam yüzde 2.4 gerileyince aylık düşüş yüzde 6’ya ulaştı. Nikkei indeksi de benzer bir eğilim sergiliyor. Avrupa borsaları,Bloomberg’in işaret ettiği gibi üç haftadır gerilemeye devam ediyor.
Bu ortamda, tartışmalar, yorumlar da ister istemez iki dipli, “W” biçimi resesyon olasılığına, yine depresyon konusuna doğru dönmeye başlıyor. Ama ilginç bir gelişme daha var. Krizin toplumsal etkileri derinleştikçe, “özgürlükçü”, “güler yüzlü” kapitalizm arayışlarına ilişkin tartışmalar da, üstelik en umulmadık çevrelerden gelen katılımlarla giderek yoğunlaşıyor. Hayırlara vesile olur inşallah.
Ekonomik haberler iyi değil...
OECD ve Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkelere ilişkin“olumlu” beklentilerine değinmiş ama bu ekonomilerin, dünya ekonomisinin, bırakın krizden, bu resesyondan çıkmasına olanak verecek güce ve derinliğe sahip olmadıklarına işaret etmiştim. Her şey bir yana, merkezden çevre ülkelere yönelik sermaye hareketlerinin 2007 yılında 1.2 trilyon dolardan bu yıl yalnızca 363 milyar dolara gerilemiş olması, olağanüstü bir kaynak sıkıntısına işaret ediyor. Bu da, kredi köpüğünün üzerinde yaşanan büyüme ve orta sınıflarda yoğunlaşan tüketim patlamasının şimdi hızla bir çöküşe, yoksullaşmaya dönüşmeye başladığını gösteriyor. Bu çöküşün sonuçlarının bir aşamada siyasete yansıması kaçınılmaz. Daha “güler yüzlü” kapitalizm arayışlarının hızlanmasının nedeni de bu korku.
Kısacası, krizden olmasa bile, bu resesyondan çıkmanın yolu hâlâ dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 60’ını oluşturan ABD (yüzde 25-28) ve AB (yüzde 30) ekonomilerindeki bir toparlanmadan geçiyor. Ne ki geçen hafta açıklanan veriler işsizliğin ABD’de 16 ayda ikiye katlanarak yüzde 9.5’le 25 yılın, Avro bölgesinde yüzde 9.5’le son on yılın en yüksek düzeyine ulaştığını gösteriyordu. Dahası,PIMCO’nun başyatırım uzmanı ve CEO’su Mohammed El Erian’ın Financial Times’taki yorumunda dikkat çektiği gibi; bu oranlar, gittikçe artan zorunlu ücretsiz izinleri, ekonomik koşullardan dolayı emekliliğinde çalışan sayısını arttırdığını göz önüne alınca aslında göründüğünden daha kötüydü. İkincisi, genelde arkadan gelen bir gösterge olan işsizlik artışı, bu kez, talebin, kapasite kullanımının ve yatırımların üzerindeki etkilerinden dolayı bir öncü gösterge gibi işliyordu.
El Erian’ın yanı sıra, ABD Ticaret Odası baş ekonomisti Marty Regalia da bu kez sürecin olağan bir resesyon-toparlanma dinamiğini izlemediğine işaret ediyor; “bu yüzden” diyor, “toparlanmanın nasıl olacağını da önceden görmek olanaksızlaşıyor” (McClatchy Newspapers, 02/07/09). Daha önce de vurguladığımız gibi, bu kez, 1970’lerden bu yana uygulanan kriz erteleme modellerinin hemen hepsinin tükenmesiyle ortaya çıkan bir kredi krizi ve resesyon yaşıyoruz. Bu yüzden “hiçbir şey”bayağı/piyasa iktisadının öngörülerine uymuyor. Çünkü o da iflas eden son modelin bir parçası.
‘Kapitalizmin küçük kirli sırrı’
Regalia’nın işaret ettiği gibi“krizden çıkmaya başlamak için, tüketici satın almaya başlamalı, sanayi, böylece tükenen stokları yenilemek için üretime başlamalı ve bu süreç kendi kendini besleyen bir biçimde işlemeli”. Ne yazık ki geçmiş 20-25 yılda bu süreç, uluslararası yatırım bankası GLG Partners’in, varlık yönetim müdürü Ben Funnell’in,“Borç kapitalizmin küçük kirli sırrıdır” başlıklı yorumunda işaret ettiği gibi, kredi genişlemesi sayesinde sürdürülebildi. Peki neden bu bir “kirli sır”? Yine Funnel’in işaret ettiği gibi, ABD’de 1970’lerden bu yana en üst beşte birlik gelir diliminin serveti yüzde 60 artarken, geri kalanın serveti yüzde 10’dan fazla gerilemiş,“ekonomik büyümenin yararları, toplumun çoğunluğunun yerine plütokratların cebine girmiş”.“Peki öyleyse niye bir devrim olmadı?” diye soruyor Funnel ve cevap veriyor: “Çünkü, bu duruma bir çözüm bulunmuştu: Borçlandırma”. Ucuz borçlandırma insanların refah düzeylerinin gerilemesini engelledi...
Bunlar aslında bildiğimiz, yıllardır söylediğimiz şeyler. Ama, artık yatırım bankacılarının ağzından, hem de Financial Times gibi yayınlarda dile getirilmeleri ilginç. Funnel, “hem borç yükünü hem de eşitsizliği azaltacak(Popülizme bakar mısınız?- Bizdeki piyasa ayetullahlarının kulakları çınlasın-E.Y) bir siyasi mutabakata gereksinim var”diyor (FT, 30/06).
Çünkü, kredi köpüğü patladı, halkın gözünü ucuz krediyle, tüketim toplumu fantezileriyle boyamak, hızla olanaksız hale geliyor. “Zaman değişiyor”...Şimdi ne olacak?
Bir özgürlük savaşçısı olarak Lord Saatchi
Bakın, bu konularda Lord Maurice Saatchi ne diyor. Lord Saatchi,Margaret Thatcher’ı iktidara getiren seçim kampanyasını düzenleyen Saatçi & Saatçi adlı reklam şirketinin sahibidir; şimdilerde de, Margaret Thatcher’ın muhalefetteyken, neoliberalizmin kalesi olarak kurduğu düşünce kuruluşu Centre For Policy Studies’in yönetim kurulu başkanlığını yapıyor.
Lord Saatchi, The Daily Telegraph’daki “Kapitalizmin rüyası, para değil özgürlüktür”(02/07/09) başlıklı yazısında önce, “Piyasa ve demokrasi mantığının, devletin halkı için zenginlik yaratamayacağına olan inancın asla sorgulanmadığı dönem geride kaldı” diyor. Lord Saatchi’ye göre bir kişiye bir oy, tüketici demokrasisi, piyasada rekabet ne yazık ki beklenen sonuçları üretmemiş. “Serbest piyasanın ve demokrasinin, piyasanın bulaştırdığı açgözlülükten (bankacılar) ve pervasızlıktan (milletvekilleri) muaf olmadıkları anlaşıldı...Birileri kapitalizmin yasaları yerçekimi gibidir, hoşunuza gitmeyebilirler ama uymak zorundasınız diyordu”, diyor Lord Saatchi ve ekliyor: “Ama devletle piyasa karşılaştılar, devlet kazandı”... “İnsanlık tarihinin bu en büyük mali krizi belki de biraz fazla laissez faire olduğu için patlak verdi. Belki şimdi bize biraz daha fazla dirigisme(güdümlü ekonomi E.Y)gerekiyor...”
Lord Saatchi’ye göre kapitalizm ve özgürlükler de geçen dönemde yanlış anlaşılmıştır. “Amaç”diyor, “para değil özgürlüktür”. Ve inanılır gibi değil ama J.K. Galbreight’ten aktarıyor:“Özgürlüğün önünde en büyük engel parasızlıktır” (Siz laikliktir sanıyordunuz değil mi?).
İlginç zamanlarda yaşıyoruz,Greanspan, “sistem çapında bir çöküş riski, piyasa ekonomilerinin kaçınılmaz bir özelliğidir” diyor. Banka CEO’ları eşitsizlikten, gelir dağılımının bozukluğundan yakınıyorlar. Thatcher’ın“Geobbels’i”, Lord Saatchi, neoliberalizme, para kazanma hırsına köklü ekonomik, ahlaki eleştirileri yöneltip, daha çok devlet müdahalesi, özgürlük ve siyaset istiyor, “yarın başka bir gün olmak zorundadır diyor”...Serbest piyasa ayetullahlarını bıraktım, sözüm, liberalleşmeden, yandaşlardan medet uman solculara...
No comments:
Post a Comment