Bir taraftan, sanki krizden çıkmaya başlıyoruz, ama öbür taraftan, ideolojik, kültürel kargaşa derinleşmeye devam ediyor. Baksanıza, eski ABD Merkez Bankası Başkanı Alan“Maestro” Greenspan, Karl Marxgibi konuşmaya başladı; “Sistem çapında bir çöküş riski, piyasa ekonomilerinin kaçınılmaz bir özelliğidir” diyor (Wall Street Journal, 19/06/09). Böylece, kapitalizmin ideolojik dünyasının her zaman bastırmaya çalıştığı, ekonomistlerin nefret nesnesi“gerçek”, kapitalizmi bizzat yönetmiş biri tarafından dile getirilmiş oluyor. Bu tür“gariplikler” de, yeni bir “model”arayışının hızlandığını gösteriyordu.
Bu bağlamda, Prof. Dani Rodrik’in London Schools of Economics’te 16 Haziran’da yaptığı “Kapitalizm 3.0” başlıklı sunuşu sizlerle paylaşmaya hazırlanıyordum ki, İran olayları patlak verdi. İran’da gelişmeler hiç de hayra yorulamayacak bir biçimde yavaşlarken, ben de krizle ilgili tartışmalara geri dönelim diye düşündüm.
“Kriz”de son durum
Piyasalarda, krizden çıkmaya başladığımıza ilişkin bir mutabakat oluştu. ÖrneğinGeorge Soros, krizin en kötü aşamasının geride kaldığını düşünüyor. İngiltere’de ekonomi yönetimi, “toparlanmanın yeşil filizleri” kavramını kullanmaya başladı. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet “üretim düşüşünün yavaşlamaya başladığını” söylüyor. Ancak,OECD, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların raporları, görüntünün henüz belirginleşmediğini düşündürüyor. Bu yüzden kimi yorumcuların, örneğin Prof.Roubini’nin, 2010-2011 döneminde iki dipli, “W” biçimi bir resesyon riskinin artmaya başladığına ilişkin uyarılarını hemen, “kötümserlik” diyerek bir kenara koymamak gerekiyor.
Dünya Bankası, 22 Haziran açıklamasında, resesyon daha önce öngörülenden çok daha derin olacak, diyor. Banka, dünya ekonomisinin 2009’daki daralma oranına ilişkin öngörüsünü, yüzde 1.7’den, yüzde 2.9’a yükseltti.
Kredi krizi gelişmiş ekonomileri sarsarken, gelişmekte olan ekonomiler de bir kredi daralması sıkıntısı yaşıyorlar. Gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketleri 2007 yılında 1.2 trilyon dolar iken bu yıl 363 milyar dolara gerilemiş. Banka, ekonomik büyüme dinamikleri dış kaynak girişine bağımlı ülkelerin krizi çok sert yaşamakta olduklarına işaret ediyor.
Çarşamba günü Cenevre’de konuşan Dünya Ticaret ÖrgütüBaşkanı Pascal Lamy’nin, “Ne yazık ki henüz iyi bir haber yok, dünya ticareti bu yıl daha önce öngörülen daha fazla, yüzde onun üstünde daralacak” uyarısı, gelişmekte olan ülkelerin iki ateş arasında kaldığını, dış krediye ve ihracata dayalı ekonomik modelin tükendiğini gösteriyordu.
24 Haziran’da açıkladığıEkonomik Durum raporunda“ekonomik yavaşlanmanın dibine ulaşılmakta olduğunu” ileri süren OECD, Dünya Bankası’na göre daha iyimser. Rapora göre bu yıl sırasıyla yüzde 4.8 ve yüzde 2.8 gerileyecek olan AB ve ABD ekonomileri, gelecek yıl yüzde sıfır büyüme hızıyla dibe vurmuş olacaklar. OECD, kendi bölgesi dışındaki ülkelerde, özellikle BRIC grubunda ekonomik toparlanmanın başladığına inanıyor. Çin bu yıl yüzde 7.8, gelecek yıl yüzde 9.9 büyüyecek. Bu öngörüler yüzde olarak,Brezilya için -0.8 ve 4, Rusya için -6.8 ve 3.7, Hindistan için 5.9 ve 7.2. Ancak, dünya hasılası içindeki payı yalnızca yüzde 14.5, üstelik ihracat bağımlılıkları ortalama yüzde 35 dolayında seyreden BRIC ülkelerinin krizden çıkışa önderlik etmesi çok zor. Örneğin, Asya ekonomilerinin bölgesel ticaretinin yüzde 60’ı, son aşamada ABD ve AB pazarlarına giden ürünlerin girdileri üzerinden gerçekleşiyor. Buna karşılık dünya hasılası içindeki toplam payı yüzde 54 dolayında olan ABD-AB blokunda işsizlik artmaya, ekonomi, dolayısıyla ithalat talebi daralmaya, korumacılık riski artmaya devam ediyor. Krizin ilk dalgasını atlatmaya yönelik devlet harcamalarının getirdiği mali yük de ekonomik toparlanmanın hızını kesmeye aday… Financial Times’tan Philip Stephens de, krizden henüz çıkılmamış olmasına karşın, krizin ilk dalgasının atlatılmasıyla birlikte uluslararası eşgüdüm çabalarının çözülmeye başladığına kaygıyla işaret ediyordu.
Yeni modeli ararken...
Krizden gerçekten çıkmaya başladığımızın bir göstergesi de yeni bir ekonomi düzenleme modelinin şekillenmesi olacak. Ne yazık ki, Prof. Rodrik’in sunuşunda önerdiği modelin de gösterdiği gibi, henüz ortada yeni bir şey yok.
Prof. Rodrik kapitalizmin tarihini dört aşamada değerlendiriyor. Birinci aşama, “Kapitalizm 1.0.”olarak adlandırdığı 19. yüzyıl modeli: Piyasalar kendi kendine dengeye gelir, devlet savunma, mülkiyetin korunması ve adalet sisteminin yönetilmesi dışında ekonomiye karışmaz. Karışırsa dengeleri bozar.
Kapitalizm 2.0: Piyasalar kendi kendilerine dengeye gelmez, istikrara kavuşamaz ve kendi varlıklarını meşrulaştıramazlar. Bu yüzden çok çeşitli, düzenleyici, yeniden dağıtıcı, çelişkileri, çatışmaları düzenleyici kurumlardan oluşan bir yapının içinde işlemeleri gerekir. Bu bildiğiz ulusal Keynesçilik denen II. Dünya Savaşı Sonrası model. Bundan sonra Kapitalizm 2.1geliyor. Rodrik’e göre bugünkü krizin kökleri de bu modelde yatıyor: Dünya ticaretinde ve mali piyasalarında, gereken kurumsal yapıların oluşmasını beklemeden, serbestleştirmeyle birlikte hızlı bir entegrasyon atılımı. Bu atılımın ulusal ekonomilerin yapıları üzerinde olumsuz bir etki yapmayacağına ilişkin inanç. Sonuç olarak, mali, ekonomik hatta meşruiyet krizi.
Prof, Rodrik, çare olarakKapitalizm 2.0’ın uluslararası, kurallara, standartlara dayalı bir yönetişimle küreselleştirilmesi düşünülebilir ama, bu pratikte gerçekleştirilemez diyor. Birincisi bir uluslararası liderlik sorunu oluşmuş durumda. İkincisi, istenen bir şey değil; çünkü farklı ülkelerin farklı ulusal öncelikleri var. Rodrik küreselleşmenin hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler üzerindeki sınırlayıcı, olumsuz etkilerini saydıktan sonra, kendi önerisi olanKapitalizm 3.0’ı özetlemeye başlayınca karşımıza hiç de ilginç olmayan bir “orta yol” modeli çıkıyor.
Piyasalar ulusal önceliklere göre şekillenmiş kurumsal bir yapılar içine alınmalı. Ulusal ekonomilerin uluslararası ticaret ve mali hareketler karşısında kendi önceliklerini oluşturmalarına olanak sağlanmalı. Ticaret ve mali piyasaların ulusal düzeyde denetleneceği kabul edilmeli. Bu arada hızla bütünleşmeye devam etmek isteyenler olursa onlar yollarına devam etmeli. Entegrasyonun istenir ya da olanaklı olmadığı koşullarda uluslararası “trafik kuralları”oluşturulmalı.
Özetle, Rodrik, küreselleşmeye ara verelim, ulus devletler yeniden güçlensin, serbest piyasa anlayışından vazgeçelim, diyor.
İlk anda makul görünen bu yaklaşım, bir kapitalizm modelinden öbürüne geçişin nedenlerini (krizi), yeni modelin seçilmesinde yaşanan siyasi süreçleri düşünmeye olanak sağlamıyor. İkincisi, sermayenin, krize yol açan çelişkilerini uluslararası alan yansıtma eğiliminin, ulus devletlere bölünmüş bir siyasi coğrafyada ürettiği hegemonya, emperyalizm, gibi olguları, görmezden geldiği için, Prof. Rodrik’in bu modeli kime önerdiği de belli olmadan ortada kalıyor.