Tuesday, March 24, 2009

Piyasalarda Şizofrenili Durumlar

Geçen haftanın bir değerlendirmesine şöyle başlayabiliriz: Ekonomik krizin şiddeti konusunda hâlâ bir tereddüdünüz varsa, IMF’nin, nisan başında yapılacak G-20 toplantısı için hazırladığı, “Global Economic Policies and Prospects” başlıklı raporuna bakabilirsiniz. Adeta bir korku romanı okuyor gibi olacaksınız...

Ama şöyle de başlayabiliriz: Dünya borsaları 9 Mart’tan bu yana uzun bir süredir görülmeyen, rekor bir toparlanma yaşıyor. Temel mallar piyasalarında da bir hareketlilik gözleniyor. ABD Merkez Bankası olağanüstü önlemler almaya başladı. Galiba dibi bulduk ve çıkmaya başlıyoruz.

Hem öyle hem böyle, adeta iki realite arasında gidip geliyoruz... Biraz daha yakından bakmaya değer...

Ekonomistlerin salam taktiği’

Bu kavram bana ait değil. Morgan Stanley Dean Witter başekonomisti Joachim Fels, “Ekonomistler genellikle ilk yaptıkları öngörülerini daha sonra adeta bir salamı zar gibi dilimlere kıyar gibi küçültmekle suçlanırlar. Ama bu kez farklı, kesilen dilimlere zar gibi demek çok zor” diyor, arkasından da geçen on gün içinde, dünya ekonomisinin çeşitli bölgelerinin büyüme hızına ilişkin 2009 öngörülerini nasıl büyük dilimlerde kestiklerini aktarıyordu. Fels, öngörülerini böyle büyük dilimlerde kesmelerinin arkasında dünya ticaretinin bir yılda yüzde 25 gerilemesinin yattığına işaret ederek, “küreselleşmenin intikamı” diyor.

IMF raporu da “küreselleşmenin intikamının” gücünü sergiliyor: Resesyon en çok ihracata dayalı büyüme modelini benimseyen ekonomileri etkiliyormuş. 2008’in son üç ayında büyüme hızları (yüzde ve yıllık olarak), dünya ekonomisinde ‘-5’, gelişmiş ülkelerde ‘-7’, ABD ve Avro bölgesinde ‘-6’, Japonya’da ‘-13’ olmuş. IMF, “Dünya ekonomisi 60 yıldır ilk kez bu yıl negatif büyüme sergileyecek” diyor. IMF raporuna göre dünya ekonomisi büyüme hızı, bu yıl yüzde ‘-1’de kalacak. Diğer bir deyişle, IMF bu yıl da dünya ekonomisi resesyon düzeyi sayılan yüzde 2.5’in çok altında kalacak diyor ama, öngörüler gerilemenin giderek hız kesmeye başladığını düşündürüyor. IMF de finansal kesimle reel ekonomi arasında oluşan kısırdöngüye işaret ederek, işsizliğin artmaya devam etmesini, ABD’de yüzde 9.5’e ulaşmasını bekliyor. IMF, resesyonun 2009’da dünyanın tüm bölgelerini (ABD ‘-2.6’, Avro bölgesi ‘-3.2’, Japonya ‘-5.8’) etkiledikten sonra, 2010’da yerini büyümeye bırakmasını bekliyor. IMF’ye göre “gelişmekte olan ülkeler dış finansman bulmakta giderek daha çok zorlanacaklar” ama “gereken önlemlerin alınması halinde toparlanma çok daha hızlı yaşanabilir”.

Reuters’in aktardığına göre OECD’nin henüz resmen açıklanmayan beklentileri daha kötümser: Avro bölgesinde ekonomik büyüme bu yıl yüzde ‘-4.1’, Almanya’da ise yüzde ‘-5.1’ olacakmış. OECD de 2010’da gerilemenin yavaşlayarak Avro bölgesinde yüzde ‘-2’ olmasını bekliyor.

IMF’nin iyimserliğine katılmak kolay değil. Alınması gerekli önlemler konusunda, ABD ve Avro ülkeleri arasında aşılması oldukça zor görünen yaklaşım farklılıkları var. Dahası, ABD’nin istediği mali genişleme, Avrupa’nın istediği finansal denetleme önlemleri gerçekleştirilse bile bunların “kredi köpüğünün” ve krizinin zemini oluşturan kapasite fazlası (aşırı üretim/talep yetersizliği) sorununu aşması, geçen hafta Wall Street Journal’ın da kabul ettiği gibi, kolay değil. Talebi yeni bir mali parasal genişlemeyle bu kapasitenin düzeyine çıkartmaya kalkmak, olanaklı olsa bile günü kurtarmaktan başka bir işe yaramayacak.

Çıkıyor muyuz?

“Olsun, günü kurtarmak da bize yeter” diyebilir, hatta geçen iki hafta boyunca kimi gelişmelerin, “günü kurtarmaya”, bu mali krizin sonuna geldiğimizi göstermeye başladığını bile söyleyebiliriz.

Bu göstergelerin başında dünya borsalarında, emtia piyasalarında yaşanan güçlü toparlanma var. Örneğin Standard and Poor 500 indeksi 1939’dan bu yana en güçlü “7 günlük” toparlanmayı sergileyerek 11-18 Mart arasında yüzde 17 değer kazandı. Toparlanmanın başını büyük ABD bankaları çekiyordu. Altın, petrol ve bakırın değer kazanması (Financial Times, 19/03) deflasyon riskinin azalmaya, enerji ve sanayi girdilerine talebin artmaya başlayacağına ilişkin bir beklentiyi yansıtıyordu.

Ama, kötümserliğiyle ünlü Prof. Roubini ise yine kötümserdi. Roubini’ye göre bu “dibi bulduk” havası, geçmişte, örneğin, Bear Sterns battıktan, Lehman battıktan, AIG kurtarıldıktan, TARP (kurtarma paketi) açıklandıktan, G7 komünikesinden, geçen kasımda açıklanan 800 milyar dolarlık paketten sonra dile getirilen “dibi bulduk” umutlarından farklı değildi; kısa sürede etkisini kaybedecekti. (RGE Monitor 14/03)

Roubini’nin yorumundan bir gün sonra CBS “60 Dakika” programına çıkarak bir söyleşi yapan Fed Başkanı Bernake farklı düşünüyordu. Bernake, “depresyon riskinin geride kaldığını”, işsizlik artmaya devam etse bile, “gerekli önlemler alınırsa resesyonun bu yıl sonlanacağını” savundu. Bernake’nin sözleri piyasalardaki toparlanmayı güçlendirdi. Dahası Fed geçen çarşamba günü, gerekli önlemleri almaya kararlı olduğunu, hiç beklenmedik bir biçimde toplam 1.3 trilyon dolarlık parasal genişleme paketi açıklayarak kanıtladı: Fed hem hazine bonolarını hem de konut kredisi üzerinde çıkarılan batık kâğıtları satın alarak piyasaya yeni para sürmeye (niteliksel genişleme) başlıyordu. Böylece birçok piyasa analistine göre Fed, elindeki tüm silahları sonuna kadar kullanmaya hazır olduğunu kanıtlıyordu. UniCredit’in başekonomisti Marco Annunziata’ya göre “bu, piyasalarda önümüzdeki aylarda dibin bulunarak, yıl sonunda toparlanma için gerekli ortamın oluşacağına ilişkin umutları güçlendirecek” (FT).

Fed’in açıklaması piyasalarda şok etkisi yarattı. Dolar iki günde yüzde 5 değer kaybetti, altın 1000 doların, petrol 50 doların üstüne çıktı. Piyasaların kafası karışmaya başladı: “Ya enflasyon artarsa?”, “Fed bu kez Çin’i mi kurtarıyor?” (sattığı kâğıtları alarak), “ABD’ye bundan sonra kim borç verir?”, “Eski Hazine Bakanı Hank Paulson neden aniden AngloGold Ashanti’ye (altın üreticisi) 1.28 milyar dolar yatırıyor. Dolarda bir çöküş mü bekliyor?” (Times, 22/03)

Haftanın son iki günü, yaşam “normale” dönmeye, şizofreni yatışmaya başladı. Borsalardaki toparlanma yavaşladı (kimilerine göre sönüyordu). Dolardaki düşüş “sürdürülemez” anlayışıyla, tersine döndü. Dikkatler yine krizin uzun dönemli toplumsal riskleri üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Pazar günü Dünya Bankası, krizin gelişmekte olan ülkelerde 720 milyar dolarlık üretim kaybına, 90 milyon insanın yaşamını yitirmesine yol açacağını, bir milyar insanı yoksullaştırarak toplumsal patlama riskini arttırdığını savunarak G-20 ülkelerini uyarıyordu...

 

No comments: