Bir küresel depresyon hızla gelişir, serbest piyasa dogması en inançlı çevrelerde bile sorgulanırken neoliberalizmin, dünya halklarına saldırısının öncüsü Margaret Thatcher’in başbakan oluşunun 30. yıl dönümü tabii ki gözlerden kaçmayacaktı.
Geçen hafta BBC 2, Thatcher’in yükselişini ve çöküşünü konu alan bir film yayımlayarak 30. yıl tartışmalarını“resmen” başlattı. Aynı gün, ABD Devlet Başkanı Barack Obama, yeni ABD bütçesini, krize müdahale programını açıklıyordu. Konuşması, Thatcher’in ideolojik ikizi Ronald Reagan’ın mirasıyla tüm bağların kopartılması olarak yorumlandı (The New York Times, 27/09). “Tarih” bir dönemin sonunda olduğumuzu, geçen hafta bir kez daha vurguluyordu.
Geçen hafta kriz…
Merkez ülkelerin borsaları tepe noktalarına 1999 sonu - 2000 başında ulaşmışlar, sonra hızla düşerek 2002 sonu 2003 başında dibe vurmuşlardı. Sonra kredi köpüğüyle birlikte yeni bir tırmanışa geçerek 2007 sonuna kadar yükseldiler (sırasıyla, tepe/dip/tepe): FT (6930/3567/6721), Dow Jones(11497/7460/13930), Heng Seng(17406/8634/31352), Nikkei(20337/7831/18138), Dax(7644/2423/8067/3936). Cuma günü borsalar sırasıyla 3830, 7035, 12812, 7568, 3840 ile kapandılar. ABD’de geniş tabanlı S&P 500’ün son direniş noktası olarak görülen 740’ın altına inmesiyse, düşüşün devam edeceğini düşündürüyordu.
Krizin işsizliği, iflasları arttıracağını söyleyen başka göstergeleri de var. Bunların başında sanayi üretiminin ve talebin hemen her yerde gerilemeye devam ediyor olması geliyor. Örneğin en son dış ticaret verileri, Japonya’nın ihracatının ocakta bir önceki yılın aynı dönemine göre, yüzde 46, Çin’e yönelik yüzde 45, otomobil alanında yüzde 66 gerilediğini gösteriyor. Gerileme oranları Güney Kore, Çin, Tayvan, Hindistan için sırasıyla yüzde 33, yüzde 18, yüzde 44, yüzde 22. Bu ülkelerin ithalat oranlarında da benzer düzeylerde, hatta daha yüksek (Çin yüzde 43, Tayvan yüzde 56) gerilemeler gözleniyor. ABD ekonomisinin büyüme hızının, 2008’in son üç aylık döneminde, Reagan’ın iktidara geldiği 1982’den bu yana en kötü performansı sergileyerek yüzde 6.2 ile, ilk hesaplanan yüzde 3.8’den, piyasalarda beklenen yüzde 5.2’den çok daha sert bir düşüş gerçekleştirmesi, Asya ülkelerinin ihracatındaki gerilemenin devam edeceğini gösteriyordu.
Bunlara, küresel mali piyasaların,Soros’un deyimiyle “dağılmış” olmasını, Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkelere sermaye akımlarının yarı yarıya düşeceğine ilişkin öngörülerini, krizin Avrupa Birliği’ni çökertebileceğine ilişkin tartışmalardaki yoğunlaşmayı (Financial Times (22, 23/02/09), Wall Street Journal (24/02/09), Le Monde25/02/09), The Economist, 26/02/09),Der Spiegel (27/02/09) eklersek,“küreselleşme sonrası döneme”geçildiğine ilişkin savlarımızın arkasındaki mantık biraz daha açıklık kazanabilir sanırım.
Ekonomiden jeopolitiğe
Küreselleşme sonrası dönemlerin bir özelliği sert mali krizlerse diğer özelliği de uluslararası jeopolitik düzenin istikrarının bozulmasıdır. Uluslararası ilişkiler uzmanları arasında ABD hegemonyasının bir gerileme sürecine girdiğine ilişkin bir mutabakatın oluştuğunu biliyoruz. ABD İstihbarat Konseyi’nin son raporu da bu mutabakatı onaylıyordu. Ancak böyle bir gerilemenin, nasıl bir düzene açılacağı henüz belli değil. Özellikle küresel ısınma, gıda, su kıtlığı sorunlarını da göz önüne alan kimi öngörüler gerçekten çok korkutucu.
Örneğin, LEAP/E2020 adlı düşünce kuruluşunun yayımladığı GEAB’ın(Küresel Avrupa Öngörü Bülteni) geçen haftaki raporu bunlardan biri. Krizin 2009’un son çeyreğinde “jeopolitik çözülme” aşamasına gireceğini savunan rapora göre, bu aşamayı iki paralel düzeyde yaşanacak iki süreç şekillendirecek. Birinci düzeyi tüm dünyada mali zeminin (dolar ve borç) erimesi, küresel sistemin büyük oyuncularının çıkarlarının parçalanmaya başlaması oluşturuyor. İkinci düzeyiyse verili uluslararası sistemin hızla dağılması, büyük oyuncuların stratejik olarak çözülmeye başlaması. GEAB’ın yazarlarına göre, bu aşamaya geçişi önlemek için dünyanın liderlerinin önünde çok dar bir fırsat aralığı var:Nisan G20 toplantısından bir sonuç çıkmazsa, “dünya sarhoş bir gemiye benzeyecek”. “Birçok devlet, hatta en büyük devletler bile insan ürünü yapılar olduklarını ve belli çıkarlarla uyum halinde oldukları sürece yaşayabileceklerini unutuyorlar…”Özetle rapor, krizin sert toplumsal patlamalara; Avrupa’da, Japonya’da, ABD’de iç çatışmalara yol açacak bir yönde dejenere olmasını bekliyor ve okuyucularına özellikle ateşli silahların serbestçe ve yaygın biçimde ortalıkta dolaştığı bölgeleri terk etmelerini öneriyor…
Bu öngörüleri, çok aşırı bularak dudak bükebilirdik, eğer LEP/E2020 yazarları, 2006 Şubatı’ndaki raporlarında, tarihsel bir ekonomik krizle karşı karşıya olduğumuzu saptadıktan sonra, krizin bu güne kadar yaşanan aşamalarını (tetiklenme, hızlanma, çarpma ve dökülme) önceden doğru bir biçimde görmemiş olsalardı…
İlginç olan şu ki LEAP yazarlarıyla, New Scientist dergisinin geçen haftaki sayısının “Earth 2029” teması arasında büyük bir paralellik vardı. İlk kezKaynak Savaşları kitabıyla dikkat çeken Prof. M. Klare de geçen hafta The Asia Times’daki yazısında, dünyayı bölge bölge tarayarak ekonomik çöküşün nasıl toplumsal patlamalara yol açmaya başladığını belgeliyordu…
Obama’nın bütçesi…
Barack Obama’nın, perşembe günü açıkladığı bütçe, toplumun en zengin kesiminin vergilerini belirgin bir biçimde arttırmayı, geri kalan herkesin vergilerini azaltmayı, eğitim ve sağlık alanlarında yeni reformlar başlatmayı, ülkenin altyapısını yenilemeyi planlıyor. Buna karşılık bütçe, sağlık sigortası yapan şirketlere, üretim ve yatırımlarını ülke dışına taşıyan ÇUŞ’lere, bankacılık ve ‘agribusiness’ sektörüne verilen destekleri kaldırıyor, askeri harcamaları denetim altına almayı ve tasarruf yapmayı amaçlıyor.
Özetle Obama bütçesi gelir dağılımında toplumsal çelişkileri yumuşatacak bir düzeltmeyi, yeni talep yaratarak ekonomik etkinliği canlandırmayı, kamu harcamaları yoluyla ülkenin üretkenliğini yapısal olarak iyileştirmeyi, dolayısıyla Reagan dönemi öncesi önceliklere geri dönmeyi amaçlıyor. Bu bütçenin özellikle tarım ve savunma komisyonlarında büyük direnişle karşılaşması kaçınılmaz. Ama önünde yapısal bir engel daha var. Açık bir ekonomide, bu reformlar için harcanması gereken paranın dışarı kaçarak başka, rakip ekonomileri desteklemesini engellemek olanaksız. Bu kaçışı engellemek için mutlaka açık ya da örtülü, kimi tedbirler almak gerekecek. Belki de bu yüzden, Obama’nın görevi devralırken, bütçeyi açıklarken yaptığı konuşmalarda“küreselleşme” sözcüğüne rastlanmıyordu.
Neoliberalizmden, küreselleşme deneyiminden geriye müstehcen bir gelir dağılımı tablosu, şiddetli bir ekonomik kriz, jeopolitik belirsizlikler, felaket senaryoları kaldı. Thatcher’e gelince o şanslı, bıraktığı mirasın ayırdında değil, çünkü bunayarak, kısa dönemli hafızasını toptan yitirmiş.
No comments:
Post a Comment