9/11’den yedi yıl sonra geriye dönüp baktığımızda, sanırım şu iki saptamayı yapabiliriz: ABD’nin, 11 Eylül “olayı”nın yarattığı fırsattan yararlanarak dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda ve hegemonyasına rakip olacak büyük güçlerin yükselmesini engelleyecek biçimde düzenlemek için uygulamaya koyduğu politikalar (Yeni Savunma Stratejisi) yalnızca iflas etmekle kalmadı, tam anlamıyla geri tepti. Terorizme karşı küresel savaş projesi, daha Afganistan ve Irak savaşları sonuçlanamadan, Kafkasya bölgesinde ve Orta Asya’da, bu iki savaşla kıyaslanamayacak kadar büyük tehlikeler içeren iki yeni savaş olasılığını gündeme getirdi.
Stratejinin iflası…
Artık çok iyi bildiğimiz bu “Yeni Savunma Stratejisini” uzun uzadıya tartışmanın pek bir anlamı yok. ABD uluslararası ilişkiler disiplininin duayenlerinden Prof. Stephen Walt’ın şu özeti bize yeter: 11 Eylül’den sonra ABD dış politikasını belirleyen neo-con eğilim, “dünyanın, kararlı bir biçimde uygulandığı takdirde, ABD liderliğini, benimseyeceğine… Askeri gücün dünyayı ABD, İsrail ve diğer demokrasilerin yararına düzenlemeye uygun bir araç olduğuna inanıyorlardı” (The National Interest’in Eylül/Ekim 2008).
Bu inanca göre ABD, askeri gücüne dayanarak dünyayı yeniden şekillendirecek, yeni güçlerin yükselmesinin olanaksızlığını, “terorizme karşı küresel savaş” içinde Afganistan ve Irak’ta elde edeceği başarılarla ele güne gösterecekti. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Bakın Kings College Savaş Çalışmaları bölümünden Prof. Anatol Lieven, geçen yedi yılı nasıl değerlendiriyor: “Binlerce ABD askeri, on binlerce Afganlı ve Iraklı sivil öldü, yeni savaş tehditleri oluştu. Pakistan gibi anahtar ülkelerin çökmesi ya da düşman olması gündemde”… “İsrail-Filistin çelişkisi bir bataklık olarak kalmaya devam ediyor. Bu sırada Hindistan ABD’nin nükleer alanda kendine verdiklerini almayı biliyor, ama ana konularda ABD’yle çelişen bir yol izlemeye devam ediyor. Çin’in ekonomik büyüme hızı, bir kuşak sonra süper güç olabileceğini gösteriyor. Bu durum ABD için uluslararası alanda stratejik ve ekonomik politika sorunları yaratıyor.”… “Bu sırada önemli bir oyuncu olmaktan çıktığı düşünülen Rusya şaşırtıcı bir toparlanma gerçekleştiriyor!” (The National Interest’in Eylül/Ekim 2008)
“Yeni Savunma Stratejisi” iflas ettiğine göre, acaba şimdi ABD’nin daha esnek, Prof. Nye’in deyişiyle daha bir “yumuşak güce”, diplomasiye dayalı bir savunma stratejisi geliştirmesini bekleyebilir miyiz? Öyle ya, bir Anglosakson deyimiyle “eğer bir çukura düşmüşseniz, kazmaya devam ederek çukuru daha da derinleştirme”nin ne anlamı olabilir?
Ne ki, ABD savunma yönetiminin en üst düzey sorumlularının geçen hafta yaptıkları açıklamalar, bir taraftan bu stratejinin iflas ettiğine ilişkin savları doğruluyor, diğer taraftan ABD yönetiminin, bu krizden adeta içine düştükleri çukuru daha da derinleştirerek çıkmaya çalıştığını düşündürüyordu.
Örneğin, ABD Genelkurmay Başkanı Amiral Michael Mullen, Meclis Silahlı Kuvvetler Komisyonu’nda yaptığı konuşmada, “Afganistan’da savaşı kazanmakta olduğumuza inanmıyorum. Ama kazanabileceğimize inanıyorum” derken Savunma Bakanı Robert Gates de komisyon üyelerine, “Terorizme karşı savaş bu bölgede başladı, bu bölgede bitmeli” diyordu (Washington Post, 11/09). ABD’nin Ortadoğu ve Orta Asya’dan ordusu CENTCOM’un komutanı General David Petraeus de perşembe günü BBC’ye konuşurken “ABD’nin Irak’ta bir zafer ilan edip gidecek bir duruma hiçbir zaman gelemeyeceğini” … “elde edilen kazanımların da geri çevrilebileceğini” kabul ediyordu. Kısacası Afganistan’da ve Irak’ta zafer söz konusu değil.
Yeni savaşlara doğru
Peki bu duruma çare olarak ne öneriliyor dersiniz? Ne olacak, “çukuru kazmaya devam etmek”... Pazartesi günü gazeteler, ABD askerlerinin Pakistan topraklarında askeri operasyonlara başlamasına ilişkin direktifi bizzat Bush’un imzalamış olduğunu bildiriyorlardı. Salı günü Bush Irak’tan asker çekmeye başlayacaklarını, ama çekilen askerlerin büyük bir kısmının Afganistan’a gönderileceğini açıklıyordu. Amiral Mullen de Afganistan’da savaşı kazanabilmek için operasyonların Afganistan-Pakistan sınırında, Pakistan tarafındaki Federal Aşiretler Bölgesi’nde yoğunlaştırılması gerektiğini, sorunun kaynağının orada olduğunu savunuyordu. Diğer bir deyişle ABD, Pakistan’ın sınırını, bağımsızlığını tanımadığını, savaşı bu ülkenin topraklarına taşıyarak vatandaşlarını hedef alacağını açıklıyordu.
Pakistan’da başbakan, muhalefet partilerinin liderleri ve Genelkurmay Başkanı bu saptamalara şiddetle karşı çıkarak topraklarına izinsiz girecek olanlara “tüm olanaklarını” kullanarak tepki göstereceklerini açıklarken ABD yanlısı, yeni Devlet Başkanı Zerdari’nin suskunluğunu koruması da ülkede ayrıca tepki çekiyor (The International News, 12/09), siyasi krizi daha da derinleştiriyordu.
ABD’nin Afganistan’daki operasyonları, nükleer silahlara sahip Pakistan’ı da, üstelik ülkedeki yerli Taliban’ın güçlenmesine olanak sağlayacak hoşnutsuzlukları da körükleyerek (Asia Sentinel, 10/09) savaşın içine çekmeye başlarken bir diğer ve en az bunun kadar tehlikeli savaş olasılığı da ABD Rusya ilişkilerinde ortaya çıkmaya başlıyordu. Rusya’nın Ukrayna’nın NATO üyeliği olasılığına karşı tavrını açıklayan İngiltere Büyükelçisi Yuri Fedotov, üyeliği engelleyemeyeceklerini ama kendilerini koruyacak tedbirleri alacaklarını ve kesinlikle misilleme yapacaklarını vurguladıktan sonra “Ukrayna’ya yönelik bir askeri müdahale planımız yok… ancak insanlar Güney Osetya’da olanları da unutmamalı” diyerek Kırım Yarımadası’ndaki Rus nüfus üzerinden oluşacak bir krizin işaretlerini veriyordu (The Independent, 11/09). Ukrayna’da da bu konu üzerinden bir siyasi kriz derinleşirken ABD’de başkan yardımcısı adayı Sarah Palin, ABC News’den Charles Gibson’la konuşurken Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğini desteklediklerini, üyelikleri gerçekleştiği takdirde NATO’nun, üyelerini savunmak için Rusya ile savaşabileceğini söylüyordu (AntiWar, 11/09).
Bu gelişmelere ek olarak, haftanın ilk yarısından medyadaki tartışmalar Dick Cheney’nin Gürcistan ve Azerbaycan gezilerinin adeta Rusya’ya yönelik bir provokasyona dönüştüğünü ancak sonuç almak bir yana Azerbaycan’da protokole uygun olmayan bir düzeyde karşılandıktan sonra, Rusya’ya karşı enerji işbirliği önerisinin reddedildiği, hatta Azerbaycan’ı Rusya’ya doğru ittiğini düşündürüyordu (Kommersant, 05/09, Eurasia Insight 08/09, Jamestown Foundation, 09/09).
Geçen haftanın önemli tartışmalarından biri de Türkiye dış politikasının Gürcistan savaşından sonra bölgede karşılaştığı çelişkilerle ilgiliydi. Oluşmaya başlayan genel kanı, bir taraftan ABD Türkiye’yi bölgedeki enerji yollarının Rusya’dan uzaklaştırılması stratejisinin bir parçası olarak Ermenistan’a doğru iterken Türkiye’nin de, Rusya ve Azerbaycan’la, hatta Rusya ile Batı arasındaki çelişkiden yararlanmaya hazırlanan İran’la ilişkileri bağlamında çok zor bir döneme girdiği doğrultusundaydı.
No comments:
Post a Comment