(Cumhuriyet 07.04.2008)
Bükreş'te yapılan NATO zirvesi, tek kutuplu dünya "anının", artık geride kalmış olduğunu bir kez daha sergiledi. ABD hâlâ, Clinton 'ın Dışişleri Bakanı Albright' ın deyişiyle "Vazgeçilemez ülkeydi" ama artık yalnız değildi.
ABD Başkanı Bush , konuşmasında, NATO liderleri arasında, zirve öncesinde oluşan anlayışı bir kenara iterek "Ukrayna ve Gürcistan'ın" NATO'ya üye yapılması isteğini tekrarladı. "Bu benim katılacağım son NATO zirvesi" diyerek adeta, "Tarih önünde beni yalnız bırakmayın, istediğimi verin" diyordu. ABD'nin Avrupa'daki en önemli dış politika örgütlerinden Alman Marshall Fund' un başkanı Ronald Asmus' a göre bu "Rusya'ya güçlü bir sinyal verecekti... Aksi, Rusya'ya bu ülkeler yeşil ışık yakmak..." (International Herald Tribune, 02/03), "Taviz vermek olacaktı" (AFP, 03/03). Ancak NATO'nun önde gelen üyeleri, "Kusura bakmayın, Rusya ile ilişkilerimizi bozamayız" dediler.
Böylece NATO zirvesi, ABD'nin NATO üzerindeki egemenliğinin kırılmış olduğunu, Rusya'nın gücünün ise "Batı ittifakı" üzerinde yadsınamaz ölçüde etki yapacak bir düzeye ulaştığını gösteriyordu.
Yeni 'vazgeçilemez ülke'
NATO zirvesinin gündemini öncelikle Afganistan sorunu oluşturacaktı. Ondan sonra, genişleme, füze kalkanı, Fransa'nın NATO'nun askeri merkezine geri dönmesi gibi sorunlar ele alınacaktı. Bir de, NATO'nun hâlâ bir türlü açıklığa kavuşturulamayan yeni kimliği (görevi) sorunun açıklığa kavuşturulması yönünde adım atılması bekleniyordu. Ancak hemen tüm yorumculara göre Rusya ile ilişkiler, zirveye damgasını vurdu, zirve sonrası değerlendirmelerin optiğini oluşturdu.
Afganistan konusunda, Rusya NATO'ya topraklarında geçiş izni verdi; ancak Rusya hava sahasını açmadı. Ayrıca, geçecek malzemelerin askeri nitelikte olmaması gerekiyordu. Bu bir uzlaşmaydı ama aynı zamanda, Putin' in 4 Nisan'daki basın konferansında vurguladığı gibi, "dünyanın en büyük nükleer güçlerinden biri olan Rusya olmaksızın hiçbir şey yapılamayacağını" (IPS. 04/03) gösteriyordu. Diğer bir deyişle, Rusyada artık "vazgeçilemez bir ülkeydi."
Gerçekten de Rusya'nın bu yeni, en azından Avrupa'nın lider ülkeleri açısından "vazgeçilemez ülke" statüsü zirvede başka alanlarda da özellikle Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO üyelikleri gündeme geldiğinde kendini hissettirdi.
Almanya, bu iki ülkeye bu zirvede üyelik verilmesine kesinlikle karşıydı. Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier' e göre bu "akıllı bir hareket olmayacak, Moskova ile ilişkileri daha da zorlaştıracaktı." Fransa, Almanya ile aynı frekanstaydı. Başbakan François Villon , "Avrupa ile Rusya arasındaki güçler dengesini bozacağını" düşünüyordu (Baran, Z, 02/03/08, Hudson Inst.). İngiltere, kararın geçmeyeceğini anlayınca, Fransa ve Almanya ile aynı safta kalmaya karar verdi.
Füze kalkanı projesine gelince, NATO ülkeleri, bu projeyi benimsediklerini açıkladılar. Ancak Rusya'nın itirazlarını göz önüne alarak, bu ülkeye iki önemli güvence verildi. Birincisi, füzeler silolara, İran'ın balistik füze üretme kapasitesi kesinleşmeden konmayacak. İkincisi radar sabit bir beton zemine konarak Rusya'ya doğru dönmesi engellenecek, Rus uzmanlar gerektiğinde bu sistemleri denetleme olanağına sahip olacak. Böylece, füze kalkanının kullanılmasında da Rusya önemli tavizler elde etmesinin yanı sıra, İran'ın balistik füze kapasitesinin saptanması, sistemlerin denetlenmesinin koşulları gibi iki belirsiz alan yaratılmış oluyordu.
NATO'yu, "Avrupa'yı ABD nüfuz alanına bağlayan bir platform" (James Kurth, The Next NATO... The National Interest, 9/1/2001) olarak gören ABD açısından, Fransa'nın askeri kanada geri dönmesi önemli bir "kazanımdı." Ama bu kazanım bile beraberinde, ABD hegemonyasını potansiyel olarak tehdit eden gelişmeleri içeriyordu. Fransa Devlet Başkanı Sarkozy, ülkesinin NATO'nun askeri merkezine geri dönmesine karşılık, AB'nin NATO'dan ayrı olarak kendi güvenlik örgütünü oluşturmasına yönelik ABD itirazını kaldırmayı başarmıştı. Böylece NATO'nun askeri merkezine yeni bir güç girer ve ABD'nin etkisini sulandırırken aynı zamanda AB kendi askeri gücünü oluşturma konusunda bir adım daha atmış oluyordu.
Nihayet, Bükreş zirvesinin NATO'nun kimlik sorununu açıklığa kavuşturma yolunda önemli bir adım attığını söylemek de zor. Hemen tüm yorumcular, Kosova savaşı sırasında oluşan "yeni konseptin" yetersiz, bulanık olduğunda anlaşıyorlar. NATO bir ABD-Avrupa ittifakı olmanın çok ötesine geçti ve küreselleşmeye başladı ama hâlâ NATO genel sekreteri, Jaap Hoop Scheffer' e göre "ittifakın Taliban'a ve dünyada teröre karşı mücadele etmek için yeni bir konsepte gereksinimi var." Ne ki Der Spiegel'in aktardığına göre, "bu konu Bükreş'te gündeme bile gelmedi."
Özetle, zirvenin Rusya'nın gölgesi altında yapıldığında hemen herkes anlaşıyordu. Ama NATO zirvesinin bilançosunu çıkarmaya sıra gelince, ortaya çok farklı bir görüntü çıkıyordu.
Zor bilanço
Zirvenin kesin bir bilançosunu çıkarmanın zorluğu, esasen, uluslararası alanda, oluşmaya başlayan yeni güçler dengesinin karmaşıklığından, belirsizliğinden kaynaklanıyor. Bu bağlamda, NATO zirvesinin önemli odağı olan ülkelerdeki önde gelen gazetelerin değerlendirmelerindeki vurgulara bakmak öğretici olabilir.
İngiltere'de Financial Times, NATO'nun saflarını sıklaştırdığını vurgulamaya çalışırken Almanya'da Der Spiegel' in yorumunun başlığı, "Transatlantik-kimlik krizi", alt başlığıysa "NATO derin ayrılıkları aşmayı başaramadı" idi. Spiegel, "eski-yeni Avrupa" ayrımını, "Rusya'nın taleplerini göz önüne almanın önemini, en önemli sorunların çözümünün geleceğe bırakıldığını" vurguluyor. Washington Post ve New York Times pazar günü, esas olarak ABD'nin genişlemeden yana isteğini vurguladılar, Putin'in kaygılarına yer verdiler.
Le Monde da soruna önce Fransa'nın ulusal çıkarları, ikinci olarak AB açısından bakıyor; Sarkozy' nin NATO'ya dönme kararını, karşılığında aldığı tavizler bağlamında yorumluyor, Bush'un AB savunma gücü konseptini kabul etmiş olmasının altını çiziyordu.
Zirvenin Rusya'nın yükselen güç statüsünün, Türkiye'yi de içine alan bölgede, artık Rusya'sız hemen hiçbir şey yapılamayacağı gerçeğinin altını çizdiği söylenebilir.
Rusya'nın özellikle AB açısından "vazgeçilmez ülke" olmasının arkasında sanırım iki neden var. Birincisi, ABD basınının kaygıyla işaret ettiği gibi, Rusya, artık "AB ekonomisinde önemli bir oyuncudur": Rusya, AB'nin gaz ve petrolünün yüzde 25'ini sağlıyor, dünya ekonomisi daralırken büyük mali kaynaklara sahip bir pazar sunuyor. George Town Üniversitesi'nden Prof. Wallemder' in deyişiyle "AB iş çevreleri Rusya'ya büyük ilgi gösteriyorlar. Dış politikada bu ilgi son derecede önemlidir" (Washington Post 05/03). İkincisi, Hindistan'ın eski Türkiye elçisi (1998-2001), Asia Times yazarlarından Bhadrakumar' ın 29 Mart yorumunda ayrıntılarıyla vurguladığı gibi Rusya, İslam dünyasında, ABD'nin aksine, hemen her konuda "doğru" tarafta yer alarak diplomatik destek, dengeleyici öğe , silah tedarikçisi, Şii-Sünni ayrımını aşan, bu anlamda birleştirici bir basınç olarak etkisini hızla arttırıyor.
No comments:
Post a Comment