Wednesday, April 16, 2008

'Başlangıcın Sonu'

(Cumhuriyet 14.04.2008)


Mali sarsıntıların merkez bankalarınca denetim altına alınacağına, küresel bir resesyonun gündeme gelmeyeceğine ilişkin rüyalara dalmış olanların geçen hafta uyanmış olmaları gerekiyordu.

Çok yoğun bir hafta oldu

Hafta, hem ekonomik gelişmeler hem de bu gelişmelere ilişkin tartışmalar açısından çok yoğun geçti. Bu tartışmalarda, 1929 bunalımı anımsatılıyor, küreselleşme öncesinin Keynesyen modellerine eğilimli yaklaşımlar dikkat çekiyordu.

Hafta içinde, ABD'de perakende satışlarındaki düşüşlere, borçlarını zamanında ödeyemeyenlerin arttığına ilişkin veriler, dolardaki gerilemeye rağmen, ABD cari açığındaki ani sıçrama (Bloomberg , 10/04) krizin sürmekte olduğunu anımsatırken; şirket bilançoları, sezonu, sanayi devlerinden General Electric'in, UPS ve FedEx gibi kargo şirketlerinin gelirlerindeki büyük düşüşlerin yarattığı şokla açıldı. Financial Times, Wall Street Journal gibi gazetelere göre, GE'nin gelirlerindeki, sağlık hizmetleri ve elektrikli aletler bölümlerini de kapsayan gerilemeler, krizin derinleştiğini gösteriyordu.

Nitekim hafta ortasında yayımlanan IMF raporu, dünya ekonomisine ilişkin büyüme beklentisini yüzde 3.7 gibi resesyona çok yakın (resesyon sınırı yüzde 3) bir düzeye çekiyor, bu yıl ABD'nin resesyon yaşayacağını, toparlanmanın gelecek yıldan önce gelmeyeceğini söylüyor, krizin giderek derinleşmekte, yayılmakta olduğuna işaret ediyordu.

Wall Street Journal 'ın ekonomistler arasında yaptığı bir anket, krizin henüz dibine ulaşılmadığına ilişkin genel bir kanıyı yansıtırken, The Economist, "ABD'de resesyonun hafif ve kısa süreli olacağına ilişkin iddialara inanmak için hiçbir neden yok" diye yazıyordu. Borsalar da haftayı ABD'de yüzde 2'nin üzerine, Avrupa'da yüzde 1.5 civarında gerilemelerle kapattılar.

Finansal yatırım ve sigorta sektörünün devlerinden Standard Life'ın Global Strateji bölümü başkanı Andrew Milligan 'a göre artık "krizin başlangıç aşaması bitiyordu" , Morgan Stanley başekonomisti Berner de " Şimdi mali krizin ekonomik sonuçlarını yaşamaya başlayacağız " diyordu.

Bu koşullarda tartışmaların da giderek serbest piyasa sistemine yönelik eleştiriler , düzenleme ve şeffaflık getirici yeni önlemler, yoksulluk ve küreselleşme karşı tepkilerdeki artışlar bağlamında artan siyasi riskler üzerinde odaklandığı görülüyor.

Düzenleme ve şeffaflık

ABD finans çevrelerinin ağır toplarından, eski FED başkanı, 1978'de neoliberal modelin fiilen başlatıcısı Volcker , Economic Clup'da yaptığı konuşmada, " Mali mimarlar, belirgin bir biçimde kırılgan ve bir tarafta birileri için büyük servetler yaratırken diğer taraftan aynı hızla tüm mali sistemin domino taşları gibi yıkılma tehlikesini gündeme getiren bir sistem inşa ettiler " diyor, düzenlemenin ve şeffaflığın önemini vurguluyordu ( New York Times ,11/04). Volcker'e göre, ABD'de " tüketimin başını çektiği bir ekonomik bir modelden, ihracatın çektiği bir ekonomiye geçiş başlamıştı" . ( McClatchey Newspapers ,09/04). Yatırım Bankası UBS'nin ekonomik danışmanlarından George Magnus da Financial Times 'taki yorumunda, J.K. Galbraight' in 1929 krizine ilişkin kitabını okumayı öneriyor. Küreselleşme teorisinin önde gelen isimlerinden Prof. Ulrich Beck , The Guardian 'da " serbet piyasa ekonomisi komedisinin, devlete ne kadar gereksinim olduğunu bir kez daha gösterdiğini" vurguluyor, piyasalar serbestleştikçe 1929 tarzı kriz riskinin daha çok arttığına işaret ediyordu. Ancak Volcker'in sözlerini aktaran New York Times'ın ekonomi yorumcusu Floyd Norris 'e göre, ortada hâlâ ne yapılacağına ilişkin belirgin, sistemli bir yaklaşım yoktu.

Bu noktada insanın aklına Keynes 'in 1930'larda, ekonomi yöneticilerinin ve mali piyasaların kaptanlarının hâlâ bir önceki, şimdi kapanmaya başlayan dönemin düşüncelerinin etkisi altında olduklarına ilişkin dile getirdiği kaygılar geliyor. Örneğin dünya bankalarının sözcüsü Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), krize ilişkin tepkisini ilk kez belirtirken, sorunları kabul ediyor ama yeni düzenleme ve şeffaflık eğilimlerine şiddetle karşı çıkıyordu. Financial Times'ta bir blog yöneten Prof. Willem Buiter' in (London School of Economics, eski EBRD başekonomisti) sözleriyle, adeta " Biliyoruz çuvalladık, ama dersimizi aldık; valla bir daha yapmayacağız. Bizi düzenlemeye, işimize karışmaya gerek yok" diyorlardı. Prof. Buiter'e göreyse, sistemin kendi kendini düzenlemesi hiç düzenleme olmayacak anlamına geliyordu, artık bu risk alınamazdı. (10/04)

Açlık ve yoksulluk

Geçen hafta tartışmalar, aniden ABD ve genelde İngilizce konuşan ülkelerdeki (neoliberalizmin öncüleri) gelir dağılımı, dünyada açlık, yoksulluk, küreselleşmeye karşı tepkiler üzerinde de yoğunlaşmaya başladı. Sanırım tartışmalar, Nesweek 'in çarşamba yazımda aktardığım, "yeni süper sınıf" la ilgili araştırmasıyla başladı. Financial Times' ta hafta boyunca, Gideon Rachman, John Plender, Daniel Pimlott bu konulara ilişkin tartışmaları aktardılar. Rachman, küreselleşmenin siyasi bir yapıntı olduğunu, siyasetin getirdiğini siyasetin götürebileceğini anımsattı. Yoksulların bu süreçten zararlı çıktığına ilişkin bir algının, gıda fiyatlarındaki artışlarla daha da güçlendiğine, "küreselleşen ülkelerde seçkinler için büyük tehdit olan açlığın geri gelmekte olduğuna" dikkat çekti.

Plender, ABD gelir dağılımı verilerini ayrıntılı bir biçimde analiz ederken, 1979-2005 arasında, en yoksulların gelirinin yıllık ortalama yüzde 1.3, orta sınıfın da yüzde 1 artarken, en zengin yüzde 1'lik kesimin gelirinin yüzde 228 arttığına, "2002-2006 döneminde bu plütokratik grubun toplam gelir artışından aldığı payın yüzde 75'e ulaştığına" dikkat çekiyordu. Plender'in aktardığına göre, dünyanın en büyük bono fonu Pimco'nun genel müdürü Bill Gross "Toplumun emeğinin gelirleri kötü dağıtılmaya başlanırsa, sistem sonunda bozulur" diyordu. Gross sonra da, William Butler Yeats' in 1919 tarihli "İkinci Geliş" başlıklı, dönemin "Zeitgeist" ini yakalamasıyla ünlü şiirine göndermeyle, "O zaman merkez çöker" diyordu. Plender, dünyanın en zengin adamı Buffet'in benzer yakınmalarını da aktarıyordu; gelir dağılımındaki bozulmalara tepkiler salt İngilizce konuşan ülkelerle sınırlı değildi, Japonya'da, Fransa'da da yabancı sermayenin götürdüklerine karşı tepkiler vardı. Daniel Pimlott ise ABD'deki yoksullaşmadaki artışları aktardığı yazısında, 40 yıl önceki kent ayaklanmalarını anımsıyordu. Büyük Muhafazakârlar (2005) kitabının yazarı Martin Hutchinson da, Prudent Bear sitesinde yayımlanan bir yorumunda, Friedman 'ın, "Dünya Düzleşiyor" (-küreselleşme-E.Y.) kitabına atıfla, gittikçe artan korumacılık eğilimlerine, " dünyada yeniden engellerin belirmeye başladığını" vurguluyordu. İşçilerin, sendikaların artık hükümetlerden kendilerini korumalarını istediklerine dikkat çekiyordu.

Yoksulluk, gelir dağılımında bozulma, bunlara karşı siyasi tepkilere ilişkin tartışmalar, akla Prof. Jeffery Willamson' un, "Küreselleşmenin 200 yılı" başlıklı benim de beş yıl önce aktardığım çalışmasını getiriyor. Williamson, geçmişte, tam da bu nedenlere küreselleşmenin çöktüğünü göstermişti.

Volcker " ABD'de tüketimden, ihracata dayalı yeni bir modele geçiliyor" diyor. Geçen yıl emekliliği bırakarak, yatırımcılığa geri dönüp, yaptığı son dakika müdahalelerle Quantum fonunu yüzde 37 kâra geçiren George Soros " Reagan döneminden bu yana oluşan bir köpüğün delinmesine şahit oluyoruz" diyor. Bu saptama aslında, tam da bu 25 yıllık dönemin, küreselleşmenin sona erdiğini söylemiyor mu?

No comments: