“Stagflasyon” (durgunluk+enflasyon) kavramı, ekonomi politikası tartışmalarının başına oturdu. Gelin biraz yakından bakalım.
STAGFLASYON VE ‘STANDART MODEL’
Stagflasyon, ekonomi yönetiminde geçerli “standart modelinin” iflas ettiğini gösterir. Böyle bir durumu 1970’lerde, “ulusal Keynesçi” modelin tükenmesiyle (“Phillips eğrisi kırıldı” filan) yaşamıştık. O dönemin “standart modeli” terk edildi, kurumları tasfiye edildi, kaynakları egemen sermayeye aktarıldı, ideolojisi, siyaset rejimleri değişti. Ulusal dünya ekonomisi, ABD hegemonyasının basıncı altında yeniden şekillenmeye zorlandı. Yeni “standart model”, neoliberal küreselleşmeydi.
(...)
O “standart modelin” bir “bağımlı ülke” versiyonu, 1980’lerden bu yana, Türkiye’de de uygulanıyor. “Stagflasyon” tartışmaları “standart modelin” artık tükendiğini, ısrar etmenin yıkıcı olduğunu gösteriyor.
FANTEZİLER VE TUHAFLIKLAR
Ancak, Mehmet Şimşek, “standart modeli” dayatmaya devam ediyor. Ana akım ekonomistler bile rahatsız olmaya başladılar.
Stagflasyon, durgunlukla mücadele ederken enflasyonu, enflasyonla mücadele ederken durgunluğu kalıcılaştırma ikilemini getirir. Bu zor duruma karşın konu, talep, arz, ücret, kur, algı gibi bağımlı değişkenler üzerinden tartışılıyor. Bu değişkenleri belirleyen, “artık değer”, ikincil olarak da kâr oranları, emek verimliliği gibi dinamikler ilgi çekmiyor. Üretim gerilerken talebi baskılamak, “aşırı üretim”den söz ederken “aşırı talep”ten yakınmak, gibi tuhaflıklar hep bağımlı değişkenlerin ötesine geçememekten kaynaklanıyor. “TÜİK verilerine güvenemezken hangi ‘algı’ ile enflasyona karşı mücadele edilecek” sorusu da var.
(...)
“Stagflasyon”dan çıkabilmek için öncelikle ekonominin “artık değer” üretim kapasitesinin artması gerekir: Bunun için gerekli “yapısal reformlar” ise uluslararası sermayenin, ana akım ekonomistlerin düşündüklerinden çok farklıve yeni “standart model” arayışlarına uygun olmalıdır.
(...)