Thursday, June 29, 2023

Süreç hızlandı


(...)

Dünya ekonomisindeki bu yeni eğilimlerden söz edecek, rejimin bunlardan ne kadar uzak hatta ters yönde gitmekte olduğuna dikkat çekecektim. Birden, değerli dostum Merdan Yanardağ, “Öcalan’ı övdü” gibi absürt bir iddia üzerinden, gözaltına alındı, tutuklandı. Önce öfkelendim, sonra da buna bir bezginlik duygusu eklendi. Bu yazı işte bu bezginliğin sonucudur.

N’OLUYOR? N’OLUYOR?

“Ne olacak. Süreç kendi seyrinde gidiyor” (Beckett, End Game). Seçimlerden önce iki konuda uyardık. Eğer rejim kazanırsa, muhalefet büyük bir moral bozukluğu yaşayacak. Rejim çok tehlikeli bir eşikten geri döndükten sonra, onu buraya getiren güçlere, aktörlere yönelik sert bir saldırı başlatacak. Rejim kazandı ve ikisi de oluyor. 

(...)

Merdan da bu süreci doğru tespit ediyor, mücadelenin öncelikle “ekmek peynir-boş tencere” üzerinden değil bunları da kapsayacak bir “kültür savaşları”hattında verilmesi, solun güçlerini bu bağlamda birleştirmesi gerektiğini anlatıyor, böylece rejimin, hegemonya kurma sürecinin “yumuşak karnına”(kültürel hegemonyaya) dikkat çekiyordu 

Seçimlerden sonra, “süreç olarak faşizm” tam da öngördüğümüz biçimde hızlandı. Muhalefet üzerinde baskı, susturma çabaları, haklar ve özgürlüklere, kadın-LGBT hareketlerine saldırılar artıyor. Rejimin en karanlık arzularınıyasalaştıracak bir anayasa taslağı, CHP’nin Meclis’e taşıdıklarının da desteğiyle şekilleniyor. Rejimin en önemli ideolojik aygıtları TARİKATLAR eğitimden sağlık sisteminde devlet ve güvenlik bürokrasine, etkilerini hızla artırıyorlar. Muhalefette sağından soluna tam bir dağınıklık, stratejik boşluk egemen... “Oysa yoğun bir tutkuyla dolu kötüler.” 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, June 26, 2023

‘Bağımlılık’ ve ‘değişim’

 

Faiz artışının yüzde 15’te kalması ekonomistlerde, piyasalarda düş kırıklığı yarattı. Adeta, 50 mikrogram beklerken 15 mikrogram “madde” almış bir bağımlı gibi söyleniyorlar. Yetmedi yetmedi! Gerçekten de karşımızda bir bağımlılıkdurumu var. Türkiye kapitalizmi dış kaynak girişi olmadan yaşayamıyor. Dış kaynak girişi aksamaya başlayınca “terlemeye”, “titremeye”“dış kaynak için her şeye hazırım” sinyalleri vermeye başlıyor.

Nasıl uyuşturucu “kartelinin” belli beklentileri varsa uluslararası mali sermayenin de gelmek için belli talepleri var. “Kartel” piyasadaki rakiplerini tasfiye eder; politikacıları, polisleri maaşa bağlar; egemenliğini kurunca yayılmaya başlar. Uluslararası mali-sermaye belli bir değerlenme (ülkede üretilen “artık-değerden” pay alma) oranı, hareketlerinde, araçlarında serbestlik güvencesi ister. Uluslararası mali-sermaye de değerlenme sürecine yerli kapitalistleri, politikacıları, devlet bürokrasisini ortak eder. Onlar da ekonomik-siyasi yaşamlarını uluslararası sermayenin gereksinimlerine göre düzenleyerek “artık-değerden” beslenmeye çalışır; gittikçe derinleşen bir bağımlılık ilişkisi oluşur. 

(...)

Buradan iki çıkış yolu var: Birincisi para hacmini, “artık-değer” “havuzuna”uygun biçimde daraltmak (ekonomiyi küçültmek halkı yoksullaştırmak). Bu mali-sermayenin tercihidir. Kısa dönemde, madde bağımlısı gibi biraz rahatlatır ama, bağımlılık derinleşir. Borç yükü arttıkça, borç ödeme kapasitesi zayıfladıkça, “kartelin” dayatacağı kimi “uygunsuz” taleplere de katlanmak gerekecektir.

İkinci yol (hâlâ kapitalizmin içindeyiz) ülkenin “artık-değer” üretme kapasitesini güçlendirmekten geçiyor: Yerli, sanayi-tarım üretimini güçlendirmek, iç tüketimi desteklemek, bunun için devlet kaynaklarını da kullanmak. Büyük sermayeyi bu yeni programı desteklemeye ikna etmek-zorlamak, rantiye ekonomisini hızla daraltarak ranta giden payın, “artık-değer” üretimi devresi içinde kalmasını sağlamak. Dış borç ödemelerine belli bir süre için ara vermek. Tüm bunları bir halkçı, dayanışmacı, kardeşlik, laiklik-özgürlük, bilimsel-kültürel yenilenme (Rönesans) söylemiyle desteklemek.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, June 22, 2023

Tehlikenin farkında mısınız?

 Ekonomide “rasyonel bir zemine” dönülecekmiş. Bu saptama, cumhurbaşkanını, “irrasyonel” olmakla (saçmalamakla) suçluyor. Bu suçlamayı nasıl yalayıp yutarlar bilemem ama bugün karşımızdaki “tehlike” bu yeni “rasyonelden” kaynaklanıyor.

BİRİ ‘RASYONEL’ Mİ DEDİ?

“Rasyonel” kavramının içeriği, sınıfsal konumlara, çıkarlara hatta zamana göre değişir. Kapitalist için işçiyi sömürmek, kâr peşinde koşarken iklimi, ekolojik dengeleri krize itmek “rasyonel bir zemin” iken işçi sınıfı ve halk açısından sömürülmeyi, iklim krizini kabullenmek “rasyonel bir zemin” değildir. 1950-75 döneminde saçmalık olarak kabul edilen ekonomi politikalarının, 1980’den bu yana tek “rasyonel zemin” (bu “rasyonel zemin” bağımlı ülkelere dayatılmaya devam ederken merkez ülkelerde yine değişiyor) olarak betimlenmesi de “rasyonel” kavramının değişkenliğine işaret eder. 

Bu bağlamda, Şimşek’in “rasyonel zemine dönmek” sözünü de “Hangi sınıfların çıkarlarına öncelik vermeye dönülürken hangi sınıfların çıkarları feda ediliyor” sorusuyla karşılamak gerekiyor. Çünkü, eski “zemin” de temsil ettiği çıkarlar açısından en az bu yenisi kadar rasyoneldi.

Şimdi terk edilmek istenen “rasyonel zemine” bakınca bunun, rasyonalitesinin siyasal İslamın egemen sınıfı, dinci entelijensiya ile kapitalist sınıfların (işçiler ve kapitalistler) kimi kesimleri arasındaki temsil ilişkisinin ekonomi politiğinin ifadesi olduğunu görebiliriz. Şimşek açısından “irrasyonel” olan bu zemin esas olarak rant ekonomisinin ve ondan beslenen sınıfların çıkarlarına, siyasal İslamın taraftarını devlet yardımları, düşük faizli tüketici kredileri ile desteklemeye öncelik veren para ve maliye politikalarına dayanıyordu. Şimşek ise kaynakların dağılımındaki öncelikleri uluslararası ve yerli finans-kapitalden yana yeniden düzenlemeye, onların önceliklerine (enflasyon, borsa, döviz, borç ödeme kapasitesi) cevap verecek maliye ve para politikalarını devreye sokmaya özellikle de faizleri artırmaya hazırlanıyor. Kâr ve rant ilişkisine daha önce bir yazımda değinmiştim. Faizler arttığında ya kâr ya da rant (aldıkları pay) ya da ikisi birden geriler. 

Bugün Türkiye’de faizler yükselmeye başlayınca, ekonomik krizin içinde kredi kartlarını “zıplatarak” geçinmeye çalışan yoksul, dar gelirli kesimlerin, rant gelirleriyle yaşayan inşaat sektörünün, ona girdi üreten sanayinin, kredi almakta zorlanan sanayicilerin, esnafın, hatta kasalarındaki devlet-borçlanma araçlarının fiyatları düşeceğinden mali dengeleri bozulacak bankaların sorunları daha da ağırlaşacaktır. Kestirmeden söylersek yerli ve uluslararası mali-sermayenin çıkarlarına öncelik vermek adına, krizin yükü AKP rejiminin sosyal tabanı üstüne yıkılıyor. Bu sözde “rasyonel zeminin” tabii ki bir fiyatı olacak.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, June 19, 2023

‘CHP’de değişim’ ama nasıl?

 


CHP liderliği yoğun biçimde değişimden söz etmeye başladı. Ancak, bir gün “Yapılan her şey doğruydu” deniyor, ertesi gün tüm danışmanlar kovuluyor? Bu şaşkınlık korkutucu. Bu “değişim” söyleminin, her şeyin aynı kalması için kurgulanmış bir fanteziden öte bir anlamı olacaksa önce değişecek “şeyi” tanımlamak gerekiyor. 

CHP NEDİR?

Bugünkü CHP laik, halkçı, reformcu, devletçi değildir. Cumhuriyetçiliğin ve milliyetçiliğin ne anlama geldiği artık belirsizdir. Öyleyse CHP’yi, CHP olarak tanımlamaya/tanımaya izin veren “özün” bugün hangi bileşenlerden oluştuğu belirsizdir. Besbelli ki bugün “CHP” adının temsil ettiği “varlık”, “6 ok”un üzerinde şekillenmiş “şey”den farklıdır. Peki öyleyse nedir? 

Gelin başka bir açıdan yaklaşalım, Ecevit’le başlayan “dönüşümü” milat alarak “CHP sosyal demokrat bir parti midir” sorusuyla devam etmeye çalışalım...

(...)

tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, June 15, 2023

İki büyük tehlike örtüşüyor

 

Seçim telaşı içinde, son tahlilde bu “telaşı” önemsizleştiren tartışmaları kaçırdık. 

Yapay zekâ alanındaki gelişmeler, sektörün yaratıcılarında bile büyük kaygı yaratıyor. Önce 6 ay durdurarak alınması gereken önlemleri konuşmayı talep eden 25.000+ imzalı bir çağrı yayımlandı. Hiçbir sonuç üretmeyen üç ay geçti. Mayıs sonunda sektörün en büyük iki ismi, Hassibis (DeepMind) ve Altman (Open AI), çok kısa, okuyunca ürperten bir deklarasyon yayımladılar: Yapay zekânın insanlığı yok etme riskini önlemek, salgınlar ve nükleer savaş gibi diğer toplumsal risklerle birlikte, küresel bir öncelik olmalıdır. Geçen hafta, New York’un havasını, Mars’ın kırmızı atmosferini anımsatırcasına solunamaz hale getiren, Kanada orman yangınları da iklim krizinin derinleşmeye devam ettiğini gösteriyordu.

(...)

Yazının tamamını olmak için tıklayınız

Monday, June 12, 2023

Güç çürütür

 

Nihayet, 12 gün sonra konuşmaya cesaret edebilen Kılıçdaroğlu’nu sorulara cevap vermeye çalışırken izleyince aklıma, “İktidar çürütür”sözü geldi. “İktidarsızlık” da çürütebiliyormuş. Kılıçdaroğlu’nun sözde cevapları üzerine birkaç şey söylemeden önce, gelin “bağlamını”tanımlayalım

BAĞLAM ANLAMI BELİRLER

CHP’nin başına, bir kaset olayıyla gelen Kılıçdaroğlu, o günden itibaren bu son seçimlere kadar hep aynı siyasi taktiği izledi: Etrafına topladığı “acayip” danışmanlarının aklına uyup, siyasal İslamın seçmeninden oy alabilmek için, laik Cumhuriyetçi, halkçı tabanını ihmal ederek, CHP geleneğinden uzaklaşarak, siyasal İslamın söylemine yakınlaşmaya çalıştı. Sonunda CHP bir geleneği ve bir gelecek projesi olmayan bir yapıntıya dönüştü.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, June 08, 2023

Umudu yeniden yeşertmek üzerine

 


CHP, 28 Mayıs seçimlerini nasıl kaybettiğini açıklayamadı, şaibeli sonuçları kabullendi. Meclis’e 35 siyasal İslamcı sokan CHP lideri, biraz makyaj yapıp hiçbir şey olmamış gibi ve de çoktan haritasını kaybettiği bir yolda devam etmek istiyor. CHP’nin ve liderinin, siyasal İslamın rejimi “süreç olarak faşizm” içindeki işlevini artık, tüm açıklığıyla konuşmamız gerekiyor. 

“Durum”, bugün için, CHP’nin, liderliğinin politikaları sayesinde umutsuzdur. Türkiye’de, bugün, “süreç olarak faşizmi”, siyasal İslamın toplumu şekillendirme hamlelerini durduracak gerçek (teorik değil) bir güç yoktur. “Aman umudumuzu yitirmeyelim”, “Yerel seçimler geliyor” gibi ezgileri bir kenara koymak, bu “durumu”, içinde umudun yeşermesine olanak verecek biçimde değiştirmenin yollarını düşünmek gerekir. Çıkış olasılığı üzerinde, ancak “durumun” umutsuzluğunu (gerçeğini) en azından sezebilen düşünebilir. Bu bağlamda biri kendiliğinden, diğeri bilinçli, iki çıkış olasılığı söz konusudur.

(...)

BİLİNÇ, İRADE VE ETİK

İkinci (“çabuklaştırma” tartışmasına da bağlanabilecek) çıkış olasılığı üzerinde düşünürsek, “Durumun bileşenleri arasındaki güç ilişkilerinin yeğinlikler skalası nasıl değiştirilebilir” sorusu, etik bir boyut kazanarak öne çıkar: Bu bileşenlerden hangisinin gücünün yeğinliği, belirgin bir biçimde artarsa, güçler skalası değişecektir? 

Bu eksen üzerinde düşünerek “güçler skalasına” bakınca, yeğinliği en yüksek bileşenin AKP’de temsil edilen siyasal İslam, yeğinliği en düşük bileşen de sol (sosyalistleri, LGBT, Kadın ve Yeşilleri, kapitalizm içindeki konumlarından dolayı, artık birlikte düşünmek gerekiyor) harekettir. İşçi sınıfı hareketinin yeğinliği bugün için ne yazık ki ihmal edilebilir düzeydedir. “Sınıf hareketinin” aniden güçlenmesi de zaten, daha çok ilk “çıkış olasılığı” kategorisine aittir.

Dikkatle bakınca, AKP’nin yeğinliğinin artmasının “durumun” “umutsuzluğunu” artıracağı, CHP, Kürt siyasi hareketi gibi bileşenlerin yeğinliklerini artırma kapasitelerinin kalmadığı görülebilir. Buna karşılık, sol hareket, son seçim sürecinde canlanmış “durum” içinde, genel olarak halkın, özel olarak isçi sınıfının, “ilerici” entelijensiyanın karşısında görünürlüğü artmıştır. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, June 05, 2023

Bu çok sarsıntılı bir dönem olacak

 

Siyasal İslam, şimdi kadın haklarından laikliğe kadar birçok değişimle “Cumhuriyet parantezini” kapatma, “Osmanlı mirasını restore” etmeye heveslenecek ama ekonomiyi toparlamaya çalışırken toplumsal dengeleri, hatta kendi toplumsal tabanlarının ekonomi politiğini allak bullak edecekler. “Osmanlı restorasyonu” konusunda da tarih “bana güvenmeyin” diyor. 

(...)


Thursday, June 01, 2023

Sonuçlar ve fanteziler

 

Ben yazılarımda, seçimleri kazanma olasılığını tamamen dışlamadan, seçimlere nasıl bir siyasi iktidar ve rejim altında gidildiğini göstermeye çalıştım. Kılıçdaroğlu’nun “Karartma altındayım” konuşması, sürecin “gerçeğini”sergilerken “Kazanacağız” iddiasının aslında bir fantezi olduğunu da ortaya koyuyordu. Bu bağlamda Hüsnü Mahalli’nin “Böyle yapılacağını bildiğiniz seçimlere niye girdiniz” sorusu son derecede yerindeydi. Şimdi, gerçek bir meşruiyet sorununu tartışıyor olabilirdik.  

Şimdi, sonuçları değerlendirirken, ne yazık ki, yine, fanteziler havalarda uçuşuyor. Peki bunlar hangi sancılara ilaç oluyor?

‘HAYIR YENİLMEDİK’, ‘BU BİR PİRUS ZAFERİ’

Örneğin, bir taraftan, “İki seçmenden birinin oyunu aldı”, diğer taraftan, “Seçmenin çoğu Erdoğan’ı istemediğini gösterdi”, “Aslında yenilmedik”, “Bu hile hurda, şiddet dolu bir seçimdi, hür değildi, yoksa kazanırdık”,  “O kazandı ama bu bir ‘Pirus zaferi’, kendi yarattığı ekonomik enkazın altında kalacak”...

Birincisi “İki seçmenden birinin oyunu aldı” iddiası rejimi desteklemek için dillendirilmiyorsa, tam anlamıyla bir akılsızlık ürünüdür. Çünkü “Kim gerçekte ne kadar oy aldı” sorusunun cevabı yoktur ama “Bu oylar nasıl alındı” sorusu ise herkesin malumudur.

Bu seçimlere hangi koşullarda gidildiğini, güçlerin, olanakların dağılımını biliyorduk. Dahası, bu rejimin 2007’den bu yana hile hurda olmadan kazanamadığını, toplumun çoğunluğundan rıza alma gücünü kaybettiğini, buna rağmen seçimleri “kazandığını” da biliyorduk. Peki o zaman neden bile bile bu koşulları baştan kabul ederek sandığa gittik. O gece biri bilgiç bir ifadeyle anlatıyordu: “Böyle rekabetçi otoriter rejimlerde, seçimleri hep iktidar kazanıyor.” İyi de daha birkaç gün önce muhalefetin kazanacağını anlatmıyor muydu bu şahıs? Rejimin yapısının özelliklerini, kapasitelerini adeta yok sayarak sandık hesabı yapmak tam anlamıyla rejimin meşruiyetini destekleyen bir fantezi olmadı mı şimdi?

(...)

EKONOMİK ENKAZ - KRİZ FİLAN

“Kendi yarattığı ekonomik enkazın altında kalacak” fantezisi de başka gerçekleri gizliyor. Birincisi krizlerin ekonomik etkileri her toplumsal kesime aynı biçimde, şiddette yansımaz. Kimi kesimler ezilirken kimileri güçlenebilir. İkincisi, ekonomik kriz içinde kaynak dağılımını kimin hangi araçlarla kontrol ettiği, daralan pastayı nasıl dağıttığı bu “yansımalar” açısından son derecede önemlidir. 

(...)

Önümüzdeki dönemde sol hareketin, iyimser olmaya, umudu korumaya çalışmayı bırakıp gerçek durumu doğru okumaya, acilen uygun ideolojik, pratik tepkileri tartışmaya, geliştirmeye başlaması gerekiyor. Tarih hızlandı!

Yazının tamamını okumak içn tıklayınız