Küreselleşmeden sonra hep ekonomik ve politik kaos geliyor ve“Tüm bunlar daha önce de oldu. Ancak, bizi yönetenler bunu bize söylemiş olsalardı bizi asla yönetemezlerdi” (Bob Beckman, Down wave, 1983).
SINIFLAR, EKONOMİLER, DEVLETLER
“Küreselleşmenin” vaat ettikleri gerçekleşmedi. Ne ulus devletler yok olmaya başladı ne demokratik bir dünya ekonomisi ve kültürü şekillendi. Aksine, önce “terörizme karşı küresel savaş” devletlerin, güvenlik adına izleme, gözleme kapasitelerini, disiplin ve cezalandırma rejimlerini güçlendirdi. Finansal krizde gündeme gelen “kurtarma paketleri”, devletlerin ekonomiye, pandemi de günlük yaşama daha yakından müdahale pratiklerini meşrulaştırdı.
Var olandan farklı küreselleşme, ekonomik model ve yönetişim anlayışlarına sahip büyük güçler yükseldi. Küresel jeopolitiğin içindeki gerginlikler giderek arttı. Bir süredir, dünya ekonomisinin önde gelen devletleri küreselleşmeden giderek artan bir hızla uzaklaşıyorlar. Trump’tan Modi’ye, Orban’a “süreç olarak yeni faşizm” pratikleri günlük haberlerin adeta kanıksanan bir parçası oldu. Ve bunların hepsi küreselleşmenin ürünüydü.
Prof. Williamson’un, zaman zaman aktardığım “Eşitsizliğin dünü ve bugünü” başlıklı araştırmasından yararlanabiliriz: Küreselleşme sürecinde, ülkelerin içinde gelir dağılımı iyice bozuluyor, sınıf mücadeleleri sertleşiyor, halkın devletten beklentileri artıyor.
(...)
Küreselleşme döneminde, uluslararası alanda yeni ekonomik güçler yükseliyor, güçlendikçe yerleşik düzenin kurallarını sorgulamaya başlıyor; etkisi azalmaya, güç kaybetmeye başlayan devletler de kendilerini korumak için ekonomik ve askeri önlemler almaya girişiyorlar.
Bu iki eğilimin yarattığı gerginliklerin basıncıyla küreselleşme çöküyor.
(...)
Geçen yazımda değindiğim gibi, buğday, mısır, bitkisel yağ, un, petrol, doğalgaz fiyatlarındaki artışlar aniden hızlandı. Bunlara nikel, paladyum gibi yarıiletkenlerin, otomobil katalizörlerinin yapımında kullanılan metallerin, suni gübrenin fiyatlarının artışları eklendi. Devreye giren yaptırımlar, Rusya’yı terk eden bankalar ve şirketler, el konan servetler yalnızca piyasa ve özel mülkiyet düzeninin artık “kutsallığının” kalmadığını göstermiyor, belirsizlikler uluslararası finansal devreleri kopmaya doğru geriyor. Ekonomik resesyon, enflasyon ve merkez bankalarının faiz artırma olasılıkları artıyor.
(...)
Bu süreçte ülke içindeki siyasi gelişmelerde, tarih bize en yoksulların değil, “yeni yoksullaşmaya başlayan” kesimlerin tepkilerine, bu tepkilerinin en yoksulların tepkileriyle birleşerek bir siyasi harekete dönüşme olasılığına dikkat etmemizi söylüyor. Sol hareketlerin bu dinamiğe müdahale etmesi yaşamsal bir öneme sahip. Yoksa...
Yazının devamını okumak için tıklayınız