Geçen hafta “herkes” Müslüman Kardeşler’in (MK) “beklenmedik” bir biçimde devlet başkanlığı seçimlerine katılmaya karar vererek kendi adaylarını açıklamalarının “şaşkınlığını” yaşıyordu. Aynı günlerde, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan Müslüman Kardeşler’in “kardeş” örgütleri olarak bilinen partilerden temsilciler Washington’da ABD’li yetkililerle görüşüyorlardı. Perşembe günü ABD’nin en etkili dış politika düşünce kuruluşu (think-tank) Council on Foreign Relations Müslüman Kardeşler heyetini ağırlıyordu.
‘Pasif Devrim’ denen şey...
Ancak, Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün 35 yıllık serüvenini, bizim gibi bir “pasif devrim” süreci olarak algılayanlar, bu örgütün, bir kez daha kendisinden beklenenlerden, yarattığı izlenimden farklı bir yönde davranmasına şaşırmadılar.
Müslüman Kardeşler herkesi ilk önce, Tahrir “olay”ına (devrimci sürece) katılmayarak şaşırtmıştı. “Olay”ın yönü belli olunca MK “olay”a katıldı ama, denetim altına alarak durdurmak için. O zaman MK’yi rejim düşmanı, demokratik bir güç olarak bellemiş olanlar yine çok şaşırdılar. MK orduyla, hatta Mübarek’in partisiyle anlaşarak devrimci süreci bitirmek için elinden geleni başarıyla yaptı. MK, Avrupa’da 1848 devrimlerini “satan” kapitalist sınıfın refleksini aynen tekrarlayarak eski rejimin kucağına atlamış ve rejime katılmıştı. Aşağıda değineceğim gibi geçen hafta MK’nin açıkladığı devlet başkanı adayının sınıfsal özellikleri bu saptamaları doğrulayacaktı.
İkinci adımda MK, ordu cuntasıyla ve Mübarek’in partisinden geride kalanlarla anlaşarak seçimlerin acilen, başka kimseye örgütlenme zamanı tanımadan yapılmasını sağladı. Seçimlerden büyük bir “başarıyla” çıkan MK, bu kez mecliste kimseyle özellikle Selefi Nur partisiyle ittifak yapmayacaklarını, anayasayı yapacak olan kurucu mecliste iskemlelerin yüzde 30’undan fazlasına talip olmayacaklarını açıkladı. MK, başkanlık seçimlerinde aday göstermeyecekti; korkacak bir şey yoktu; sanıldığı gibi Mısır’da siyasi iktidarı tekeline almaya niyeti yoktu. Ancak MK, bu sözü de tutmadı, Nur partisiyle anlaşarak kurucu mecliste siyasal İslamın egemenliğini sağladı.
Gözlemcilerin çoğu, MK’nin bu “tutarsızlığına” şaşırıyorlardı, ama “pasif devrim” perspektifinden bakınca gelişmelerin yönü MK’nin iktidarı elinde toplamaya hazırlandığını, ancak pazarlıklar tamamlandıkça, tamamlanan aşamaya uygun adımları atarak ilerlemekte olduğunu gösteriyordu.
Geçen hafta yaşanan “şaşkınlığın” ortasında tartışmalar, pazarlıkların ABD ve onun “müşterisi” Mısır ordusuyla yapılmakta olduğunu gösteriyordu. CFR’deki toplantı bir yana, Foreign Policy Ortadoğu uzmanlarından, Mark Lynch’in “Muslim Brothers’ Presidential Gambit” (02/04/2012) ve The National Interest’te Nathan J. Brown’un “Egypt’s Muddy Waters” (04/04/2012) başlıklı, MK’nin tutumunu anlamaya çalışan yorumlarında değindikleri gibi, bu iki yazar MK’nin adayı, MK’nin yönetici meclisinin ikinci başkanı (ama kimilerine göre aslında en etkili lideri) Khairet al-Shater’le bir yıldır görüşüyorlarmış. Time dergisinden Tony Karon da geçen hafta blogunda, Shater’in, ABD’nin Mısır Büyükelçisi Anne Paterson’la düzenli olarak görüştüğünü aktarıyordu (Time World Press, 04/04/2012). Al Hayat’ta yazan George Semaan da, ABD’nin, iktidarın sonunda ordu ve MK’nin tekelinde kalacağının ayırdına daha başından vardığını, buna uygun bir pozisyon almaya başladığını vurguluyordu. Semaan’a göre, ABD’den finanse edilen bazı sivil toplum örgütlerinin yöneticilerinin önce tutuklanması, sonra da serbest bırakılarak Mısır’dan ayrılmalarına izin verilmesi sürecinde, MK ile ABD arasında yaşanan görüşmeler çok işlevsel olmuş (02/04/2012). Bu pazarlıklar ilerledikçe, MK de ilerledi.
Nathan Brown “Geçen yıl içinde Shater ile birçok gez görüştüm, devlet başkanlığına aday olmak istemiyorlardı” dedikten sonra, MK liderliğinin, Cezayir’de FIS’ın başına gelenleri anımsayarak, Batı’nın orduyla birlikte duruma müdahale etmesinden korktuklarını aktarıyordu. Belli ki bu korku giderildi, MK’ye gereken garantiler verildi, hatta belki de başkan adayı göstermeleri özellikle istendi. Ama neden?
‘Aşk üçgeni’
Bu, yazının başlığı aslında CFR yazarı Ed Husain’in yorumunun başlığıydı. Geçen hafta, Tunus, Fas, Ürdün ve Libya’dan MK’nin kardeş örgütü partiler Washington’da sevinçle karşılanmış. “Ben de MK’nin partisi Özgürlük ve Adalet Partisi delegasyonunu CFR’de ağırlamaktan son derecede memnun oldum” diyor Husain. Husain, Washington’un, “eski düşmanlarının, şimdi gösterdiği dostluktan gözlerinin kamaşmış olmasını” (...) “bölgedeki, liberal ve İslamcı olmayan güçler hayretler içinde izliyorlar” diyor.
ABD’nin ve genel olarak Batı’nın MK aşkının arkasında esas olarak iki etken yatıyor. Birincisi Mısır seçmeninin yüzde 58’i İslami hareketten bir başkan isterken özelde Selefi hareketin Nur partisi, onun yoksul kesimler arasında son derecede popüler olduğu anlaşılan başkan adayı Abu İsmail’e desteğin yüzde 22 düzeyinde seyrediyor olması. MK aday çıkarmazsa İsmail’in kazanma şansının olduğu anlaşılıyor. The Economist, “Selefi adayı durdurmanın tek yolu Shalet’in aday olmasıydı” derken “Shalet’in bugüne kadar cuntayı hiç eleştirmemiş olmasına da” dikkat çekiyor. The New York Times da aynı düşünceyi paylaşıyor; “Bir zamanlar MK’nin yönetimi ele geçirmesinden korkan ABD’li yetkililerin, olağanüstü bir ‘U’ dönüşüyle, MK’yi Selefi harekete karşı vazgeçilmez bir bağlaşık olarak görüyorlar” (01/04/2012) diyor.
MK’nin adayının Shalet gibi biri olması da ABD’nin ağzının suyunu akıtıyor. Shalet, Mübarek döneminde 10 kez tutuklanmış olmasına karşılık, mobilyacılık, tekstil, otomotiv ve bankacılık sektörlerinde etkin, servetinin çapı esas olarak bilinmeyen milyarder bir işadamı. Kısacası, Shalet, Mısır’da Mubarek yönetiminin, geçen 30 yılda, neoliberal programları uyguladığı dönemde büyük bir servet oluşturmayı başarmış. Shalet tek örnek değil. McClatchy Newspapers’ın Mısır muhabiri Mohannad Sabri’nin bir yazısında işaret ettiği gibi MK seçimlerde muazzam büyüklüklerde para harcıyor. Ama kimse MK’nin servetinin kaynağını, çapını bilemiyor. Bu servetin Mübarek döneminde yapılmış olduğundansa kimsenin şüphesi yok (04/04/2012).
Nevine Kamel’de kurucu mecliste MK egemenliği kurulunca çekilen ekonomistlerden sonra, geride kalan MK üyelerinin, işadamı, bankacı özelliklerine işaret ederek “Bir şey kesin, yeni anayasa piyasa dostu olacak” diyor (Al Ahram Daily, 04/04/12). Kısacası, ABD bölge ekonomilerinin açık kalmasını sağlama işlevini şimdilik MK - ordu ikilisine devretmiş görünüyor; liberallere, MK ve benzerlerinden demokratlık bekleyenlere de bu durumu yüzlerinde salak bir ifadeyle seyretmek kalıyor
No comments:
Post a Comment