Geçen hafta, ekonomik krizin 2012’de yeniden hızlanacağını düşündüren gelişmelere dikkat çekmiştim. Yıl boyunca gelişen siyasi kriz dinamiklerinin de önümüzdeki aylarda hızlanacağı anlaşılıyor. Bu iki sürecin kesişerek 2012 yılında, çok kritik “siyasi-askeri” fırtınaları tetikleme olasılığı giderek artıyor.
“Kemer sıkma” önlemlerine, finans kapitale karşı “demokrasi” mücadeleleri bağlamında Avrupa Birliği’nin, ABD-Çin dengeleri ve Kuzey Kore bağlamında Güneydoğu Asya’nın, İran ve Suriye bağlamında Ortadoğu’nun bu “fırtınaları” yaşamaya aday bölgeler olduğu kolaylıkla söylenebilir. Ancak, geçen iki hafta içinde yaşanan gelişmeler, olasılıklar yelpazesi içinde öncelikle Ortadoğu’yu, tetikleyici etken olarak da Irak’ı işaret ediyordu.
‘Büyük Satranç Tahtası’nda son durum
Ekonomik ve kriz dinamiklerinin “fırtına” yaratma kapasitelerini anlamaya çalışırken ABD hegemonyasının gerileme, yeni güçlerin yükselme dinamiklerinin, Brzezinski’nin ünlü kavramını ödünç alırsak “Büyük Satranç Tahtası”nda gündeme getireceği olası hamleleri düşünerek başlamak gerekiyor.
Bu bağlamda, Brzezisnki’nin, Council on Foreign Relations’un yayımladığı Foreign Affaires dergisinin 90. yıl özel sayısında (Ocak/Şubat 2012) yer alan “Doğu’yu Dengelemek, Batı’yı Yenilemek” (Balancing the East, Upgrading the West) başlıklı denemesi, bize yardımcı olabilir. Derginin, ABD için yeni bir “Büyük Strateji” arayışı olarak sunduğu bu denemede, Prof. Klare’nin daha önce bu köşede aktardığım (12 Aralık Pazartesi) “Yeni Soğuk Savaş” savına temel oluşturan varsayımlar etrafında yazılmış: ABD’nin dikkati giderek artan ölçüde Çin’i dengeleme paradigması, ekonomik siyasi kaynakları Uzakdoğu’ya kaydırma hesapları üzerinde yoğunlaşıyor. Bu bağlamda, Brzezinski, öncelikle Batı ittifakının, Rusya ve Türkiye’yi de içerecek biçimde, Japonya’ya ve Güney Kore’ye kadar uzanacak biçimde, geliştirilerek genişletilmesini öneriyor. İkincisi, ABD’nin Uzakdoğu’da kendisine, büyük güçler arasında, uzlaştırıcı ve dengeleyici bir konum inşa etmesi gerektiğini düşünüyor. Brzezinski, denemesinde ABD’nin, bu süreci, ideolojik olarak Çin’i doğrudan hedef almadan “yapıcı işbirliği” kavramına uygun biçimde yönetebilmesinin olanaklarını tartışıyor.
Brzezinski’nin bu denemesi üzerinde daha fazla durmak istemiyorum; bir başka yazıda tekrar döneriz. Benim için bu noktada önemli olan, bu denemenin, ABD’de bir “Yeni Büyük Strateji” arayışlarına ilişkin tartışmalarda, Uzakdoğu’nun önemine yapılan vurgular artarken Ortadoğu’nun öneminin azalmakta olduğunu vurgulayan savları destekler nitelikte olması.
Bu saptamalardan sonra, ABD Irak’tan “çıkarken”, Avrasya’nın hemen altında, bir stratejik enerji kaynakları bölgesi olarak Ortadoğu’nun kendi kaderine terk edilmesinin söz konusu olamayacağı varsayımından hareketle kimi sorular sorarak düşünmeye devam edebiliriz: Bu bölgede, güçler dengesine ilişkin nasıl bir “denklem” ABD’nin ve “Genişletilmiş Batı”nın çıkarlarını korumaya devam etmesine izin verebilir? Bu çıkarlar en genelde nasıl tanımlanabilir?
Düşünce sürecimize maddi bir zemin sağlaması açısından önce ikinci sorudan başlarsak, bu çıkarları “Bölgenin, başta enerji olmak üzere doğal kaynaklarının, piyasalarının Batı’nın kullanımına, etkilerine ekonomik, siyasi, kültürel olarak açık kalması” olarak tanımlayabiliriz.
Bu çıkarları koruyacak denklemi düşünmeye başlayınca, andaki “durum” içinde üç fonksiyon hemen öne çıkıyor: 1) Toplumsal muhalefet dalgasının, devrimci atılımların, durdurulması ya da önceki paragrafta değindiğim “amaç” doğrultusunda saptırılması. 2) Bu amacın güvenceye alınmasını engelleyebilecek güçlerin bölgede hegemonya kurmasının engellenmesi. 3) İsrail’in güvenliğinin sağlanması.
Büyük Ortadoğu – ‘Büyük Oyun’
Amacım, tabii ki ABD’nin “Büyük Strateji” arayışı tartışmalarına katkı yapmak değil. Ama ‘Büyük Ortadoğu’ alanındaki ana öğelere bakınca olası bir “Büyük Strateji”yi şu senaryolar bağlamında düşünebiliyorum:
Toplumsal muhalefet dalgasının ve devrimci atılımların açtığı kapıdan, bölgedeki en örgütlü, “postkolonyal” (Batı/emperyalizm yapıntısı) devletlerle uzlaşmaya hazır, kapitalizmle barışık güç olan Sünni-Müslüman Kardeşler akımının (Suudi parasının, Körfez ülkelerinin askeri desteğinin de yardımıyla) geçerek siyasi iktidarı almasıyla birinci fonksiyon yaratılabilir.
İkinci fonksiyonun inşa edilebilmesi için öncelikle, ABD’nin Irak işgalinin yan ürünü olarak yükselen İran’ın etkisinin kırılması, bu ülkenin Batı projelerini aksatıcı bir parametre olmaktan çıkarılması gerekir. İkinci aşamada, İran etkeni giderilirken birlikte davranan güçlerden birinin, İran’ın geriletilmesiyle oluşacak boşluğun doldurulmasına fırsat vermemek gerekir. Bu amaçların gerçekleşmesine olanak sağlayacak fonksiyonun, bir Sünni-Şii kamplaşması üzerinden, İran-Suriye-Hizbullah eksenine karşı Suudi Arabistan, Müslüman Kardeşler “enternasyonalizmi”, Türkiye ekseni üzerinden kurulabilir.
İran geriletildikten sonra oluşacak boşluğu bu üç güçten birinin doldurmasını engelleyecek güçler dengesi, Sünni-Selefi ekseniyle, Müslüman Kardeşler arasındaki çelişkiler, Türkiye-Mısır rekabeti, Kürt sorununun Türkiye Devleti üzerindeki etkileri, Suudi Kırallığı’nın Türkiye ekonomisi içindeki mali etkisi, “Yeni Osmanlı projesi”nden rahatsızlığı üzerinde kurulabilir.
İsrail’in güvenliğinin sağlanmasına gelince; aslında 1 ve 2 numaralı fonksiyonların işlemeye başlamasıyla bölgede hızlanan dinamikler, hem İsrail üzerindeki basıncı azaltacak hem de ona Arap dünyası içinde, geçici de olsa yeni ilişkiler kurma olanağı sağlayacaktır.
Fay hattının üzerindeki ülke: Irak
ABD çıkarken Irak’ta patlayan bombalar, sömürgecilik tarihinin, jenosit ve yıkımdan sonraki en tipik dinamiğinin yine işlemekte olduğunu gösteriyor. Yine bir sömürgeci güç, çıkarken arkasında parçalanmış, parçaları birbiriyle savaş halinde bir ülke enkazı bırakıyor.
Sünni-Şii bloklarının arasındaki fay hattı, Irak’ın temelinden geçiyordu. ABD işgalinin bir aşamasında, direniş bu fay hattının enerjisi devşirilerek bir iç savaş senaryosu bağlamında etkisizleştirilmişti. Şimdi ABD “çıkarken” bu fay hattı bu kez ülkeyi üç parçaya bölecek biçimde enerji üretmeye başlıyor. Böylece Irak, yukarıda değindiğim üç fonksiyonun, İran’ın geriletilmesi çabalarının, İran’ın yerine aday güçler arası rekabetin yaşanacağı sahne haline geliyor.
Dahası Irak, bu özelliğiyle Suudi Arabistan’ı, Müslüman Kardeşler’i (ve Hamas’ı), Lübnan’ı (Hizbullah), Suriye’yi, İran’ı, Türkiye’yi, “Büyük Kürt Coğrafyası”nı birbirine bağlayan bir düğüm noktası olarak karşımıza çıkıyor.
Özetle, ABD stratejik dikkatini, Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya kaydırırken bu bölgede giderek genişleme potansiyeli taşıyan bir yangın ve parçalanma süreci yeniden hızlanıyor. Türkiye’nin de bu sürecin, dolayısıyla fırtınanın, merkezine çok yakın olduğu görülüyor.