Tuesday, September 06, 2011

'Yeni model', yeni ittifaklar (Libya)


05 Eylül 2011 -  
Geçen hafta yazılarımda şu saptamayı yapmıştım: “Karşımızda sanırım şimdi yeni bir model var: Önce bir devrimci dalga; dalganın denetim altına alınarak, liderliği belirlenerek silahlı isyana dönüştürülmesi; bu liderliğin NATO’dan sivillerin koruması için yardım istemesi; Batı’nın etkisi altındaki bir uluslararası bölgesel örgütün (Arap Birliği) onayının arkasından ‘rejim değişikliği’; yeniden inşa bahanesiyle sömürgeleştirme...”

Bu saptamalara iki ekleme yapmak gerekiyor. Birincisi, uluslararası güç dengeleri, kaynak savaşları, yeniden paylaşım çabaları ortamında NATO’nun rolüyle, ikincisi, siyasal İslamın, Birleşmiş Milletler’in “terörist” listesine koyduğu radikal kanatlarına kadar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da üstlenmeye başladığı işlevle ilgili.

Libya olayının genel bağlamı
NATO’nun Libya operasyonunun Libya’yı çok aşan ufkunu değerlendirebilmek için, Genel Sekreter Rasmussen’in, “ilk kez ABD’nin önderlik etmediği bir NATO harekâtı gerçekleşiyor” dedikten sonra, AB ülkelerine yönelik “Eğer sınırlarınızın ötesine asker gönderemezseniz uluslararası etki yaratamazsınız. Böylece oluşan boşluk, sizinle aynı değerleri paylaşmayan yükselen güçlerce doldurulur”(Wall Street Journal 24/08/11) saptamasından yararlanabiliriz.

Bunu da ancak, Libya “olayı”nın “zamanını” ve “mekânını” düşünerek başarabiliriz. Libya “olayı”nın “zamanının” iki boyutu var. Birinci boyutu, 1980’lerin sonuna kadar zayıflayarak da olsa varlığını korumayı başaran ABD hegemonyasının gerileme sürecinin 1989’da, “Duvar”ın çökmesinden sonra hızlanması belirliyor.

Duvar çöktükten sonra, Batı Bloku iç bütünlüğünü kaybetmeye, çok kutupluluk tartışması güçlenmeye başladı. Asya krizi, “yeni ekonomi” köpüğünün patlaması, hegemonyanın “ekonomik model” ayağını da çökertti. ABD savunma çevrelerinde, Reagan dönemindeki gibi bir “restorasyon”un artık olanaksızlığı üzerinde bir mutabakat oluştu. Bu mutabakat, ifadesini Bush döneminin “imparatorluk projesi”nde buldu. Bu proje, rakip bir hegemonyacı gücün yükselmesini engelleyebilmek için, öncelikle ABD’nin “kinetik” (yıkıcı) gücüne dayanarak, hem Batı Blokunu birleştirmeyi hem de Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesini, yeniden düzenlemeyi amaçlıyordu.

“Terorizme karşı küresel savaş” söylemi içinde, Irak bu amaç için uygun platform olarak seçilmişti. İmparatorluk projesi başarılı olamadı, aksine ABD’nin imparatorluk iddialarının tüm zaaflarını ortaya koydu.

Libya “olayı”nın zamanının ikinci boyutuysa, 2007 başlayan “Büyük Depresyon” (Financial Times’ın küresel ekonomi editörü Wolf da, geçen hafta bu kavramı kullanmaya başladı) belirliyor. Bu dönemde, “dünyanın merkezi Batı’dan Doğu’ya kayıyor” algısı pekişti; Brezilya, Rusya, Hindistan gibi güçler yükselirken, Çin’in mali, ekonomik, diplomatik alanlardaki etkisiyle, doğal kaynaklar, kıymetli mineraller, piyasalar ve sermaye ihracı alanlarındaki hâkimiyetiyle, emperyalist “büyük güç” statüsüne ulaştığına ilişkin bir küresel mutabakat oluştu. İkinci mutabakat ise Almanya’nın ekonomik, mali gücü; AB içindeki belirleyici konumuyla ilgiliydi.

Libya olayının mekânını ise Arap dünyası, İslam coğrafyası, Barselona süreci (AB’nin Akdeniz periferisi), Ortadoğu, Afrika coğrafyalarının kesiştiği ortak nokta oluşturuyor. Batı bu coğrafyaların hepsini kapsayan bir mekân üzerinde yükselmişti. Kültürel, siyasi, askeri ve nihayet ekonomik üstünlüğü yine buradan hareketle korunabilirdi. Aslında, Libya yerine herhangi bir Kuzey Afrika ülkesi de olabilirdi ama, Libya siyasi, toplumsal yapısıyla, Fransa, İtalya gibi iki ülkenin yaşamsal çıkarları alanına girmesiyle, kolay bir başlangıç noktası oluşturabilecek özelliklere sahipti.

BOP’tan, El Kaide militanlarına
Büyük Ortadoğu Projesi, ABD’nin kinetik gücünün yetersizliğinin yanı sıra, AB periferisini (Kuzey Afrika) kapsadığından; Fransa ve Almanya’nın, bölgedeki egemen sınıfları yok saydığından; Suudi Arabistan, Mısır yönetimlerinin muhalefetini aşamadığı için çökmüştü.

NATO’nun Libya harekâtı, Kuzey Afrika üzerinde hak iddia eden, askeri-mali kapasiteleri açısından ABD’ye en yakın güç olan Fransa’nın önderliği üzerinden, NATO “şemsiyesi” altında Batı Blokunu, yeni güçler dengesinin koşullarıyla da uyumlulaştırılarak yeniden kuracak biçimde tasarlandı. ABD, sürece, elektronik istihbarat olanakları, Tomohawk füzeleri, B-52 uçaklarıyla, yalnızca kendisinde olan “kinetik” kapasitelerle, fark yaratacak (“vazgeçilmez ülke” iddiasını doğrulayacak) biçimde katıldı. Geri kalan operasyon, Fransa, İngiltere’nin “sıradan” kapasiteleriyle, güçler dengesinin, eşgüdüm, işbölümü, yük paylaşımı gereksinimlerine uygun bir biçimde yürütüldü.

Böylece BOP’un batmasına neden olan “zaaflardan” biri giderilmiş oluyordu. BOP’un ikinci “zaafı”, bölge egemen sınıfları, sürece katmak yerine, “demokratikleştirme” söylemiyle hedef almış, Müslüman, Arap duyarlılıkları yaralamış olmasıydı.

Libya “olayı”nda bu zaafların, Arap Birliği ülkelerinin onayını, doğrudan desteğini almanın ötesinde, inanılacak gibi değil ama El Kaide fraksiyonlarını (selefi akımları) NATO’nun yanında savaşa sokmayı başararak aşıldığını gördük.

El Kaide bağlantılı radikal İslamcı grupların Libya operasyonunda NATO için çalışmakta olduğuna ilişkin haberlere ilk Globa&Mail’in 12 Mart sayısında rastladım. Bu konuyu CNN ve Reuters de 28 Ağustos’ta işlemiş. İsrail, istihbarat sitesi DEPKAF ile 28 Ağustos’ta konuya dikkat çekti. The Asia Times’da Pepe Escobar 30 Ağustos’ta, Patric Cockburn 31 Ağustos’ta CounterPunch, 2 Eylül’de The Independent’ta, Borchgrave 1 Eylül’de UPI yorumlarında tartıştılar. Nihayet Washington Post, 2 Eylül’de bu konuyu gündeme getirdi.

Tartışmaların kaynağında, “isyancıların” NATO ile çalışan, Abdulhekim Belhac (Trablus), Abdülhekim el Asadi (Derna), İsmail el Salabi (Bingazi) gibi üst düzey komutanlarının, 2007 yılında El Kaide’ye katıldığı, resmen El Zevahiri tarafından açıklanan Libya İslamcı Savaş Grubu (LİSG) adlı örgüte mensup olmaları var. Prof. Cussodowski, LİSG’nin, 2011 Haziran’ına kadar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin teröristler listesinde yer aldığını, 21 Haziran’da bu listeden çıkarıldığını (Centre for Research on Globalization, 28/08/11), Escobar, Belhac ve adamlarının Trablus’a getirilmeden önce 2 ay ABD özel güçleri tarafından eğitildiğini aktarıyor.

Tüm bunlar, Libya “olayı”nda adeta, bir NATO – Sünni İslam ittifakı inşa edildiğine işaret ediyor, hem de El Kaide’yi de içine alacak bir biçimde.

NATO’nun Libya operasyonu, enerji kaynaklarına, doğal zenginliklere ulaşmayı amaçlamanın yanı sıra, Afri-Com’un Afrika toprağında konuşlanmasına, Afrika kıtasını böler düşüncesiyle, Akdeniz Birliği’ne (bu birliğe, İsrail’i de içerecek olması açısından Kaddafi de karşı çıkıyordu), NATO’nun Libya harekâtına karşı çıkan Afrika Birliği Örgütü’ne, Çin’in Afrika’da gelişmekte olan etkilerine karşı bir mevzi kurarken, İran, Suriye ve Hizbullah’a karşı bir NATO- Sünni İslam ittifakı inşa etmeye başlıyor.

Bu gelişmeler, BOP bölgesinin günlük işlerinin yönetiminin, kaynaklarının kullanımı için gereken güvenliğin Batı ittifakı adına, NATO’nun gölgesinde bazı bölge devletlerine bırakılabileceğini düşündürüyor. Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırmak isteyenlereyse en fazla, Batı “imparatorluğunun” bir “tımar”ını yöneten (kullanıma açık tutan), istendiğinde asker sağlayan “sipahi”si olmak düşeceğini de...

No comments: