Bu kriz “o kriz” ve dünyada, ekonomik siyasi dengeleri zorlamaya, kriz öncesinin kurumlarını işlevsizleştirmeye, çöküşe doğru itmeye devam ediyor.
Dünya Bankası/IMF, ABD Doları’nın büyük ölçüde bu ikilinin politikalarından güç alan uluslararası konumu (ve tabii ABD hegemonyası), Avrupa Birliği, hatta Birleşmiş Milletler etkilerini, iç uyumlarını kaybediyorlardı, hatta çok az bir zorlamayla, artık kaybettikleri dahi söylenebilir. Geçen hafta Viyana’da yapılan OPEC toplantısından sonra, Suudi Arabistan’ın tek başına davranacağını açıklaması, sıranın petrol ihracatçısı on iki ülkenin kurdukları bir kartel olan OPEC’e, “artık günleri sayılı” yorumlarına yol açacak biçimde geldiğini düşündürüyor.
‘Kriz’e ilişkin kısa bir güncelleme
Geçen haftayı da negatif bölgede kapatan ABD borsaları, altı haftadır aralıksız düşüyor. Bu Dow Jones Sanayi Endeksi açısından 2002’den bu yana en uzun süreli gerileme anlamına geliyor. Çok daha geniş kapsamlı bir endeks olan S&P 500’ün, 29 Nisan’daki son tepe noktasından bu ABD menkul kıymetler piyasalarının kaybı bir trilyon doları geçmiş.
Cuma günü ABD’deki endeksler yüzde 1.4 ile 1.65 arasında düşerken Fransa, Almanya ve İngiltere’deki gerilemeler sırasıyla yüzde 1.9, 1.55 ve 1.2, olarak gerçekleşiyor, Euro Stoxx 50 de yüzde 1.6 geriliyordu (Bloomberg). Yorumcular, dünya ekonomisinin yarısından fazlasını oluşturan bu bölgede sermaye piyasalarındaki gerilemeleri, genelde ekonomik toparlanmaya olan güvenin sarsılmasına bağlıyorlar.
Gerçekten de ABD Federal Reserve Başkanı Ben Bernanke geçen hafta, “ekonomik toparlanmanın asap bozucu biçimde yavaş ilerliyor” olmasından yakınıyordu. Ancak sanırım kaygılar, toparlanmanın yavaş ilerliyor olmasından, çok daha korkutucu gelişmelerin olasılıklar yelpazesi içine girmeye başlamasından kaynaklanıyor.
Market Watch yorumcularından Beter Brimlow, pazartesi yazısına, “piyasalarda yeni bir çöküş olasılığı fısıltılarının dolaşmaya başladığını” aktararak giriyor, son günlerde “bazı saygın ve güvenilirliği sınanmış yatırımcı bültenlerinde çok daha karanlık senaryoların konuşulduğuna” dikkat çekiyordu.
Brimlow, “Dow Theory Letters” adlı bülteni çıkaran deneyimli (ve “Büyük Durgunluğu anımsayacak yaşta”) yatırımcı Richard Russel’in piyasalardaki son durumla ilgili olarak “Şu sıralardaki pislik bana 1929-30’u çok fazla anımsatıyor. 1929 borsa çöküşünden sonra, ekonomi sürekli zayıflarken borsalar kükreyerek yükseldiler. Çöküş sonrası toparlanma Nisan 1930’da tükendikten sonra, piyasalarda endeksler adeta intikam alırcasına düşmeye başladılar ve Büyük Bunalım başladı. (...) Piyasa bugün sanırım karmaşık bir gerilemeyi hazırlama sürecine girdi. Eğer piyasa kalıcı bir biçimde düşmeye başlarsa, Büyük Depresyon No: 2’nin başlangıcını görebiliriz” saptamasını aktarıyordu.
Bir başka analist, Denis Slothower de “ekonomik veriler böyle gelmeye devam ederse, bu ‘Boğa Piyasası’ (yükselme trendi - E.Y) nihayet sona erer ve bir ‘Ayı Piyasası’ (gerileme trendi) yerleşir, bu da korkarım 2008’deki kadar kötü olur” diyormuş. Ancak Slothower, “Bankaların ham petrol piyasalarından birkaç damla daha çıkarabileceğini” düşünüyormuş.
OPEC’in günler sayılı mı?
Gündemde “Büyük Depresyon No: 2” gibi bir olasılık olunca da temel enerji kaynağı, sayısız stratejik hammaddenin kaynağı olan ham petrolün fiyat düzeyi, dünya ekonomisinin, uluslararası liderliğini giderek daha çok askeri kapasitesine dayandıran ABD’nin geleceği açısından yaşamsal bir önem kazanıyor. Petrolün fiyatını (büyük bankaların spekülatif hareketlerini bir kenara bırakırsak), tüketicinin talebi ile üreticinin bu talebi karşılama kapasitesi arasındaki denge belirliyor. Bu noktada da karşımıza, dünya toplam petrol üretiminin yüzde 40’ını gerçekleştiren üretici karteli OPEC çıkıyor. Artmakta olan talebi karşılayacak ek kapasiteye esas olarak OPEC’in daha da önemlisi OPEC üyesi Suudi Arabistan’ın sahip olması (her ne kadar, bundan emin olamıyorsak da) bu örgütün fiyatları belirleme gücünü neredeyse mutlak düzeye yakınlaştırıyor. Piyasalardan Libya savaşı nedeniyle günlük 1.3 milyon varillik, Yemen olaylarının etkisiyle 300 bin varillik üretimin çekilmiş olması, yaklaşık 1.5-2 milyon varil günlük kapasite fazlası olduğu varsayılan Suudi üretiminin önemini arttırıyor.
OPEC hesaplarına göre, kartelin günlük üretim kapasitesi 28.9 milyon varil düzeyinde. Buna karşılık günlük talebin bu yıl ortalama 29.9 milyon varil olması bekleniyor. Geçen hafta, Viyana’da yapılan OPEC toplantısı öncesinde, petrolün varil fiyatlarının yılın ikinci yarısında daha da yükselerek 2008 yazındaki gibi 140 doların üstüne çıkmaması için OPEC’in üretimi bu farkı karşılayacak biçimde arttırması gerektiği söyleniyordu.
ABD’nin yakın müttefikleri (bağımlı ülkeleri) olan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, Viyana toplantısında kartel üyelerini üretimi arttırmaya ikna etmeye çalıştılar, ama başarılı olamadılar. İran, Venezüella ve Cezayir üretimi arttırmaya karşı çıktılar. Bu iki tarafın ortasında yer alan Angola, Irak ve Nijerya da üretimin arttırılmasına karşı çıktı. Petrolün varil fiyatı perşembe günü yüzde 2.1 yükseldi.
Bundan sonra da “OPEC’in günleri sayılı mı” sorusunu gündeme getiren gelişmeler başladı. Suudi devletine bağlı Al Hayat gezetesi cuma günü, Suudi rejiminin OPEC kararına uymayarak temmuzdan itibaren üretimi günde 9.3 milyon varilden 10 milyon varile yükselteceğini duyurdu. Petrolün varil fiyatı hemen 2.64 dolar kaybederek 99.29 dolara indi.
Böylece OPEC’in en büyük üyesi, kartelin kararına uymuyordu. Wall Street Journal da cuma günü, petrolün fiyatında 1990’larda yaşanan çöküşten sonra, OPEC’in toparlanmasına yardımcı olan Suudi-İran yakınlaşmasının artık yerini bir rekabete bırakmış olmasının, kartelin istikrarına bir büyük darbe vurduğunu yazıyordu.
Diğer taraftan, diğer OPEC üyelerinin fiyat arttırımına karşı çıkmasının arkasında “ABD düşmanlığının” ötesinde, çok önemli nedenler var. Birincisi, kapasite fazlasına sahip olmayan bu ülkelerin, fiyatlar düşerken üretimlerini arttırarak gelirlerini koruma olanakları yok. İkincisi, bu ülkelerin yönetimleri petrol gelirlerinin önemli bir kısmını, hızla artan gıda fiyatlarının iç pazara yansımasını yumuşatacak sübvansiyonları finanse etmekte kullanıyor, böylece toplumsal ayaklanmaları önlemeye çalışıyorlar.
Bu koşullarda, Suudi Arabistan’ın OPEC kararlarına uyamayacağını açıklaması, hem kartelin geleceğini hem de birçok OPEC üyesinin siyasi istikrarını tehdit ediyor. Böylece, ABD’nin hem kartelden kurtulma hem de patlak verecek devrimler üzerinden bölgede manevra alanını genişletme olanağını arttırma olasılığı artıyor.
Kriz, küresel jeopolitiği, kurumlarıyla birlikte yeniden şekillenmeye zorluyor. Ama bu arada da yeni toplumsal ayaklanma, devrim olasılıklarını, emperyalizmin bunları yönlendirme çabalarıyla birlikte gündeme getiriyor.
No comments:
Post a Comment