ABD ile İsrail arasında, alışılagelmişin ötesinde bir sertlikle tırmanmakta olan tartışmaları izlerken, Umberto Eco’nun‘Gülün Adı’ isimli yapıtının girişindeki kayıp atla ilgili bölümü anımsadım. Fransisken mezhebinden rahipWilliam Baskerwille, manastıra gelirken yolda rastladığı, ama henüz bir anlam ifade etmeyen kimi gözlemleri, son anda elde ettiği bir veriyle birleştirerek manastırın başrahibinin kayıp atı hakkında şaşırtıcı bir çözümleme sergiler.
Ben Baskerwille kadar akıllı biri değilim. Bu yüzden Ortadoğu üzerine şaşırtıcı bir resim sunabileceğimi sanmıyorum. Ama ABD Devlet Başkanı YardımcısıBiden’ın İsrail ziyareti sırasında yaşananların üzerine, Beyaz Saray ve State Department’in kullandığı dil, özellikle “mahkûm etmek” sözcüğü, bana bir süredir yeni bir Ortadoğu’nun şekillenmiş olduğunu düşündürdü…
Biden ve Bibi
İsrail’de aşırı sağ partilerin koalisyonunun başbakanı Binyamin (Bibi) Natenyahu, ABD’nin tüm itirazlarına karşın Filistin topraklarında 1600 yeni yerleşim ünitesi yapacağını, Biden’in Tel Aviv ziyareti sırasında açıkladı. Bu, ABD yönetiminde, kendi iradelerini hiçe sayan, ABD’yi bölgede iktidarsız gösteren, hatta küstah bir tavır olarak algılandı. Bunun üzerine Biden yaptığı açıklamada İsrail’in tavrını “mahkûm” etti.
O güne kadar İran gibi ülkelere ilişkin kullanılan bu sözcüğün bu kez İsrail için kullanılmış olması, Jarusalem Post’tan Rozen’in “bu da geçer”,Washington Post’tan Krauthammer’in,“ölçüsü kaçmış bir abartma”saptamalarının aksine, kalıcı ve özel bir durum ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Nitekim, CENCOM Başkanı GeneralPetraeus, senato silahlı hizmetler komisyonunda, yazılı metinden (dolayısıyla üstleri, Mullen hatta, daha yukarıdaki birleri tarafından onaylanmış) yaptığı konuşmada, İsrail’in Filistin sorununda takındığı tavrın, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına zarar verdiğini vurguladı. Daha sonraCouncil on Foreign Relations’ın kendi uzmanlarıyla yaptığı bir söyleşideLeslie Gelb’in, Bibi’nin yarım ağızla verdiği özür dileme mesajına yönelik sert sözleri de bu yeni durum savını destekler nitelikte.
Petraeus, silahlı hizmetler komisyonunda şöyle diyordu: “İsrail’in kimi komşularıyla arasında süregelmekte olan düşmanlıklar bölgede çıkarlarımızı gerçekleştirmeye yönelik çabalarımızın önünde özel bir engel oluşturuyor. Çatışmalar, ABD’nin İsrail’i kayırdığına ilişkin bir algı yüzünden ABD düşmanlığını körüklüyor. Filistin konusunda Arap öfkesi ABD’nin bölgedeki ülkelerle ve halklarla ortaklığının gücünü ve derinliğini sorguluyor, Arap dünyasındaki ılımlı rejimlerin meşruiyetini zayıflatıyor” (Kaplan, Slate, 17/03/10).Brzezisnki’nin de Christian Science Monitor gazetesi ile yaptığı söyleşide Petraeus’unkine benzer saptamalar yaptığı görülüyordu. Her ikisinin ama özellikle Petraeus’un askeri-sınai kompleks’in sesi olduğunu anımsamakta yarar var.
Natenyahu, Biden olayından sonra özür dilemiş, ama, ilginç ve ABD tarafından hiç hoş karşılanmayan bir uyarıda bulunmuştu: “Yerleşimcilerle ilgili açıklamanın Biden’in ziyaretiyle çakışması bir şansızlık olmuş”, ama “her iki ülkenin ortak çıkarları olmakla birlikte,” Natenyahu “İsrail’in yaşamsal çıkarları doğrultusunda davranmak zorundaymış.” (Financial Times18/03/10)
Council on Foreign Relations onursal başkanı ve yönetim kurulu üyesi Leslie Gelb’ise CFR’nin söyleşisinde adeta ateş püskürüyordu. İsrail’inki, “aptalca, tehlikeli, kendine zarar veren bir tutumdu, ama en önemlisi ABD’nin Ortadoğu’daki gücünü ciddi bir biçimde zayıflatıyordu”… “İsrail temel bir gerçeği anlamalıydı: Yahudi devletine sürekli bir savaş içinde olmadan yaşayabilmesi açısından gerçekçi bir umut veren tek şey Amerika’nın gücüydü.” (CFR 18/03/10)
Ortadoğu jeopolitiğinin yeni dengeleri
İsrail sağının bugünkü durumu insanın aklına şeytanın ünlü uyarısını getiriyor:“Ne arzuladığına çok dikkat et, bakarsın gerçekleşir.” İsrail sağı, özellikle Natan Sharanski’nin demokrasi teorileri, JINSA ve neocon çevrelerin hazırladığı“Clean Break” adlı rapor, “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi” ve bu bağlamda şekillenen “Büyük Ortadoğu Projesi”, ABD’yi bölgeye doğrudan yerleştirmeyi, bölgeyi “açmayı” Irak, Suriye, İran’da rejimleri “değiştirmeyi”amaçlıyordu. ABD Irak’ı işgal etti; bölgeye, birçok yeni askeri üs kurarak yaygın ve derin bir biçimde yerleşti. Böylece İsrail sağının arzuları büyük ölçüde gerçekleşti.
Ancak, Irak işgalinden 7 yıl sonra karşımızda bu arzularla, ulaşılması beklenenlerle uyuşmayan ilginç bir durum var: İsrail’in bölgedeki konumu askeri, siyasi, ekonomik olarak zayıflıyor, ABD ile ilişkilerinin doğası değişmeye başlıyor.
Irak savaşından bu yana İran’ın bölgedeki ağırlığı arttı, nükleer silah yapmaya eğilimiyse Sünni Arap ülkelerini ABD’ye daha da yakınlaştırdı. ABD’nin, 1950’lerden bu yana, bölgedeki en büyük kaygısı, her zamanulusalcı hareketlerin, özellikle enerji tedariki alanında yaratacağı kısıtlamalardı. Artık, bölgede böyle hareketler yok. Aksine ABD ile yakın ilişkiler kurmaya eğilimli bir ılımlı İslam, onu destekleyen liberal entelektüeller ve hiçbir toplumsal model önermeyen,“yararlı salak” “Cihadist” grupçuklar var. Tüm bu gelişmeler İsrail’in bir pivot ülke, stratejik müttefik olarak ABD açısından önemini giderek azaltıyor.
İkincisi, New York’taki Eurasia GroupBaşkanı Ian Bremmer’ın dikkat çektiği gibi İsrail’in bölgedeki ekonomik ayrıcalıkları da ortadan kalkmaya başladı. Yakın zamana kadar, petrol endüstrisi dışındaki alanlarda finansal ve diğer yatırımlar açısından tek uygun ülke İsrail’di. Bu durum giderek değişiyor. Son yıllarda, özellikle finansallaşmanın hızlandığı kriz öncesi dönemde Körfez ülkeleri, diğer Arap ülkeleri, dünya ekonomisine açılmaya, perakende satışlar, sağlık, turizm, orta-hafif sanayi üretimi ve bir sürü başka alanda yabancı sermayeye uygun ortamlar sunmaya başladılar. Aynı dönemde İsrail ekonomisinin sınırlı çapı, siyasi tecrit edilmişliği (İsrail’de çalışan bir firmanın Arap ülkelerinde çalışma şansı çok zayıflıyormuş) büyük bir zayıflık olarak kendini göstermeye başladı. İsrail’in komşularıyla savaş halinde olan, zayıf hükümetlerle yönetilen, istikrarsız bir ülke görüntüsü de yabancı sermayeyi caydıran bir etken oluşturuyor. Hizbullah yakın gelecekte uzun menzilli füzelerle Tel Aviv’i vurabilecek konuma gelecek. Bu olasılığın elektronik, kimya sanayisi gibi dallarda yatırımcıların bu kentte kalmasını giderek zorlaştırması kaçınılmaz. Bremmer’e göre, güvenlik zayıfladıkça, ekonomik olanaklar daraldıkça İsrail, Soğuk Savaş sonrasında, açılan Ermenistan’ın durumunu anımsatan yoğunlukta bir nüfus kaybıyla, beyin göçüyle karşı karşıya kalabilecek. SSCB döneminde Ermenistan eğitim düzeyi en yüksek cumhuriyetmiş. SSCB çöktükten sonra en eğitimli kesimi dalgalar halinde yurtdışına giderek diyasporaya katılmış.
Özetle, Ortadoğu’da yeni ve İsrail açısından olumsuzlukları arttırma eğilimde olan bir jeopolitik şekillenmenin yaşandığı söylenebilir.Zaman İsrail’den yana işlemiyor. çarşamba günü devam ediyorum.
No comments:
Post a Comment