İran Devrimi’nin yıldönümünde rejim muhaliflerinin çok görkemli bir eylem yapması bekleniyordu. Beklentiler gerçekleşmedi. Tartışmalı seçimlerin hemen arkasından, ilk patlak verdiğinde Twitter, Facebook, cep telefonu gibi araçları etkili bir biçimde kullanarak büyük başarı gösteren muhalefet, bu kez başarısız olmuş, bir düş kırıklığı, yönelimsizlik içine düşmüş.
Bu alandaki tartışmaları izlerken, cuma günü gözüm, The Independent’taki yorumun “Google dünyanın bilgisi üzerinde tekel mi oluşturuyor?” başlığına ve CNN’deki “internet sansür endüstrisinin” gelişme hızına ilişkin habere takıldı. O zaman Mehmet Öztek’in, uygarlığımızın dijital teknolojiye giderek daha fazla bağımlı hale gelmesinin, insan olmanın aşk, siyaset, sanat ve bilgi üretme gibi belirleyici alanlarında yaratmakta olduğu gerginliklerle boğuşan Ben Google Değilim (Pan/Heves, 2008) başlıklı şiir kitabının bende bıraktığı izleri anımsadım.
İnternet ve siyaset
1990’ların ortasında, bu başlıkta bir yazı yazmıştım. O zaman henüz Google yoktu. Egemen söylem, internetin engellenemez, denetlenemez bir özgürlükler alanı açtığına, büyük bir demokrasi aracına kavuştuğumuza ilişkindi. Bu savları ileri sürenler, her teknolojinin içine doğduğu toplumun siyasi, ekonomik ilişkilerinin damgasını taşıyacağını, sınıflar ve ülkeler arasındaki dengeleri yansıtacağını ya bilmiyor ya da unutmuş görünüyorlardı. Radyonun ilk icat edildiği günlerdeki savları aynen tekrarladıklarının farkında değillerdi. Daha sonra insanlık Goebbels’in, Hitler’in radyoyu nasıl kullanacağını görecekti.
Zaman içinde internetin denetlenemez bir şey olduğuna ilişkin fantezi dağıldı, “sanal uzay” da 19. yüzyılın Afrika’sının “bakir” alanları gibi hızla sömürgeleştiriliyor, metalaşıyor, parselleniyor, kamuya kapanıyordu. Ama olsun; Facebook, Myspace, Twitter gibi sosyal ilişki-haberleşme alanları artık bizi birbirimize bağlamıyor muydu? Ucu bucağı belirsiz bir yeni topluluğun üyesi değil miydik artık? Ama, “sanal gerçeklik” teknolojisinin öncülerinden Jaron Lanier’in Your are not a Gadget (2010) kitabında vurguladığı gibi, “bir gencin Facebook ilişkilerine bakarak yüzlerce arkadaşı olduğunu düşünmesi, arkadaşlık kavramını değersizleştirmiyor muydu?”
Nihayet “Google”! sonu olmayan bir bilgi hazinesi değil mi? Artık insanlığın tüm bilgi birikimi parmağımızın ucunda, ekranımızda... İnternette oluşan milyonlarca bilgi noktası arasında sürekli ilişkiler kuran, bunları bizim için kullanılır hale getiren Google arama motoru, elektronik postayı daha önce görülmemiş bir kolaylığa çeviren Gmail, diğer bir deyişle sanal uzaydaki simgesel evrenimizin gittikçe artan oranda hâkimi Google... “Bunda kaygı duyacak bir şey yok” diyor Google yaratıcıları, biraz da kaos teorisine dayanarak: “Bilgelik büyük kalabalıklardan, çokluğun karşılıklı karmaşık ilişkisinden doğar”, “tek tek insanlardan değil”; “demokratiktir”... Google bunları birbirine bağlayarak bu bilgeliğin oluşmasına katkıda bulunuyor. Bu sonsuz bağlantılardan yeni bir akıl oluşuyor, “Googlista”lara göre. Böylece bilginin ve bilgeliğin yaratıcısı artık insanlar değil, insan üstünde ve ötesinde bir yaratıcı kolektif... Ama söylemeyi, etkilerini bu tartışmaya taşımayı unuttukları bir şey var: Tüm bu bilgi noktalarını, çokluğun parçalarını birbirine Google teknisyenlerinin yazdığı algoritmalar bağlamıyor mu? Yapısı son derecede gizli tutulan, bir o kadar değerli, özel mülk nesnesi algoritmalar...
Diğer bir deyişle Google sanal uzayın en büyük sömürgecilerinden, mekânı kontrol eden, düzenleyen öznelerinden biri. Hatta en güçlüsü. Artık günlük yaşamımızda onun simgelediği (Facebook, Twitter, Myspace vb. giderek telefon, kitaplık...) sistemde ne kadar derine dalar, ne kadar yararlanırsak, o kadar bağımlı, onsuz yaşayamaz hale geliyoruz. Benim gibi kimi zavallılar, internetten bir gün uzak kalınca gerginliğe girmeye, “fix”in almak için tatil köylerinin sokaklarında dolaşırken bile gözünün ucuyla, internet-kahve arar duruma düşüyorlar. Zamanının büyük bir kısmını Facebook’taki saygınlığını, “çevresini” koruma stratejileri düşünerek geçiren, kimi zaman intihara dahi teşebbüs edebilen gençlerin durumu da tabii zamanımızın bir başka trajik hikâyesi... Mehmet’in “Ben Google Değilim” çığlığı çok haklı, ama şimdilik, teknolojinin toplumsal zemini değişene kadar, cevapsız kalmaya mahkûm gibi görünüyor...
Diktatörler interneti sevmeye başladı
Eskiden mektuplar izlenir, tek tek açılır okunur, telefonlar dinlenir, konuşmalardan bir anlam çıkarılmaya çalışılır, ilişki ağları saptanmaya çalışılırdı. Şimdi internet ve dijital teknoloji sayesinde, bu işlemleri insanlardan çok daha hızlı gerçekleştiren bilgisayarlar, becerikli algoritmalar söz konusu. Ses tanımak, anahtar sözcük taramak, potansiyel suçluyu saptamak çok kolaylaştı. Facebook, Myspace, Twitter, nihayet Google’ın yeni “Buzz” kolaylığı, devletin güvenlik örgütlerinin çok işine yarıyor. Çünkü, ilişki ağlarının haritalarını bu siteler kendiliklerinden oluşturuyor. Devletlere de, gerektiğinde bu sitelere girerek bu bilgileri toplamak kalıyor.
Başlangıçta çok korkmuşlardı, ama artık otoriter rejimler (liberal demokrasiler de dahil) interneti denetlemeyi, sınırlamayı, maden gibi kullanmayı, gerçekliğin kendi versiyonlarını egemen kılmayı öğrendiler.
İran muhalefet hareketinin de, olayın ilk raundunda bu kadar başarılı olmasının arkasında bu yeni teknolojiler vardı, ama ikinci rauntta düş kırıklığına uğramalarının da… Çünkü molla rejimi, bu teknolojileri kullanmayı ve denetlemeyi çok kısa sürede öğrendi, bunları izleyerek muhalefetin girdisini çıktısını, planlarını öğrenmeyi de. Muhalefet internet üzerinde haberleşirken, “örgütlenirken”, en demokratik ilişkileri kurduğundan dolayı kendi kendini kutlarken, rejim de süreci aynı kanallarla izliyor, gerekli tedbirleri alıyor, karşı savları, kendine uygun gerçeklik parçalarını üreterek tedavüle sürüyordu. (Persia House 12/2010, Cameron Abadi, Foreign Policy12/02).
Bu tartışmalar içinde Abadi’nin çözümlemelerinin çok öğretici olduğunu düşünüyorum. Abadi üç noktaya özellikle dikkat çekiyor. Birincisi, rejim de bu yeni teknolojileri etkin bir biçimde kullanmaya başlıyor. İkincisi bu internet, Twitter, Facebook vb. üzerinden oluşan yatay örgütlenmeler, ilk anda sanıldığı gibi büyük bir güç değil zaaf oluşturuyor. Katılımcılar arasındaki iş bölümünü oluşturmak, insanların özelliklerine göre katkılarını maksimize etmek, dahası hareketin gerçek gücünü bilmek mümkün olmuyor. Üçüncüsü, ne kadar yararlı olursa olsun yeni teknolojinin getirdikleri, kurum (örgüt) inşa etmenin erdemlerini ortadan kaldırmıyor, harekete sadık öznenin ve liderliğin (bizzat Humeyni’nin uzun erimli çalışmasını örnek vererek) günlük, iğneyle kuyu kazan siyasi çalışmanın yerine geçemiyor.
İran muhalefetinin macerası, tüm teknolojik yeniliklere rağmen, muhalefet hareketlerinin yüzyıllardır, siyasi mücadelenin ateşinde sınanmış deneyimlerinin hâlâ geçerli, hatta belirleyici olmaya devam ettiğini gösteriyor. Ek olarak yapılması gereken, yeni teknolojileri kullanırken teknolojik determinizme ve teknoloji fetişizmine düşmemek... Elinde iktidar, ekonomik güç olanın teknolojiyi her zaman çok daha etkin bir biçimde kullanacağını da unutmamak...
Bitirirken, kararlılıkları ve cesaretleriyle toplumu aydınlatmaya devam eden TEKEL işçilerini selamlıyorum.