Önceki hafta Washington Post’un, ABD’li kaptan kurtarıldıktan sonra, övünçle kullandığı bu başlık, bir süredir dünya medyasında, Somali açıklarında korsanlarla mücadele adına sergilenen pornografik “gösteriye” çok uygun.
Beyaz adamın çatal dili
Başta ABD olmak üzere dünyanın birçok ülkesinin savaş gemileri Somali kıyılarında, Aden Körfezi’nde toplandılar. Nasıl toplanmasınlar? Korsanlar gemilere el koyuyor, tutsak alıyor, fidye topluyorlar. Bunlarla savaşmak gerekiyor. Fransa ve ABD, komandolarının, keskin nişancılarının becerisini korsanlar üzerinde deniyor; Obama, tutsak ABD kaptanını kurtarmak için komandolara, keskin nişancılara emir veriyor. Daha yirmi yaşına ulaşmamış üç Somalili genç, hedefi bir mil uzaktan vurmaya eğitilmiş keskin nişancılar tarafından 75 metreden (!) başarıyla vurularak öldürülüyorlar, kaptan kurtuluyor, Obama ABD medyasında erkekliğini kanıtlamış oluyor.
Bu madalyonun öbür yanında da şunlar var: Geçen yıl 111 korsanlık olayı yaşandı; bu yıl şimdilik 80... Halen 260 denizci korsanların elinde tutsak. Çok sayıda korsan öldürüldü ama yalnızca iki tutsak öldü biri de Fransız komandolarının kurşunlarıyla. Diğer bir deyişle, karşımızda öyle kana susamış bir güruh yok. Bu korsanların en önemli özellikleri gemilere çıkar çıkmaz, tayfalara ve yolculara,“kimsenin canı yanmayacak” mesajı vermek oluyormuş.
Peki, kim bu korsanlar? Somali devleti çökertilip de, Somali kıyıları sahipsiz kalınca, başta AB olmak üzere kimi “gelişmiş”(emperyalist diyeceğim ama yine “ulusalcı” olarak damgalanmaktan çekiniyorum) ülkelere gün doğmuş. Somali kıyılarına doluşup, deniz ürünlerini talan etmeye, nükleer, kimyasal (hastane çöpleri de olmak üzere) atıkları dökmeye başlamışlar. Somali balıkçıları ve aileleri, bir taraftan geçim kaynaklarını kaybederek açlığa mahkûm olurken, öbür taraftan, zehirlenmeye, kanser olmaya, çocukları sakat doğmaya başlamış (The Independent 15/04). “Uluslararası topluluk” bu konuda hiçbir tedbir almayınca, balıkçılar kendileri silahlanıp, bu talancıları ve atıkçıları kovmak için fiilen “sahil muhafaza gücü” gibi çalışmaya, sonra da bu yolla para kazanabileceklerinin ayırdına varınca, işi korsanlığa dökmeye başlamışlar. Ama çok başarılı oldukları da söylenemez: Bu korsanların bir yılda en fazla 60 milyon dolar toplayabildikleri hesaplanıyor. Ama verdikleri ekonomik zarar milyarlarca dolara ulaşıyor (Archibugi ve Chiarugi, Open Democracy, 09/04). Aden Körfezi’ne gönderilen donanmaların lojistik maliyeti de eklenince, bu “sinek öldürmek için balyoz sallama hesabında” bir gariplik olduğu açıkça görülür.
Bu gariplikler dizisine, korsanlık olaylarının, Doğu Afrika’dan Çin denizine, Endonezya adalarına, Filipin kıyılarına kadar çok geniş bir alanı etkilemekte olmasına karşın dikkatlerin illa Somali kıyılarına odaklanmış olmasını da eklemek gerekir.
Küresel jeopolitiğin yeni merkezi
ABD hegemonyasının, Batı’nın, ekonomik, siyasi üstünlüğünün geleceği açısından jeopolitiğin ağırlık merkezi, Robert Kaplan’ın da,Foreign Affaires dergisinin mart/nisan sayısında işaret ettiği gibi Hint denizine kayıyor. Doğudan Çin ile başlayan bu coğrafya, bir diğer yükselen güç Hindistan ile devam ediyor, batı yakasında, Basra ve Aden körfezleri ve Afrika kıyılarıyla sona eriyor. Bu coğrafya dünya enerji ticareti açısından en kritik bölgeyi oluşturuyor. Dünya ticaretinde giderek ağırlığı artan Asya ülkelerinin gerek kendi aralarındaki, gerekse de Süveyş Kanalı üzerinden Avrupa ve Ortadoğu ile ticaretleri açısından bu bölge giderek dünya ekonomisinin merkezine oturuyor.
Zengin doğal kaynaklara, yeni bakir yatırım alanlarına, ucuz işgücü kaynaklarına ve potansiyel pazarlara sahip Afrika, bu coğrafyanın batı kıyısını oluşturuyor. ABD ve Avrupa devletleri, son yıllarda, bu kıtada Çin’in, hammadde ticaretine, enerji yatırımlarına verdiği kredilerle, devletten devlete mali yardımlarla etkisini arttırıyor olmasını kaygıyla izliyorlar.
İşte bu bölgede, korsanlık faaliyetlerinde son yıllarda belirgin bir artış var. Prof. Klare’nin The Asia Times’da işaret ettiği gibi, küresel ekonomik krizin etkileri, giderek daha fazla genç insanı, çaresizlikten savaş lordlarının kucağına iterek, korsanlık faaliyetlerine uygun yeni insan kaynakları yaratacak.
Sömürgeciler ve korsanlar
ABD’nin küresel hegemonyası ve imparatorluk stratejisi, hava üstünlüğü kadar belki de daha fazla denizlerdeki egemenliğine dayanıyor. Bu bağlamda, Pentagon’un kaynak savaşlarının giderek önem kazanacağını savunan raporlar yayımladığı bir dönemde, ister istemez Hint denizi ABD açısından dünyanın en stratejik bölgesi haline geliyor, tabii bölgedeki diğer güçler açısından da…
Somali kıyılarına baktığımızda, yalnızca ABD’nin, NATO’nun, Almanya, Fransa’nın değil, derin deniz (blue water) filosu olmayan (bunu sömürgeci geleneği olmayan olarak da okuyabiliriz) Hindistan’ın ve Çin’in, derin deniz filosunu ve sömürgelerini II. Dünya Savaşı’nda kaybeden Japonya’nın savaş gemilerine de rastlıyoruz.
Tam bu noktada, 19. yüzyıldaki sömürgecilik dalgasının korsanlara karşı mücadele gerekçesiyle başladığını anımsayabiliriz. İngiltere önce Afrika kıyılarındaki korsanları satın almayı, anlaşma yapmayı deniyor. Kimi zaman gelip limanlarını bombalıyor. Ama arkasını döner dönmez korsanlık yeniden başlıyor. İlginçtir bu alanda çözüm yolunu o zaman da ABD açıyor. 1805 yılında ABD deniz piyadeleri Tripoli’ye kadar girerek Paşa’yı ABD’li tutsakları serbest bırakmaya zorluyorlar. 1825’te ABD, Cezayir, Tunus ve Tripoli (Libya) sahillerinde etkinliğini arttırıyor. Ancak kalıcı çözümü, Cezayir’i işgal edip sömürgeleştirerek, Tunus’u protektoraya dönüştürerek, Fas’ı denetim altına alarak Fransa üretiyor. Ondan sonra, İspanya, İtalya aynı yola girerken, İngiltere ve ABD, Singapur, Malaya, Saravak, Borneo kıyılarında sömürgeler oluşturmaya başlıyorlar. Bunların hepsi, ticaret yollarını korumak, korsanlığa son vermek amacıyla, emperyalist devletler arasında genel bir anlayış birliği içinde yapılıyor; Çin’de (zamanında ulusalcı, bugün ise terörist olarak nitelenen) Bokser ayaklanmasını da birlikte bastırıyorlar (“Pekin’de 55 Gün” filmini anımsıyor musunuz?).
Şimdi dönüp Somali kıyılarına bir kez daha bakarsak, buraya yerleşen bir askeri gücün, hem Asya’dan Afrika’ya girişi, hem de Asya’ya giden enerji ve ticaret yollarını denetim altına alabileceğini görebiliriz. Hem yukarda aktardığım gibi sürecin ekonomik bilançosu, hem de “Denizdeki korsanlığın karadaki anarşiden kaynaklandığına” (Kaplan, New York Times, 12/04), New York Times’ın “ama yalnız olmayacağına” ilişkin uyarıları da sürecin bu kez “Mogadişu’da 55 gün” gibi bir senaryo yönünde geliştiğini düşündürüyor. Bu bağlamda korsanların gelecekteki güç dengelerinin kurulması süreci açısından, bugün için aslında çok “yararlı düşmanlar” olduklarını da söyleyebiliriz.
No comments:
Post a Comment