ABD Ulusal Savunma Üniversitesi’nde, Yakındoğu, Güney Asya Stratejik Çalışmalar direktörü General David Barno’ya göre “Pakistan çökme yönünde ilerleyen bir devlettir, ABD’nin bu durumun oluşmasını her ne pahasına olursa olsun engellemesi gerekiyor”. New York Times, Washington Post,Christian Science Monitor gibi gazetelerin yorumlarında bir panik havası var. United Press’in editörü,“Pakistan yeni İran mı?” diye soruyor. Besbelli ki, Pakistan halkını, egemen sınıflarını, yönetici seçkinlerini karanlık bir gelecek bekliyor. Bu onlar açısından trajik, ama bizler için paha biçilmez derslerle dolu bir süreç.
‘Din’ ulusal kimlik oluşturmaya yetmedi
Pakistan üç bileşenin üzerinde kurulmuş yapay bir devlet. Birincisi, Pakistan “Müslümanların devleti” olarak kuruldu. İkincisi, İngiliz sömürgeciliğinden seküler eğilimli askeri bürokratik bir yapı devraldı. Ülkeyi kuranlar, demokratik ve modern bir gelecek düşlüyorlardı. Üçüncüsü,“temel düşman Hindistan” ilkesi, tüm güvenlik yapısını, uluslaşma sürecini belirledi.
1980’li yıllarda, ABD’nin SSCB’yi, Taliban’la durdurma projesine katılan Pakistan, ordusunu, gizli servisini, genelde ülkeyi radikal Müslüman cihat kültürüne, esas olarak da Vahabi geleneğine açık hale getirdi. Aynı yıllarda, Pakistan gizli servisinin, Taliban’ı Hindistan’a karşı, stratejik derinlik kazanmak amacıyla kullanma çabaları, bu etkileşimi daha da derinleştirdi. Aynı dönemde Ziya ül Hak, orduda bir Müslümanlaştırma süreci başlatmıştı.
Pakistan yönetimi, ABD Afganistan’ı işgal ederken, Pakistan’a kaçan Taliban güçlerinin Veziristan ve Federal Kuzey eyaletlerine yerleşmesine göz yumduğu için bu eyaletler giderek merkezi devletin denetiminden çıktı, Taliban üslerine dönüştü. Şimdi bunlara Svat vadisi eklendi. Sırada Buner, Lahor ve Pencab eyaleti var. Zamanında, SSCB’ye karşı savaşacak kadroları yetiştirmek için, büyük ölçüde Suudi parasıyla kurulan medreselerin sayısı bugün 18 bini geçmiş durumda. Ordu kadroları artık inançlı Müslümanlardan oluştuğundan subay sınıfı, Taliban’la yaşanan çatışmaları giderek iç savaş bağlamında algılıyor, giderek daha isteksiz davranıyor.
ABD’nin Pakistan topraklarında düzenlediği hava saldırıları, öldürdüğü siviller ülkede ve devlet içinde hem dinci, ulusalcı duyguları güçlendiriyor, hem de Taliban’a çok değerli propaganda olanağı sunuyor.
Egemen sınıflar (kentsoylular ve toprak sahipleri)
Pakistan egemen sınıflarıysa, yakın zamana kadar Müslüman duyarlılıklarına güvenerek, nasıl olsa Taliban’ı da idare ederiz diye düşünürken, şu sıralarda üç şoku birden yaşıyorlar. Birincisi, hem dini duyarlılıklarını korumanın hem de kentsoylu uygarlığın ayrıcalıklı tüketim ve haz kültürünü yaşamanın olanaksızlaşmaya başladığını görüyorlar. En varsıl olanları ülkeyi terk etmeyi planlıyorlar. İkincisi, geçmişin uluslararası anti-komünist ittifakları, Pakistan’ın kentsoylu sınıflarında, abartılı bir güven duygusu yaratmıştı.Şimdi, devletlerinin sandıkları kadar güçlü olmadığının, Taliban karşısında kendilerini koruyamayacağının ayırdına varıyor; geleceklerine ilişkin derin bir düş kırıklığı yaşıyorlar.
Üçüncüsü, en önemlisi, Taliban’ın beklenmedik bir hızla artan etkisinin arkasındaki dinamiği kavradıkça dehşete düşüyor, sözde demokratik reflekslerini bir kenara koyup, kendilerini yeniden ordunun kucağına atmaya hazırlanıyorlar.
Egemen sınıfları dehşete düşüren, yakın zamana kadar görmezden gelmeye çalıştıkları dinamik ise Taliban’ın harekete geçirdiği sınıflarla ilgili. Gittikçe derinleşen ekonomik kriz, beslenme krizi, yoksullaşmanın, işsizliğin genelde genç kuşakları radikalleştirdiğini, radikal akımlara yönelttiğini Pakistan seçkinleri de biliyorlardı. Ama esasen, ekonomik ve kültürel açılardan derin köylü kökleri olan Taliban hareketinin, Pakistan’da yoksul, topraksız köylülerle büyük toprak sahipleri arasındaki çelişkiyi kullanabileceği akıllarına gelmiyordu. Geçen hafta New York Times’ın, pazar ve pazartesi günleri de Daily Times veDawn gibi Pakistan gazetelerinin başlattığı tartışma bağlamında, şimdi kimi yorumcular, Taliban askeri bir güç olarak çok önemli değil, “bu dalga da geçer”... “esas kaygı duymamız gereken Taliban’ın topraksız köylülerin desteğine dayanan, popülist (feodal toprak mülkiyetini hedef alan, giderek kent yoksullarıyla birleşebilecek- E.Y.) bir siyasi harekete dönüşme olasılığıdır”diyorlar.
Sanırım şöyle bağlayabiliriz: Yönetenler (ve uluslararası patronları) eskisi gibi yönetme kapa- sitelerini ve duyarlılıklarını kaybettiklerinde (Pakistan’da gıda krizi yaşanırken tarım arazilerinin Suudilere satılması gibi)... Yönetilenler de eskisi gibi yönetilmekten bıkmışlarsa, oluşacak siyasi boşluğu mutlaka birileri doldurur.