(Cumhuriyet 11.02.2008)
G-7 toplantısında da saptandığı gibi, kriz, genişlemeye, yeni piyasalara, bölgelere bulaşmaya devam ediyor. ABD Merkez Bankası'nın ani ve büyük faiz indiriminin bir haftadan fazla etkisi olmayacağını aktarmıştım. "Süper Salı" başkanlık ön seçimleri yapılırken borsalar son bir yılın en büyük düşüşünü yaşadılar.
Çarşamba günü, Financial Times, uluslararası muhasebecilik şirketi Price Water House 'un genel müdürü Samuel DiPiazza 'nın ağzından, krizin mali sektörden, sanayi şirketlerine sıçramaya başladığını aktarıyordu. Perşembe günü Reuters , ABD ekonomisindeki gerilemenin derinleştiğini yazıyor, cuma günü, Wall Street Journal' da Carrick Mollencamp, krizin Avrupa bankalarına sıçramak üzere olduğunu haber veriyordu. Dahası krize ilişkin önceki yıldan bu yana yaptığı öngörüler hep gerçekleşen ekonomist Nouriel Rubini , "sistemik mali çöküş senaryosunun güçlendiğine" inanıyordu. The Economist' e göre, ABD ekonomisinin mali motoru bozulmuştu, iyileşmeye başlamadan önce, giderek daha da kötüleşecekti (08/02).
Kriz ve 'uzun dönem'
"Sistemik" çöküş olur mu bilemeyiz, ama krizin daha uzun süre bizimle birlikte olacağı kesin. Bu yüzden, biraz da uzun dönemli hareketlere bakmaya çalışmakta yarar var.
Dünyanın önde gelen, spekülatörlerinden Soros ve Buffet 'in krizlere ilişkin kimi saptamaları, Financial Times' ın baş ekonomisti Wolf 'un mali piyasalarla ilgili kaygıları, böyle bir bakış açısının giderek önem kazandığını gösteriyor. Bu tür yorumların neoliberalizmi ve küreselleşmeyi hedef alması da ayrıca ilginç.
Örneğin, neoliberalizmin (serbest-piyasa vb..), küreselleşmenin en önemli vaatlerinden biri, toplumun en üs kesiminde oluşacak zenginliklerin, aşağıya doğru sızacağına ilişkindir. Mali piyasalarda bir sözüyle, dövizlerin yönünü değiştirebilen, mültimilyarder Buffet, 11 Aralık'ta Hillary Clinton 'la çıktığı bir basın toplantısında şöyle diyordu: "Başıma yukarıdan bir itfaiyeci hortumu tutuldu, ama aşağıya bir damla bile sızmadı. Geçen 7-8 yılda süper zenginler büyük olanaklar elde ettiler, Amerikan işçisine bir şey düşmedi. Süper zenginler açısından harika bir dönem oldu. Ama eğer yukarıdan aşağıya sızıntı teorisine inanıyorsanız, 1987'den bu yana aşağıya hiçbir şey sızmadı" ( Associated Press , 11/12/07). 1987, borç krizinin nihayet çözümlendiği, IMF ve Dünya Bankası'nın yeni edindikleri güçle, o yıl merkezde krize giren mali sermayeye yeni alanlar açmak için çevre ülkelerin piyasalarına, sistemli bir biçimde musallat olmaya başladıkları, Asya krizine giden yolun ilk taşlarının döşendiği yıldır.
Milyarder spekülatör Soros'un saptamasıysa daha uzun bir dönemi kapsıyor. Soros'a göre "Bugünkü kriz daha önceki, 4 ile 10 yıllık devreler halinde yaşanan krizlere bazı açılardan benziyor. Ancak çok derin bir fark da var: Bugünkü kriz uluslararası rezerv para olan dolara dayalı bir kredi genişleme döneminin sonunu vurguluyor... Bu 60 yıldan fazla süren bir süper büyümenin sonunda oluşan bir krizdir" ( Financial Times , January 23, 2008)
Financial Times 'ın ekonomi editörü Wolf da artık mali sektörü denetlemenin yollarını tartıştığı yazısında, soruna uzun dönemli bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Wolf, "Geçen 30 yıllık dönemde mali sistemin en önemli özelliği, kriz yaratma becerisi ve yarattığı özel kazançlarla, gündeme getirdiği kamusal riskler arasındaki oransızlıktır" saptamasını yaptıktan sonra sunduğu bir grafikle, 1982'den bu yana mali sektörün kârlarının toplam özel sektör kârları içindeki payının yüzde 5'ten yüzde 41'e çıktığını, halbuki katma-değer içindeki payının yüzde 8'den ancak yüzde 16'ya yükseldiğini gösteriyor (05/02). Diğer bir deyişle 1980'lerden bu yana dünya ekonomisi -küreselleşme- esas olarak mali sektöre çalışmış. Şimdi mali sektör çökerken haliyle tüm ekonomiyi de peşinden götürüyor.
Ya kredi köpüğü olmasaydı?
Aslında bu kredi krizi dünya ekonomisinin 1970'lerde girdiği yapısal krizden çıkamadığının bir kanıtıdır. Şu basit soruyu sormak yeter: Ya bu kredi köpüğü olmasaydı?
ABD, GSMH'sinin yaklaşık yüzde 72'sini tüketim harcamaları oluşturuyor. ABD hane halkın tasarrufları uzun süredir çok düşük, hatta negatif oluğundan, bu tüketim harcamaları krediye dayanıyor. Tüketici kredilerine, kredi kartlarına, 1990'larda borsanın zenginlik etkisi de eklenmişti. Kredi köpüğü, 2000'li yıllarda da ev fiyatları yükselirken insanların evlerinde oluşan değeri düşük faizli ipoteklerle paraya çevirerek, harcamalarını güçlendirmeleriyle daha da büyüdü. Bu tüketim, başta Çin ve Asya ülkelerinin ihracatını emiyordu... Bu ülkeler ihracat gelirlerini, yeniden ABD piyasasına göndererek, yeni kredi olanakları yaratıyorlardı. Yeni mali enstrümanlar, kredi riskini, verenden piyasaya transfer ediyor, kredi vermek kolay ve adeta risksiz hale geliyordu. İşte son 10 yılda ABD'nin ve Dünya ekonomisinin sözde güçlü büyümesi bu saadet zincirine dayanıyordu.
1980'lerde TINA (başka seçenek yok) sloganıyla başlayan neoliberal kriz yönetimi, 1990'ların sonunda artık ancak NINA (ne geliri var ne varlığı...) kredileriyle ayakta durmaya çalışıyordu. Sonunda korkulan oldu zincir kırıldı.
Bu, herkesi son dakikaya kadar, birilerini hâlâ, inkâr noktasında paralize edecek kadar büyük korkunun arkasında, 1970'lerden bu yana bir türlü temizlenemeyen, gittikçe büyüyen aşırı üretim/kapasite) -talep yetersizliği sorunu- bir depresyon tehlikesi- var. Kredi köpüğü, sanayilerin bu aşırı üretim/talep yetersizliği sorunu yokmuş gibi yaşamalarına, sorunlarını sürekli ertelemelerine olanak sağladı.
1990-2006 arasında, kredi üzerinden yaratılan finansal enstrümanların hacmi dünya hasılasının yüzde 27'sinden, yüzde 772'sine yükseldi. Bu dönem boyunca, madencilik sektöründen otomobile, demir çelikten kimyaya, mikro çipten, fiber kabloya, cep telefonuna kadar yeni kapasiteler kurulmaya devam edildi. Şimdi kredi köpüğü delinirken ilk darbeyi inşaat sektörü, bankalar yiyor, ama tüketici talebi gerilemeye devam edecek, ekonomiler yeniden talep yetersizliği sorunuyla yüzleşmek zorunda kalacaklar. Enflasyonun başını kaldırdığı bir dönemde yeni bir kredi köpüğü yaratmak da olanaklı değil.
Şimdi sisteme yeniden çeki düzen vermek; kapasite fazlasını toplumsal sarsıntılara yol açmadan eritmeye çalışmak gerekiyor. Ancak bu süreci küresel çapta düzenleyecek bir siyasi iktidar, mali irade yok. İş yine ulus devletlere, merkez bankalarına kalıyor. İyi de sermaye hareketlerinin, ticaretin serbest ve denetimsiz olduğu bir ortamda, bu düzenlemeyi yapmaya çalışan hükümetler, kendi ülkelerindeki kapasite sorununu nasıl yönetecekler? Talep destek politikaları, ya yerli sanayi ve iş olanaklarını korumak yerine, ithalatı körükler, başka ülkelerdeki fazla kapasitenin yaşamasına yardımcı olursa? Örneğin ABD'nin durumunda, yükselen güçlerin daha da güçlenmesine katkıda bulunursa?
Bu kriz öyle birkaç bankanın iflasıyla, üç dört günlük dalgalanmayla aşılacak gibi değil. Ekonomik olanla jeopolitik olan da iç içe girmeye başladı...
No comments:
Post a Comment