Monday, January 13, 2025

Kültür savaşlarını kaybeden geleceğini de kaybeder

 


Türkiye’de siyasal İslamın iktidara gelme, toplumu yeniden şekillendirme süreci, kültür savaşlarında biteviye yeni mevziler kazanmasıyla ilerliyor. Sol hareket, Aydınlanma geleneği bu kültür savaşlarında sürekli mevzikaybediyor. 

ÖNEMLİ BİR ZAAF 

Her sosyal formasyonun iktidar ilişkileri ekonomik ve kültürel üretime, ekonomik kültürel ilişkilerin yeniden üretimine dayanarak ayakta kalır. Sosyalist hareket, kapitalist üretim tarzının 19. yüzyılda, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, etkili, hatta başarılı olmuş bir pratiğin mirası olarak “altyapı”(ekonomik ilişkiler) “üst yapıyı” (ideoloji, kültür, hukuk: simgesel olanlar) belirler anlayışıyla kültürel üretim ve yeniden üretim ilişkilerinin sorunlarını hemen her zaman ikinci plana atıyor, hatta ihmal ediyor, pratiğini ekonomik ilişkiler (grev direniş, ücret sendikalaşma) üzerinde yoğunlaştırıyor. 

Bu durumun üzücü sonuçları iki eksik kavrayışa dayanıyor. Birincisi, “altyapı”“üst yapıyı” belirler savına ilişkindir. Gerçekte, her ikisi de karşılıklı etkileşimden öte, tek bir “tözün”, toplumsal artığa (kapitalizmde artıkdeğer) el koyma biçiminin tarihsel varoluş tarzlarının ifadeleridir: Ekonomik olan siyasidir, siyasi olan ekonomik ve her ikisi de ideolojik (kültürel). İkincisi de kapitalizmin, 20. yüzyılda iki “dünya savaşı”Soğuk Savaş içinde geçirdiği evrimin getirdiği ve mücadelenin zorunlu olarak uyum sağlaması gereken değişimlerin gözden kaçmasına ya da önemsenmemesine dayanıyor. 

BİRİ KÜLTÜR MÜ DEDİ? 

Sol kesim, “kültür” deyince öncelikle akla sanat, edebiyat, müzik, bazen de felsefe gelir. Sol, “Kültür nereden gelir” sorusuna çok haklı olarak “Emekten gelir” diye cevap verir: İşçiler/ emekçiler ekonomik artık üretmezse entelektüeller var olamaz. Bu doğru ama yetersiz açıklama kültürün, yukarıda değindiğim dar tanımına dayanıyor. Bu tanımdan hareket edince de kültür işçi sınıfı açısından bir olumsuzluk haline geliyor, siyasi mücadele içinde önemsizleşiyor. 

Buna karşılık Theodor Adorno, kültürü, sanatın, geleneklerin ya da paylaşılan pratiklerin ötesinde, sanayileşmiş, kapitalist toplumların, ekonomik düzeninin çıkarlarına hizmet etmek üzere manipüle edilen ve metalaştırılan bir ürünü olarak görür. Bu ürünün üretimi 20. yüzyıldan bu yana sanayileşmiş, kitleselleşmiş, sermaye birikim sürecinin, rıza almaya yönelik bir “olmazsa olmaz” bileşenine dönüşmüştür. Kültür endüstrisi bireylerin bağımsız ve eleştirel düşünce geliştirme yeteneğini köreltir, hazır ve kolayca tüketilebilen ürünlerle pasifleştirir, kendi yaşamlarını sorgulamaktan uzaklaşır, var olanı doğallaştırır.

(...)

Robert Sapolsky (Stanford Üniversitesi’nde nörobilimci, primatolog, biyoloji, nöroloji ve beyin cerrahisi profesörü. Özellikle nöroendokrinoloji ve stresle ilgili konulara odaklanıyor) bir makalesinde önceki araştırmaların sonuçlarından aktardığı, “işleri yapma şeklimiz”; “alışkanlıkların ve bilgilerin sosyal yollarla aktarılması” gibi tanımlardan da yararlanarak kültürü “değerlerin, tarzların, bilgilerin ve davranışların genetik olmayan yollarla sonraki nesillere aktarılma süreci olarak”tanımlar.

Böyle bir tanımın ışığında bakınca “kültür savaşlarının”, sınıf mücadelesinin, yalnızca bugününü değil, gelecek kuşakları da belirlemeye, ekonomik siyasi iktidarları kalıcılaştırmaya ilişkin olduğu görülüyor. 

“Genetik olmayan yollarla” dediğimizde ise simgeler (göstergeler) alanına işaret etmiş oluyoruz. Bu da bizi, Aristotales’in “adalete ilişkin sorunlarını konuşabilenler” (bir dile, uygun kavramlara sahip olanlar) betimlemesine getiriyor. 

(...)

tamamını okumak için tıklayınız

No comments: