Thursday, May 23, 2024

Çürüme ve çözülme

 

Bazen başımızı kaldırıp “büyük resme” bakmak yararlı olabilir. Önceki hafta,The Economist, “kurala dayalı uluslararası düzen” için “bu yavaş çözülme aniden, derin bir kaosa dönüşebilir” diyordu. The Economist’in bu saptaması, uzun dönemli dalgalanmalar üzerinde çalışan tarihçi Peter Turchin’in 10 yıl önce, Nature dergisinde, ABD ve AB için yaptığı “2020’ler siyasi istikrarsızlık artacak” öngörüsüyle uyuşuyor. Turchin’e göre böyle istikrarsızlık dönemleri başladığında en az 10-15 yıl sürebiliyor. ABD ve AB’nin merkezi konumlarına bakarak Turchin’in öngörüsünün küresel düzeyde de geçerli olabileceğini düşünebiliriz.

SAVAŞ, DARBE, SUİKAST

(...)

İran ve vekilleri, İsrail karşıtı operasyonları hızlandırırken İsrail ve İran ilk kez, İstikrarsızlıklardaki artışı savaş ve ölüm verilerinden izlemek de olanaklı. O alanda toplanan verilerin indeksleri, küresel çapta çatışma sayısının 2007’de 88’den 2016’da 155’e ve 2022’de 182’ye çıktığını gösteriyor. Bu çatışmalarda ölenlerin sayısı da 2007’de 27 bin 942’den 2022’de 236 bin 992’ye yükselmiş (Uppsala conflict data program). Bunlara Ukrayna savaşını ve Gazze soykırımını da ekleyince korkunç bir resim oluşuyor.

HİÇBİR ŞEY ÇALIŞMIYOR

Kurala dayalı uluslararası düzen çürüyor çözülüyor, uluslararası işbirliği gerektiren sorunlar birikiyor. 

(...)

Böyle dönemlerde ülkeler için ayakta kalmanın yolu, ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda dış şoklara dayanıklı, kendi kendine yeterli yapılar geliştirmekten geçiyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Monday, May 20, 2024

Bir Ukrayna daha mı?

 


Gürcistan’da sokaklarda Avrupa Birliği bayraklarıyla yürüyen protestoculara ilişkin haberleri ilk gördüğümde üzerinde durmadım. 

(...)

“Sıradan işler” diyordum ki X’te paylaşılan bir fotoğraf beni durdurdu: Almanya Dışişleri Komitesi Başkanı Michael Roth, “Yabancı Ajan” yasası tasarısını protesto eden göstericilerle el ele yürüyordu. Fotoğrafı paylaşan “İnanılır gibi değil” diyordu; “Çin dışişleri bakanının Fransa’da ‘Sarı Yeleklilerle’ el ele yürüdüğünü düşünün”... 

BİRİ KOMPLO MU DEDİ?

“Michael Roth, çarşamba günü protestoculara katılan Letonya, Litvanya, Estonya, İzlanda dışişleri bakanları orada ne arıyor?” diye araştırmaya başlayınca sandığımdan daha kötü bir resimle karşılaştım. Roth, Tiflis’te göstericilere hitaben yaptığı konuşmada, “Yalanlara ve komplo teorilerine inanmayın. Biz radikal değiliz. Siz de radikal değilsiniz. Sizler sıradan Avrupalılarsınız; Avrupa’nın temsil ettiği demokrasi ve özgürlük için mücadele ediyorsunuz” diyormuş. “

(...)

Gürcistan Devlet Başkanı Salome Zurabişvili bir Fransız vatandaşı, geçmişte Fransa Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış, İtalya’daki Fransız büyükelçiliğinin üçüncü sekreteri, Birleşmiş Milletler’deki Fransız daimi misyonunun ikinci sekreteri, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Fransız büyükelçiliğinin ilk sekreteri, NATO’daki Fransız daimi misyonunun ilk sekreteri ve Avrupa Birliği’ndeki Fransız daimi temsilci yardımcısı olmuş. Zurabişvili 2003 yılında, “Gül Devrimi” sırasında, Fransa’nın Gürcistan’daki olağanüstü ve tam yetkili büyükelçisi olarak atanmış

(...)

FİLLER TEPİŞİRKEN 

Ukrayna’da “Meydan” olaylarıyla başlayarak bugüne gelen süreci düşündüm: Ukrayna, NATO-AB bloku ile Rusya arasına sıkışınca çıkan savaşta, 41 milyon nüfuslu ülkede bugüne kadar 50 binden fazla Ukraynalı yaşamını kaybetti, yaklaşık 8 milyon Ukraynalı göç etmek zorunda kaldı. Şimdi de AB ve NATO bloku Rusya’yı güneyden kuşatmak için Gürcistan’ı Batı’nın nüfuz alanı içine almaya çalışıyorlar. Rusya’nın bunu önlemeye kararlı olduğu anlaşılıyor. 

(...)

..filler” daha sık tepişecek, küçük, orta çaplı (bağımlı) ülkeler, toplumların da siyasi ekonomik istikrarı, iç barışı sağlayamadıkları oranda, tepişen “fillerin” ayakları altında ezilecek 

FİLLER TEPİŞİRKEN 

(...)

Kapitalizmin yapısal krizinin, içinde büyük güçler arası emperyalist rekabet ve askerisınai-kompleks öne çıktıkça, dış politikada savaşlar sıradanlaştıkça, kısacası bir “küresel savaş rejimi” (Michael Hardt&Sandro Mezzadra) şekillendikçe, “filler” daha sık tepişecek, küçük, orta çaplı (bağımlı) ülkeler, toplumların da siyasi ekonomik istikrarı, iç barışı sağlayamadıkları oranda, tepişen “fillerin” ayakları altında ezilecek.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, May 16, 2024

‘Uygarlıklar çatışması’ içinde Gazze

 


İsrail ordusunun Gazze’yi istimlak etmeye başladığından bu yana bir soykırımpratiği içinde katlettiği Filistinlilerin sayısı, 17 binden fazlası çocuk olmak üzere 40 bine doğru koşuyor. Pazartesi günü Reuters, “İsrail güçlerinin, aylar önce Hamas’ı mağlup ettiklerini iddia ettikleri bir bölgeyi yeniden ele geçirmek için Gazze’nin kuzey ucundaki yıkıntıların derinliklerine doğru ilerlerken, yerleşim bölgesinin güney ucunda tankların ve birliklerin bir otoyol üzerinden Refah’a doğru ilerlediğini” bildiriyordu. Böylece “istimlak ve soykırım” Refah’ı da kapsamına alıyordu.

SOYKIRIM, İSTİMLAK, PANİK

Pazar günü, kuzeyde Gazze’de “75 yıl önce inşa edilen sekiz mülteci kampından en büyüğü olan Jabalia’da tanklar bölgenin kalbine doğru ilerledi. Kamp sakinleri moloz yığınına dönmüş sokaklar boyunca ellerinde eşya torbalarıyla evlerinden kaçtılar. Tank mermilerinin kampın merkezine düştüğünü ve hava saldırılarının konut bloklarını yok ettiğini söylediler. Adını vermek istemeyen bir kadın, ‘Nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Sokaklarda koşuşturuyoruz’ diyordu” (Reuters).

(...)

‘UYGARLIĞIN’ SESSİZLİĞİ

Bu felakete, farklı “uygarlıklar” farklı tepkiler veriyor. Huntington, “uygarlıklar çatışması” “keşfini” açıkladığında birçok akademisyen, sosyalist entelektüel, bunun bir saçmalık olduğunu savundular; kapitalizmin egemen olduğu dünyada “uygarlıklar” kavramının tutarsızlığını gösterdikten sonra, çatışmaların o sözde “uygarlıklar” arasında değil kapitalist “uygarlığın” içindeki sınıflar ve devletler arasında yaşandığını anımsattılar. Buna karşılık, Müslüman entelijensiya “uygarlıklar çatışması” savının üzerine atladı. Adeta, nihayet(!) özgün bir “uygarlık” olarak tanımlanmaktan haz duymuştu. Ancak bir başkası tarafından tanımlandığı için hâlâ edilgen konumda kalmaya devam ettiğini göremiyordu.

(...)

 Gazze’de istimlak ve soykırım, başladıktan az sonra, Hıristiyan dünyanın (“uygarlığın”) büyük kentlerinde halk, özellikle gençler İsrail’in istimlak ve soykırım uygulamasını protesto etmek için sokaklara döküldü.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Monday, May 13, 2024

Laik Cumhuriyete ölümcül saldırı

 

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli geçen hafta açıklandı. Bu model genç kuşakları bir “dini hakikat rejimi” altında şekillendirmeyi amaçlıyor. Bu model, süreç olarak faşizmin, kültür (değerlerin, tarzların, becerilerin, bilgilerin, davranışların genetik olmayan yollarla sonraki nesillere aktarılması) savaşları içinde, son derece de kritik bir manevradır.

“Öğretim programlarının perspektifi” alt başlığı ile başlayan bölüm (sf: 5-8) bu modelin amacını sergilerken arkasındaki mantığı, bir dini “hakikat rejimine”dayandığını gösteriyor. Modelin kapsamlı değerlendirmesini eğitimcilere bırakarak bu “bölüm” üzerine birkaç saptama yapmakla yetineceğim.

‘ONTOLOJİK BÜTÜNLÜK’ FİLAN... 

Bu “bölüm” üç sayfadan, yaklaşık 1800 sözcükten oluşuyor; “bütünlüklü” bir eğitim anlayışıyla, insanı bütünlüklü olarak değerlendirdiğini iddia ediyor.“Modelin”, insanı “ontolojik” düzeyde “bütünlüklü” olarak betimleme iddiası, ister istemez akla “bu metin hangi ‘varlık’ (Being, Etre, Sein) tanımına dayanıyor” sorusunu getiriyor. Hemen ardından da “Varlık ‘bir’ midir, ‘bir’ değil midir?” (“Çokluk” mudur?) sorusunu... Metinde bu soruya doğrudan, açık bir cevap bulmak mümkün olmuyor. Onun yerine metin bize, “ruh ve madde”ayrımıyla bir “ikilik” (dualité) sunuyor. “İkilik” felsefi olarak ve beyin bilimlerinin (neuroscience) ışığında tutarlı biçimde irdelenmesi çok zor bir varsayım olduğundan metin bu kapıdan girince sorunlar da birbirini izlemeye başlıyor. Bu bölümde, “ruh” sözcüğü 24 kez, felsefi anlamda “madde” sözcüğü 4 kez geçiyor.

(...)

BEYİNSİZ BİR METİN

Eğitim modeli de “ruhun” iki parçalı (zihin ve kalp) olduğuna inanıyor. Böylece “ruhun” bedenle ilişkisini (bu ikiliği kabul etsek bile) açıklamak ortaya çıkan mantıksal tutarsızlıklardan dolayı olanaksızlaşıyor. 

Örneğin: Model “kalp”in, “ruhun” bir parçası olduğunu iddia ederken maddi/ biyolojik bir organ olarak kalbin işlevini bilmezden geliyor. Model ya “Ruhun merkezi ve asi yeteneği olan kalp ... iradenin merkezini, dolayısıyla ahlaki değerleri, inancı; vatanseverlik, merhamet, şefkat, iyilikseverlik ve seçicilik gibi insanın içsel du¨nyasını şekillendiren özellikleri içerir” derken, bu kalbin göğüsteki organdan farklı bir şey olduğunu söylüyor. Ya da o organın aslında kan pompalamanın yanı sıra insan beyninin işlevlerini de üstlenmiş olduğunuiddia etmiş oluyor. Belki de bu nedenden 110 sayfalık metninde “beyin”sözcüğü bir kez bile geçmiyor.

(...)

yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, May 09, 2024

Trump korkusu derinleşiyor

 


ABD başkanlık seçimlerine altı ay kala Demokratik Parti saflarında, medya, düşünce kuruluşlarında, hatta üniversite çevrelerinde Trump korkusu büyüyor. Bir New York Times yazarı, bu çevrelerde, birçok insanın, “Trump başkan olursa, rakiplerinden intikam alacak” inancıyla ABD’yi terk etmeyi planladıklarını aktarıyor. 

TRUMP KAZANABİLİR

Trump, hakkında, mali, ahlaki istismar, rüşvet, ulusal güvenlik ihlali, halkı isyana kışkırtma iddialarıyla açılan, aleyhinde sonuçlar vermeye başlayan davalara karşın kamuoyu yoklamalarında Biden’ın 1-2 puan önünde gidiyordu. Sonra İsrail’in Gazze soykırım girişimi geldi, Biden’ın ısrarla İsrail’i destekleme tavrı hem Demokratik Parti saflarında hem de genelde Demokratlara oy veren gençler, Arap kökenli seçmen arasında büyük hoşnutsuzluk yarattı. Şimdi, CNN’in geçen hafta açıklanan bir kamuoyu yoklamasına göre Trump yüzde 49 ile Biden’ın 6 puan önünde görünüyor. 

(...)

KORKU GERÇEK AMA... 

Demokratik Parti çevreleri, bürokraside Trump yanlısı olmayan personel korkmakta haklı. Time dergisinin gerçekleştirdiği uzun söyleşide (30.04.2024) Trump’ın cevaplarına bakmak yeterli. Trump “geçen sefer” deneyimsiz olduğunu kabul ediyor. Çok iyi kalpli davrandığını iddia ediyor. Bu kez “Emrime uymayanı hemen kovacağım... Daha acımasız olmaya kararlıyım” diyor. Trump, bürokrasiyi, yargıyı yeniden şekillendirmeye, geçen sefer işlerini zorlaştıran personeli tasfiye etmeye, denetleme organlarının gücünü kırmaya kararlı. Yasama ve yargının başkana tabi olduğu birleştirilmiş, güçlendirilmiş adeta sultanlık gibi bir başkanlık kurmak istiyor. Trump 11 milyon izinsiz göçmeni sınır dışı edecek, göçmenleri toplama kamplarına dolduracak. Bu amaçla ırkçılığı, milliyetçiliği daha da kışkırtacağını düşünmek yanlış olmaz. Trump, polisin yanında Ulusal Muhafızları yaygın biçimde kullanacak, gerekirse orduyu da devreye sokacakmış. 6 Ocak ayaklanmasına katılanları, ceza almış “dostlarını” da affetmeye kararlı. 

(...)

Yazının tamamını okumak için

Monday, May 06, 2024

1 ve 2 Mayıs tartışmaları

 


CHP lideri Özgür Özel, “Kefaleti ben koyuyorum, Taksim’de olacağım”dedi; 1 Mayıs günü Saraçhane’ye gitti. Rejimin kararlılığı karşısında, “Polisle itişip kakışmak bana da partime de yakışmaz” anlayışıyla, direnişi, itişip kakışmayı işçilere, sol harekete bırakarak 1 Mayıs’ı terk etti. Ertesi gün, bir anayasal hakkı tanımayan rejimin başkanıyla AKP Genel Merkezi’nde buluştu. Yapılan konuşmanın içeriği açıklanmadı. Gelin, düşünmeye baştan, “siyasetin”“diyaloğun” yapılabilme koşullarını anımsayarak başlayalım.

ADALET, SINIRLAR, FARKLILIKLAR

Adalet: Yalnızca haz ve acıyı ifade eden sesler çıkarabilen hayvanlardan farklı olarak insanlar, adalete ilişkin sorunlarını, taleplerini konuşabilirler.“Bir haneyi, bir devleti meydana getiren şey, bu konularda ortak bir görüşü paylaşmaktır.” (Aristoteles, Politics, (abç).

Sınırlar“duyumsanabilir olanın paylaşımına”, zamanın ve mekânınkullanımına ilişkindir. Farklılıklar da görünür, duyumsanabilir ve söylenebilir olanı düzenleme, anlama yolları üzerindeki karşıtlıklara ilişkindir. Örneğin: A ve B, bir duvara bakıyorlar: (1) A, “Bu duvar beyaz”. B, “Ama bu duvar değil ki”. (2) A, “Bu duvar beyaz”. B, “Hayır siyah”. (3) B, “Evet beyaz ama...” 1. ve 2. durumlarda bir görüş (algı) ayrılığı söz konusudur. 3. durumda görüş (algı) farklılığı var. 1 ve 2 durumunda, konuşmaya devam etmenin ortak zemini yoktur. 3. durum paylaşılan bir gerçekliğin, ortak bir algının varlığına işaret ediyor. Bu durumda A ve B duvarın renginin tonlarına ilişkin farklarını konuşmaya devam edebilirler.

(...)

1 VE 2 MAYIS

O iki güne, bu kısa anımsatmanın ışığında bakalım. 1 Mayıs zamanın ve mekânın kullanımının sınırlarının belirlenmesine ilişkindi. Özgür Özel, önce “Yargı (AYM) Taksim 1 Mayıs’ta açık olsun derken hâlâ Taksim’i 1 Mayıs’ta kapalı tutmak... Ben kefilim orada olacağım” sözleriyle rejimin yasalara karşın (anayasal bir hakkı askıya alan bir kararla) zamanın ve mekânın kullanımına koyduğu sınırlara, bir adaletsizliğe işaret etti. Sonra “Polisle itişip kakışmak bana da partime de yakışmaz” diyerek bu sınırları,“muktedirin” bir yasal hakkı askıya alma kararını (“istisna” durumunu-Schmitt), adaletsizliği (ya da adaletin yeni tanımını) kabullendiğini açıklamış, kendisini, partisini, işçilerin, sol hareketin dışına, “egemenin”yanına koymuş oldu.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, May 02, 2024

‘Bu Çin niye böyle yapıyor?’


Bir Wall Street Journal yazarı soruyor: “Çin neden ihtiyacı olduğundan daha fazla otomobil üretiyor?” (28/04). Çin yılda 40 milyon otomobil üretiyor, bunun yalnızca 22 milyonunu ülke içinde satıyor. 

FAZLA KAPASİTE NEREYE GİDİYOR?

Bu 18 milyon araçlık “fazla kapasite”, dünya piyasalarına, özellikle de zengin ülkelere gidiyor. Batı medyasında, Çin’in, otomotiv sanayisini, özellikle elektrikli araçlar piyasasında, tehdit ettiğine ilişkin yazıların sıklaşması da bundan. Financial Times’ın aktardığına göre, Avrupa elektrik araç piyasasında, Çin’den gelen araçların satışları 2020’de 1.6 milyar dolardan, 2023’te 11.5 milyar dolara yükselmiş. Bunların piyasa payı da dört kat artarak yüzde 8’e ulaşmış; 2027’de bu oran yüzde 20’ye çıkacakmış. 

(...)

Peki, Çin niye “kapasite fazlası” üretiyor: Birincisi, “üretici güçlerini geliştirecek” (partinin yeni sloganı), toplumsal refahı artıracak artık değeryaratmaya devam etmek için. Ancak bu kapasite fazlasının ürettiği artı değer gerçekleşmesi, ürünlerin metalaşması, bunun için de dış piyasalara gitmeleri gerekiyor. 

Halen yüzde 28.4 payıyla dünyanın en büyük imalat sanayisine sahip Çin, birçok sanayi uzmanının katıldığı gibi (WSJ), “daha yaratıcı, daha rekabetçi”, giderek teknoloji bileşeni daha yüksek (elektrikli taşıtlar, güneş enerjisi panelleri, bilgisayar, cep telefonu, 5G...) ürünlerle dünya piyasalarında kendine yer açmanın ötesinde, egemen olmaya, diğer bir deyişle, yeni bir dünya düzenini inşa etmeye doğru gidiyor. 

(...)

Aslında, yalnızca farklı verimlilik düzeylerinden değil, iki farklı “sermaye birikim rejiminin” kapasitelerinden söz ediyoruz. Çin modeli, ekonomiyi ve siyaseti birlikte düşünen bir anlayışa, devlet kapitalizmine tabi özel kapitalizme dayanıyor. Planlama, yönlendirme, mali teşvik, destek, gerektiğinde devletin doğrudan katılımı, şirketleri birleşmeye zorlayabilme, bu rejimin bileşenleri içinde. Neoliberal serbest piyasa modeli bu “Pekin modeliyle” ekonomik yollardan rekabet edemiyor. Kaçınılmaz olarak gündeme ya “Pekin modeli”ni kopyalamak ya da siyasi askeri yollardan direnmek geliyor. “Pekin modeli”nin, güçlü devlet, vasıflı disiplinli bürokrasi, gelir dağılımı dengelerini denetim altında tutmaya, toplumsal istikrara özellikle önem veren bir siyasi parti (“modern prens”) gibi özellikleri de var. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız