Thursday, November 30, 2023

Nedir bu ‘Hamas gibi yapmak’ arzusu

 


Siyasal İslamın “süreç olarak faşizm” rejimi içinde, etkili tarikatlardan birinin üst düzey üyesi diyor ki “Hamas’ın Filistin’de yaptığını biz Türkiye’de yapmak zorundayız. Biz şu an itibarıyla eğer vakti zamanı iyi değerlendirebilirsek Türkiye’de bir devrimin olmaması için hiçbir sebep yok”.Korkutucu olan şu ki bu arzu tamamen mantıksız bir hezeyan değil. 

HAMAS NE YAPTI?

Hamas, İsrail devletinin katkılarıyla kurulurken, ulusalcı, seküler, sol eğilimli Filistin Kurtuluş Hareketi’ni ideolojik,Gazze’de yönetimi silah zoruyla ele geçirerek de idari olarak böldü; İsrail’i tanımadığını, tamamen yok etmeyi amaçladığını açıklayarak bir uzlaşma, çözüm arama çabalarını sabote etti.İsrail devleti de “Karşımızda pazarlık yapacak bir merkez yok”, “Filistin halkını kim temsil ediyor belli değil”, “Bizi yok etmek isteyenlerle nasıl görüşelim” diyerek Oslo Barış Süreci’ni söndürdü. 

(...)

Böylece Hamas ile İsrail devleti arasında uğursuz bir simbiyoz ilişkisi şekillendi: İsrail yönetimi Hamas’ın Katar’dan düzenli olarak mali destek almasına izin veriyor, Hamas iktidarda kalıyor, buna karşılık İsrail devleti de halkına ve dünyaya “Çözüm olanaklı değil” diyor, yerleşimleri genişleterek Filistin topraklarını gasp etmeye devam ediyordu. 

(...)

Şimdi, Hamas yanlısı akıllar, “Ama İsrail dünyada hiç bu kadar teşhir olmamıştı, yalnız kalmamıştı. İsrail, mecburen iki devletli çözüm sürecine geri dönecek. Hamas büyük bir zafer kazandı” diyorlar. Gerçek oldukça farklı. Birincisi, Hamas’ın yanında cihatçı terörist grupların da katıldığı, Aksa Tufanı Operasyonu, Hamas’ı yalnızlaştırdı, İsrail’e Gazze’yi yıkma ve boşaltma fırsatı tanıdı. İkincisi, Hamas İsrail’i tanımıyordu, iki devletli çözüme karşı değil miydi? Nihayet, en önemlisi, büyük bir kısmı çocuk, 15 binden fazla kişi öldü, on binlercesi yaralandı, travma yaşadı, Gazze’de yaşam alanları yok oldu, insanlar kuzeyden güneye göçe zorlandılar. İsrail Gazze’yi “boşaltmaya”, işgale etmeye başladı. 

PEKİ NEDEN ‘HAMAS GİBİ YAPMAK ZORUNDALAR’?

(...)

Gerçekten de “pasta” hızla küçülüyor. Siyasal İslamın egemen sınıfı pastadan aldığı payın azalmasını kabullenemiyor: Devlet gelirlerini talan etmeyi, yeni rant alanları arama çabalarını (“rezerv alan” yasası) hızlandırıyor. CHP, canlanma, işçi hareketine açılma işaretleri verirken iktidarda kalmak giderek zorlaşıyor. Çaresiz, “Hamas gibi yapmak” arzusu güçleniyor. Muhalefetin bu vahim arzuyu mutlaka ciddiye alması gerekiyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Monday, November 27, 2023

Uygarlık canavarlaşıyor

 


Uygarlık, bir “kötü sonsuz” (Hegelschlechte Unendlichkeit) içinde, Trump’tan Modi’ye, Netanyahu-Gvir-Smotrich’e, Milei’ye, Wilders’e, Sunak’Braverman’a daha nicelerine, yeni canavarlar üretiyor. 

KÖTÜ SONSUZ

Hegel, “kötü sonsuzu”, büyümenin herhangi bir niteliksel değişim veya gelişim olmadan, yalnızca niceliksel, kendini tekrarlayan biçimler ürettiği bir durum olarak betimler; bu tür bir büyümenin canavarca olduğunu düşünür.  

Çağımızda kötü sonsuzun adı kapitalizm. Kapitalizm büyüyerek küreselleşti, neoliberalizm “her şeyi” metalaştırdı, sanat postmodernizm içinde geçmişi talan etmeye tutsak oldu, 1989 felaketi toplumda alternatif olasılığını öldürdü, böylece “gelecek” tasarımları iptal oldu. Bu sırada kapitalizm birbiri ardına krizler yaşıyor, biteviye kendi sınırlarına çarpıyordu

 (...)

Önceki yazımda vurgulamıştım: Kapitalist uygarlığın ürünü küresel ısınma, gezegende tüm canlıların geleceğini tehdit ederek artıyor. 

(...)

“Süreç olarak faşizm” de “küresel ısınma” savının, sosyalistlerin bir komplosu olduğunu iddia ederek, küresel ısınmaya karşı alınması gereken önlemlere karşı çıkarak emekçilerin ve yoksul kesimlerin öfkesini kapitalist sınıfların çıkarlarını korumaya yönlendiriyor; feminizmi, LGBTQ+ bireyleri, sığınmacıları, farklı dini aidiyetleri “ötekileştirerek”, nefret nesnesi konumuna yükselterek demokratik kurumları, hakları ve özgürlükleri hedef alarak ilerliyor.

CANAVARLAR GALERİSİ

(...)

Hiçbir düzen partisi, “gelecek” düşüncesini, ütopya tasarımını canlandıramaz. Öyleyse görev ve sorumluluk kimlere düşüyor dersiniz?

Yazının tamamını okumak içn tıklayınız


Thursday, November 23, 2023

İklim krizi-büyük çelişki

 


Gelecek hafta Dubai’de COP28 iklim zirvesi toplanıyor. Zirvenin, küresel ısınmaya neden olan hava kirlenmesine, tanklar, uçaklar, bombalar füzeler, diğer patlayıcı maddelerle, bunların çıkardığı yangınlarla büyük katkı yapması kaçınılmaz bir bölgesel savaşa denk gelmesi de tarihin acı bir ironisi. Zirveye giderken yayımlanan OXFAM raporundaki bulgular ve aşağıda değineceğim siyasi gelişmeler de geleceğe umutla bakmaya pek yer bırakmıyor.

DURUM KRİTİK, ÇELİŞKİ SINIFSAL

Uygarlığın bir yok olma sürecine girmemesi için (Birçok canlı türü çoktan yok oldu ve türlerin çeşitliliği hızla azalmaya devam ediyor.) küresel sıcaklık artışının, 2050 yılına kadar, Sanayi Devrimi dönemindeki düzeyine kıyasla 1.5°C’nin altında kalması gerekiyor. Bu hedefe ulaşabilmenin yolu, 2030 yılına kadar, küresel Co2 emisyonunu yüzde 42 azaltmaktan geçiyor. Halen egemen küresel ısınma eğilimi küresel sıcaklık artışının 2030 yılına kadar 2.5-3°C düzeyine ulaşabileceğini söylüyor. 

(...)

Bu zorluk her şeyden önce kapitalist üretim tarzının ürettiği çok vahim, aşılması son derecede zor bir çelişkiden kaynaklanıyor: Küresel ısınmaya yol açan Co2 emisyonlarına en fazla neden olan kesim, aynı zamanda en korunaklı, küresel ısınmanın olumsuz etkilerinden en az etkilenen kesimdir. (...)

Görüldüğü gibi sorun sınıfsaldır. Ancak 20-30 yıl öncekine kadarki gibi öncelikle zengin ülkeler ile yoksul ülkeler arasında değil artık daha çok, etrafımıza biraz dikkatle bakınca görebileceğimiz gibi, tek tek ülkelerin içindeki zenginler ve yoksullar arasındadır. Bunlar kapitalizminzenginleri ve yoksularıdır: Bir tarafta mülk sahibi sınıflar, kapitalistler ve ondan beslenen parazitler diğer tarafta işçi sınıfı, kır yoksulları ve nüfus fazlası olarak kent yoksulları.

ÇELİŞKİ VE PARADOKS

Bu çelişki aynı zamanda bir paradoksu da içeriyor.

(...)

Paradoks işte burada: Bu kesimin ekonomik krizin, göçmenler krizinin etkilerine, kurulu düzenin siyasetçilerinin beceriksizliklerine karşı giderek artan öfkesini, Avrupa’da Amerika’da en son Arjantin’de, küresel ısınma olgusunu inkâr eden faşist hareketler yönlendirmeye başladılar. Böylece en az kirleten ama en çok etkilenenler, en çok kirleten ama en az etkilenenlerin çıkarlarını korumaya başlıyorlar.

Sınıf çelişkisi, bu paradoksla birlikte, umuda ve geleceğe açılan “kapının” kanatlarını bağlayan bir “kördüğüm”oluşturuyorlar. Bu kördüğümü yalnızca sosyalist hareket kesebilir.

(...)

Yazının tamamını okumak içn tıklayınız

Monday, November 20, 2023

Kültür savaşlarını kaybediyoruz!

 


Laik Cumhuriyetin, “dünyası” kültür savaşlarını kaybediyor. Dini yargıların, kadroların ve kurumların eğitim sistemine nüfuz etme süreci seçimlerden sonra hızlandı. Hukuk sistemi bütünlüğünü kaybediyor, anayasa “egemenin” yargılarına tabi olmaya başlayarak anlamsızlaşıyor. “Rezerv alan” yasası Ülkenin tüm alanları, artık fiilen egemenin iradesine mi tabi oluyor?”, “Osmanlı mülkiyet sistemine mi dönüyoruz” sorularını gündeme getirdi.

Kavala, Demirtaş, Atalay, daha nice aydın ısrarla “içeride”tutulurken Hrant Dink’i öldüren Ogün Samast, bir siyasi cinayet işlemiş terörist olmasına karşın “iyi hal” gerekçesiyle serbest bırakıldı. Bu kültür savaşları içinde hangi hallerin “iyi”hangilerinin “kötü” olduğunu topluma gösteren bir adımdı.

KÜLTÜR VE BEKA SORUNU 

Kültür kavramını, kültürün maddiliğini (materiality) gösterecek bir biçimde, kullanmak istersek, biyolog, davranış bilimci, Prof. Dr. Robert Sopolsky’nin “davranışsal tarzların gelecek kuşaklara genetik olmayan yollarla transferi”tanımından yararlanabiliriz. Bu tanımın kapsamının içine, değer yargılarını, beğeniler, cinsel töreleri, doğruyu ve yanlışı, adaleti, konuşmanın kodlarına ilişkin “hakikat rejimlerini”kolaylıkla koyabiliriz. 

Bu açıdan bakınca da siyasi iktidarların sürdürülebilirliğinin (bekasının), kendilerini yeniden üretebilecek davranışsal tarzların (kültür) gelecek kuşaklara aktarılmasına, “eski rejimin” davranışsal tarzlarını yok etme ya da yeni rejimin değerleri içinde eritme kapasitesine bağlı olacağını görebiliriz. 

Bu süreçte, yeni bir dil, kurumlar, mekânlar hatta yenizamanlar doğar, eskileri ölür ya da yeniden tanımlanır. Bu“hesaplaşma”, diğer bir deyişle kültür savaşları, iktidar el değiştirmeden önce şekillenir ve kültür savaşlarını kazanmaya başlayanların siyasi iktidarı, yıkma ya da koruma şansları artar.

Cumhuriyeti kuranların, özellikle de liderleri Mustafa Kemal’in, önceki paragrafta betimlediğim “beka sorunu”gerçeğini, kültür savaşlarının yaşamsal önemini çok iyi kavramış olduklarını söyleyebiliriz. 

(...)

Daha sonra gelişen “Kemalizm” ve Cumhuriyet burjuvazisi ise Köy Enstitülerini kapatırken kültür savaşlarındaki kazanımların önemini hiç anlamadığını gösteriyor; emperyalizmin yeniden güdümüne girmeye başladıktan sonra da laik Cumhuriyetin, ulusal bağımsızlığını (ekonomisini yönetme kapasitesini ve kültürünü) aşındıracak gelişmeleri kolaylıkla kabullenmeye başlıyordu. Bu “şaşkınlar” listesine, sol liberal entelijensiyanın, siyasal İslamın yükselmesini kolaylaştıran, ihanetini de ekleyelim. Sosyalist hareket de hem kültürün maddiliğini anlamakta zorlandığı hem de kaba materyalizmin, sınıfları ekonomilerine indirgeme yanılgısını aşamadığı için uzun süre siyasal İslamın yıkıcı özelliklerini tanıyamadı, siyasal İslam neoliberalizmi terk ederken o hâlâ neoliberalizmle mücadele ettiğini düşünüyor, kültür savaşlarında taraf olamıyordu. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 16, 2023

ABD’de faşizm tehlikesi artıyor

 


Dünyanın ekonomik ve askeri olarak en güçlü ülkesi ABD’de başkanlık seçimlerine yaklaşık bir yıl kaldı. Halen yönetimde Demokrat Parti olmasına karşın faşizm tehlikesi giderek artıyor. 

Bu tehlikenin kökeninde, her şeyden önce iki etken var. 

(...)

Trump’ın 2024’te yeniden Beyaz Saray’a girme olasılığı çok korkutucu. Çünkü ABC News Washington temsilcisi Jonathan Karl’ın bu hafta piyasaya çıkacak kitabında (Tired of Winning)vurguladığı gibi (MSNBC, 14/11) bu kez karşımızda, 2016’dakinden farklı bir Trump var.

DAHA TEHLİKELİ BİR TRUMP

Bu, daha farklı ve tehlikeli bir Trump! Birincisi, 2016’da Beyaz Saray’a çıkarken etrafında, saçmalıkları, aşırılıkları dizginleme olasılığına sahip deneyimli siyasetçiler, bürokratlar, askerler vardı. Bu kez Trump’ın etrafında, en az onun kadar kararlı, aşırı sağcı fanatik ama aynı zamanda deneyimli kadrolar var. İkincisi, “6 Ocak kalkışmasına” ilişkin davada ortaya çıkan ifadelerinde sergilediği gibi, Trump seçimleri kaybettiğini bilmesine karşın hiçe saymış, ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya çalışmış. Trump 2024 seçimlerine bu deneyimle ve kaybetme olasılığına karşı hazırlanarak gidiyor.

(...)

 

NAZİ’LERİN SÖYLEMİNİ CANLANDIRDI

Seçim kampanyasını başlattığından bu yana Trump’ın dili giderek daha da radikalleşti. 

Geçen hafta Gaziler Günü’nde (Veterans Day) yaptığı konuşmada Trump, “Ülkemizin içinde haşarat (‘vermin’) gibi yaşayan, seçimlerde yalan söyleyen, çalan ve hile yapan komünistleri, Marksistleri, faşistleri ve radikal sol çeteleri kökünden kazıyacağımıza söz veriyoruz. (...) Bunlar Amerika’yı ve Amerikan rüyasını yıkmak için ister yasal ister yasadışı olsun, ellerinden gelen her şeyi yapacaklar” ifadeleriyle Nazi Almanya’sında başta Yahudiler olmak üzere siyahlar, Roma, Komünistler, LGBTQ gibi “istenmeyenler” ve “yok edilecekler”(ausgelöscht werden) için kullanılan “haşerat”(vermin/ungeziefer) sözcüğünü kullanıyordu. Trump, konuşmasında bunları yıkıcı unsur olarak niteledikten sonra, bu “iç düşmanların dış düşmanlardan daha tehlikeli olduğunu” savundu. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Monday, November 13, 2023

Bu kriz farklı!

 


Anayasa Mahkemesi’nin kararını, Yargıtay kabul etmedi, hatta Anayasa Mahkemesi’nin kimi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Yandaş basın, bu üyeleri hem FETÖ hem de PKK ile özdeşleştirerek hedef gösterdi. Anayasanın 153. maddesindeki “Anayasa kararları kesindir” ve “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” ifadelerine karşın cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi’nin sürekli hata yaptığını, sistemin gereken hızda işleyemediğini, bu nedenle yeni bir anayasanın gerektiğini savundu. “Taraf değil hakemiz” iddiası Cumhurbaşkanlığı’nı AYM ve Yargıtay’dan daha yüksek bir yere koydu. Böylece anayasanın tüm yasaların üstündeki özel konumu reddedilmiş oldu. 

(...)

PEKİ SORUN NE?

Can Atalay tutuklu kalması neden bu kadar önemli? Bu “siyasi krize” yol açan gerçek sorun ne? Cumhurbaşkanı ve “iktidar”(Saray), var olan başkanlık sistemi içinde, ne yapmak istiyorlar da yapamıyorlar? Onları nelerin engellediğini düşünüyorlar? Herhalde Can Atalay’ın değil...

(...)

Öyleyse talep edilen yeni anayasa bu engelleri, cumhurbaşkanını ve iktidarı “yeni bir zeminde” yetkilendirerek çözmeyi amaçlıyor. Bu “yeni zeminin”, hemen tüm olası özelliklerini “Hitlerin hukukçusu” Carl Schmitt’in Egemen ve Anayasa (hukuk düzeni) ilişkisi üzerine teorilerinde bulabiliyoruz.

TARİHTEN BİR YAPRAK...

Schmitt, Politische Theologie, Die Diktatur başlıklı çalışmalarında, devletin “nihai kararın tekeli” olduğunu söyler; egemenliğin özünü de “karar tekeli” olarak tanımlar. Tüm yasallık sistemi böylece onun, dışında ve üstünde duran bir güçtarafından, bu gücün belirleyeceği koşullara tabi kılınarak göreceleştirilir, böylece adeta keyfileştirilir. Roma’nın düzeni korumakla görevli “vekil diktatörlerinden” farklı olarak “egemen ‘diktatur’”ün işlevi, verili düzeni tamamen yok ederek bir yenisini kurmaktır.

(...)

Cumhurbaşkanı ve iktidar, son bir hamleyle, egemenin iradesinin altında, ona tabi bir anayasa ile o “sürtünme” yaratan kalıntı kırıntılardan tamamen kurtulmak istiyorlar. Bu da laik Cumhuriyeti tamamen tasfiye ederek çok partili düzene de fiilen son verme arzusu anlamına geliyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 09, 2023

CHP’de değişim, dönüşüm başladı mı?

 


Bu soruya, olumlu bir cevap vermek olanaklı. Ancak başlayan süreci düşünürken kimi yapısal belirleyicileri göz önüne almak gerekiyor.

BİR DEĞİŞİM İKİ BELİRSİZLİK

Tüm yorumcuların altını çizdiği gibi CHP, yönetici kadrosunu, demokratik yollardan, bölünmeden, değiştirmeyi başardı. Bu deneyim bir emsal oluşturacak, gelişmiş kapitalist ülkelerde sıradan kabul edilen “Seçim kaybeden ekip değiştirilir” ilkesinin yerleşmesine yol açacak mı? 

Bir soru daha var: CHP’de yaşanan bu değişim bürokratik bir olay mı? Yoksa ideolojik, kültürel bir arka plana sahip mi? Eskimiş başarısız bir ekip yerlerini daha genç bir ekibe mi bıraktı? Yoksa, belli bir siyaset anlayışına, programa (gelecek tanımına) sahip bir ekip yerini farklı bir siyaset anlayışına, programa sahip bir başka ekibe mi bırakıyor? Yeni ekibin eskisine kıyasla, sola daha açık, sosyal demokrasiyi, laikliği savunmaya daha eğilimli olduğuna ilişkin bir kanaat var. İki farklı ideolojinin, kültürün ve programın yarıştığını düşündürecek dinamikler varsa da bunların, derinlikleri henüz belirgin değil. 

VE KİMİ YAPISAL ETKENLER

Değişimin olasılıklarını, sınırlarını düşünürken işe üç olguyu değerlendirerek başlamak gerekiyor. 

(...)

Yazının tamamını okumak içn tıklayınız


Monday, November 06, 2023

‘Düzenin tabutuna son çivi mi?’

 


Dünya ekonomisinin zirvelerinde “Bir kırılma noktasının”kıyısına gelindiğini düşünenler artıyordu (31/08). Hamas’ın saldırısı, İsrail’in Gazze’de soykırıma dönüşen cevabı üzerine“III. dünya savaşına doğru mu sürükleniyoruz” (Wall Street Journal), “1945, 1989 benzeri bir andayız” (New York Times)ve “Gazze’deki savaş Batı egemenliğindeki dünya düzeninin tabutuna çakılan son çivi oldu” (Der Spiegel) gibi saptamalar belirsizliklerin arttığını gösteriyor.

‘III. DÜNYA SAVAŞI ÇIKAR MI?’

Bu soru, ilk bu somutlukta İsrail Hamas savaşı bağlamında gündeme geldi. Friedman, New York Times’da durumu, ABD hegemonyasının sorunlarını açısından betimliyordu: “Ukrayna NATO’ya katılmak istiyordu, Rusya müdahale etti. İsrail, Yeni Ortadoğu’ya katılmak istiyordu, İran müdahale etti.”Gerçekten, Hamas saldırısının zamanlaması, etkileri ABD açısından çok sorunlu gelişmelere işaret ediyor.

(...)


Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, November 02, 2023

‘Adamlar’ gitmiyor

 

“Adamlar” devletin yönetimini ele geçirince giderek tiranlaşırlar, asla kendi rızalarıyla emekliye ayrılarak bir köşeye çekilemezler. Ben “Adamlar” ile ilgili olayları yazarken bu saptamayı bir aksiyom olarak kabul ediyordum. Geçen hafta, Branko Milanovic’in Substak sayfasında rastladığım bir çalışma, Milanovic’in o çalışmayla ilgili yorumları bu aksiyomu destekliyordu. Sıcağı sıcağına sizinle paylaşmak istedim.

Branko Milanovic, “gelir eşitsizlikleri” alanında çalışan, bir süre Dünya Bankası araştırma bölümünde de görev alan, ünlü bir ekonomist ve siyasi analisttir. Geçen hafta sayfasında, Cornell Üniversitesi’nden Kaushik Basu’nun Oxford Open Economics’te yayımlanan “The morphing of dictators: Why dictators get worse overtime” (Diktatörlerin dönüşümü: Niye diktatörler zamanla daha da kötüleşirler?) başlıklı, matematiksel modellerle de desteklenerek geliştirilmiş araştırmasını aktardı.

İKTİDARA TUTSAK OLMAK

Basu da Milanovic de “tutsak” kavramını kullanmıyorlar ama analizleri bu noktada birleşiyor. Bir “adam” hangi niyetle (iyi ya da kötü) iktidara geldikten sonra bir daha kendisi isteyerek -hatta istese de- gidemez. Çünkü “adam”iktidara geldikten sonra yönetirken kimi önlemler alıyor, kimi düşmanlar kazanıyor. “Dönem sonu” gelince (genel seçimleri varsayıyoruz), bir karar alması gerekiyor: Kaybederse ne yapacak? Her şeye karşın kalmaya karar verirse yasaları zorlayan, genel ahlakın sınırlarını aşan adımlar atmak, “suç işlemek” zorunda kalır. Başarılı olursa düşmanları artar suçları büyür. Bir “dönem sonu” daha gelince gitmesi artık daha riskli olduğundan, yasaları ahlakın sınırlarını zorlamaya suç işleyerek daha da derine dalmaya devam eder... 

Bu klasik bir “tiranlaşma” sürecidir; kimi zaman trajik sonuçlar da sergileyebilir. 

(...)