Mısır’da Anayasa Mahkemesi önce Mübarek döneminin son başbakanı Şefik’in, başkanlık seçimlerinde Müslüman Kardeşler’in (MK) adayı Morsi’nin karşında aday olmasının önünü açtı. Sonra genel seçimleri iptal ederek meclisin yetkilerini Askeri Konsey’e devretti. Geçen hafta başkanlık seçimlerinin sonuçları beklenirken Konsey yeni bir kararnameyle başkanlık kurumunun yetkilerini büyük ölçüde sınırladı.
Mısır’da Tahrir Meydanı da geçen hafta sonunda yeniden “rejim karşıtı” kalabalıklarla doldu. Ama bu kez önemli, hatta ibret verici bir fark var. Tahrir Meydanı ilk kez dolduğunda devrimci dalgaya katılmayarak meydandakileri son ana kadar yalnız bırakan, sonra da eski rejimle anlaşarak, onlara ihanet eden siyasal İslam (MK ve Selefi akım), şimdi eski rejime karşı onların desteğini istiyor.
Gerçekçi olmayan bir iyimserlik...
Bu ibret verici gelişme, beni pek gerçekçi olmayan bir iyimserlikle, “Mısır Devrimi’nde yeni bir dönem mi başlıyor” sorusunu sormaya itti.
Mısır Devrimi ilk başladığında 1848 devrimlerine benzetiyordum: Avrupa’da 1848 demokratik halk devrimlerinde, mülk sahibi sınıflar “eski rejimle” anlaşarak devrimin halkçı, hatta emekçi ruhuna, bu ruhun destekçilerine ihanet ettiler, devrimi öldürdüler. İki haftadır MK’nin başına gelenleri, Tahrir Meydanı ruhunu canlandırma çabalarını izlerken aklıma belki de gerçekçi olmayan bir iyimserlikle, 1789 Fransız Devrimi’nin uzun, dolambaçlı süreçleri geldi.
Fransız Devrimi 1789’da başladı. Uzun bir belirsizlik döneminden sonra, Ağustos 1792’de Tuileries Sarayı basıldı, XVI. Louis tutuklandı, monarşi yıkılarak, 1. Cumhuriyet ilan edildi. 1793’te de Ulusal Halk Meclisi, Kamu Güvenliği Komitesi’ni kurdu, belirsizliklerini ortadan kaldıracak olan Jacobin dönem başladı. Devrimin Robespierre’in liderliğindeki, halkçı (hatta proto-komünist) Jacobin fraksiyonu eski rejimi imha etti. Devrimin burjuva kanadı da Jacobinleri imha ederek süreci tamamladı.
Mısır’da karşımızdaki, feodal rejime karşı bir burjuva devrimi değil. Baskıcı, kapitalist, Mübarek rejimine karşı başlayan halk hareketinde başı proletaryanın en yeni kesimi (yeni “orta-sınıf proletarya”, işsiz, eğitimli gençlik) çekiyordu. Yıllardır Mübarek rejimiyle hem mücadele eden hem de onun düzeninden yararlanarak şekillenen bir başka mülk sahibi sınıfı hareketi, MK, dinci taleplerle değil demokratik özgürlükçü, hatta antikapitalist renkleri de barındırarak başlayan bu harekete katılmadı. MK, proletaryanın geleneksel kesimi, sendikalarıyla meydana inerek Mübarek’i istifaya zorladıktan sonra, devrime “katıldı”, örgütlü gücüne yaslanarak liderliği ele geçirdi, ama eski rejimle anlaşarak, Mısır kapitalizmini, mülk sahipleri adına denetim altına alarak, devrimi bitirmek için...
Gelinen aşamada MK’in tüm toplumsal desteğine, yaygın örgütlenmesine karşın sürece egemen olamadığı, giderek eski rejimle kesin bir hesaplaşmaya doğru sürüklendiği görülüyor. Üstelik, artık MK toplumun, güvenini de kaybetmeye başlamıştır. Dün MK’yi demokratik bir güç olarak görenlerin önemli bir kesimi, asıl amacının dinci totaliter bir rejim kurmak olduğunu düşünmeye başlamıştır.
Ne yazık ki “gerçeklik”, şimdilik bu iki kanadın kavgasını aşarak inisiyatifi alacak bir devrimci iradenin henüz ortada olmadığını gösteriyor. Acaba bu iki kanadın birbirini yeme süreci içinde bu irade oluşabilir, devrimi yeni bir yola sokabilir mi?
Sabotörler ve salaklar
Bugünlerde, Mısır’da siyasi dinamiğin denklemi, baskıcı, darbeci orduyla, demokratik Müslüman Kardeşler ikilemine dayanarak kuruluyor. Halbuki “ordu” denen şey, üç beş zorba generalden oluşmuyor. Başkanlık seçimlerinde Morsi ile Şefik’in başa baş gitmesi, ordunun toplumsal desteğinin boyutunu gösteriyor.
“Ordu” aslında, Mısır ekonomisinin, en az yüzde kırkına sahip bir yapılanma, devlet mülkiyeti üzerinde, üstelik uluslararası sermaye ile yakın ilişki içinde şekillenmiş, özellikle kadın hakları konusunda seküler damarı olan, güçlü bir kapitalisti sınıf fraksiyonu. Karşısında devlet dışında şekillenmiş, ama devlet kontratlarından, olanaklarından da yararlanarak büyümüş, daha da büyümek, uluslararası sermaye ile bütünleşmek isteyen bir başka kapitalist sınıf var. Müslüman Kardeşler’in liderliğine egemen olan da işte bu kesim.
Tahrir “olayı” bu iki kesimin dışında başladı. Bu iki mülk sahibi kesim, bölgede devrimci bir dalganın yayılmasından korkan “emperyalizmin” de teşvikiyle, tehdidi algılayarak “düzen ve istikrar” zemininde yakınlaşmaya başladı. Ancak devrimci dalga yorularak geri çekilirken bu iki kapitalist kanadın arasındaki kavga yeniden alevlendi.
Şimdi uluslararası sermayenin sesi The Economist’ten, sol içindeki kimi (“evet ama yetmez” tipi) grupçuklara kadar uzanan bir yelpaze, Mısır Devrimi’ni “Ya darbe ya MK” ikilemine hapsetmeye, “devrimci” olasılığı dışlamaya çalışıyor. Bu bilinçli sabotörlerle, “yararlı salaklar” MK’nin asker olmadığı için demokrasiyi temsil ettiği iddiasında birleşiyorlar.
Böylece Tahrir Meydanı “olayı”nda ortaya çıkan, Tunus’tan Wisconsin işçi eylemlerinden, işgal hareketine, New York’tan Atina’ya yükselmekte olan toplumsal muhalefetle birçok evrensel özelliği paylaşan bir devrimci olasılık arka plana itiliyor, halkın karşısına da bir tür “Kırk katır mı, kırk satır mı?” ikilemi konuyor.
MK’nin yalanları
MK, bir taraftan “Devrimin yeni aşaması daha az barışçıl, daha çok kanlı olabilir” diyerek, halkı Cezayir iç savaşı senaryosuyla korkutmaya çalışıyor. Diğer taraftan, çeşitli vaatlerde, devrimci güçleri hegemonya altına almaya çalışıyor. Devrimci güçlerinse, MK’nin bu güne kadar söylediği yalanları unutmaması gerekiyor.
MK, cuntayla uzlaşarak devrimi fiilen sabote etmeye, geçen yıl mart ayında, devrimin enerjisiyle oluşacak bir kurucu meclis yoluyla bir yeni anayasa hazırlamak yerine, rejimin anayasasında yapılacak, kendine uygun birkaç düzenlemeyle yetinmeyi kabul ederek başladı.
MK, cuntayla anlaşarak, genel seçimlerin, yeni devrimci güçlerin örgütlenmesine olanak vermeyecek kadar kısa bir sürede yapılmasını sağladı. MK ve Selefilerin partileri seçimlerden meclise egemen olarak çıktılar. MK meclis komisyonlarında muhalefetle birlikte davranmaya söz vermişti. Meclise girince Selefilerle anlaşarak komisyonlara egemen oldu.
MK, yeni hükümette, ordunun adamı Kemal Ganzuri’nin, başbakan olmasını destekledi. Ondan sonra meclisi yalnızca siyasal İslamı güçlendirecek yasaları çıkarmakta kullandı, “devrimin” ekonomik siyasal özgürlüklerin genişletilmesi talebiyle ilgilenmedi. Nihayet, başkanlık seçimlerinde aday çıkarmayacağına söz vermişken, iki aday gösterdi. Kısacası MK Mısır halkına verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı, her aşamada devrimci dalgaya karşı cuntayla uzlaştı.
Devrimci güçlerin, yeni bir adım atmadan, İran’da Humeyni’nin iktidara gelmeden önceki yalanlarını da anımsamaları gerekiyor. Yoksa, onları da İranlı sosyalistlerin, demokratların ve kadınlarınkine benzer bir gelecek bekliyor
Mısır’da Tahrir Meydanı da geçen hafta sonunda yeniden “rejim karşıtı” kalabalıklarla doldu. Ama bu kez önemli, hatta ibret verici bir fark var. Tahrir Meydanı ilk kez dolduğunda devrimci dalgaya katılmayarak meydandakileri son ana kadar yalnız bırakan, sonra da eski rejimle anlaşarak, onlara ihanet eden siyasal İslam (MK ve Selefi akım), şimdi eski rejime karşı onların desteğini istiyor.
Gerçekçi olmayan bir iyimserlik...
Bu ibret verici gelişme, beni pek gerçekçi olmayan bir iyimserlikle, “Mısır Devrimi’nde yeni bir dönem mi başlıyor” sorusunu sormaya itti.
Mısır Devrimi ilk başladığında 1848 devrimlerine benzetiyordum: Avrupa’da 1848 demokratik halk devrimlerinde, mülk sahibi sınıflar “eski rejimle” anlaşarak devrimin halkçı, hatta emekçi ruhuna, bu ruhun destekçilerine ihanet ettiler, devrimi öldürdüler. İki haftadır MK’nin başına gelenleri, Tahrir Meydanı ruhunu canlandırma çabalarını izlerken aklıma belki de gerçekçi olmayan bir iyimserlikle, 1789 Fransız Devrimi’nin uzun, dolambaçlı süreçleri geldi.
Fransız Devrimi 1789’da başladı. Uzun bir belirsizlik döneminden sonra, Ağustos 1792’de Tuileries Sarayı basıldı, XVI. Louis tutuklandı, monarşi yıkılarak, 1. Cumhuriyet ilan edildi. 1793’te de Ulusal Halk Meclisi, Kamu Güvenliği Komitesi’ni kurdu, belirsizliklerini ortadan kaldıracak olan Jacobin dönem başladı. Devrimin Robespierre’in liderliğindeki, halkçı (hatta proto-komünist) Jacobin fraksiyonu eski rejimi imha etti. Devrimin burjuva kanadı da Jacobinleri imha ederek süreci tamamladı.
Mısır’da karşımızdaki, feodal rejime karşı bir burjuva devrimi değil. Baskıcı, kapitalist, Mübarek rejimine karşı başlayan halk hareketinde başı proletaryanın en yeni kesimi (yeni “orta-sınıf proletarya”, işsiz, eğitimli gençlik) çekiyordu. Yıllardır Mübarek rejimiyle hem mücadele eden hem de onun düzeninden yararlanarak şekillenen bir başka mülk sahibi sınıfı hareketi, MK, dinci taleplerle değil demokratik özgürlükçü, hatta antikapitalist renkleri de barındırarak başlayan bu harekete katılmadı. MK, proletaryanın geleneksel kesimi, sendikalarıyla meydana inerek Mübarek’i istifaya zorladıktan sonra, devrime “katıldı”, örgütlü gücüne yaslanarak liderliği ele geçirdi, ama eski rejimle anlaşarak, Mısır kapitalizmini, mülk sahipleri adına denetim altına alarak, devrimi bitirmek için...
Gelinen aşamada MK’in tüm toplumsal desteğine, yaygın örgütlenmesine karşın sürece egemen olamadığı, giderek eski rejimle kesin bir hesaplaşmaya doğru sürüklendiği görülüyor. Üstelik, artık MK toplumun, güvenini de kaybetmeye başlamıştır. Dün MK’yi demokratik bir güç olarak görenlerin önemli bir kesimi, asıl amacının dinci totaliter bir rejim kurmak olduğunu düşünmeye başlamıştır.
Ne yazık ki “gerçeklik”, şimdilik bu iki kanadın kavgasını aşarak inisiyatifi alacak bir devrimci iradenin henüz ortada olmadığını gösteriyor. Acaba bu iki kanadın birbirini yeme süreci içinde bu irade oluşabilir, devrimi yeni bir yola sokabilir mi?
Sabotörler ve salaklar
Bugünlerde, Mısır’da siyasi dinamiğin denklemi, baskıcı, darbeci orduyla, demokratik Müslüman Kardeşler ikilemine dayanarak kuruluyor. Halbuki “ordu” denen şey, üç beş zorba generalden oluşmuyor. Başkanlık seçimlerinde Morsi ile Şefik’in başa baş gitmesi, ordunun toplumsal desteğinin boyutunu gösteriyor.
“Ordu” aslında, Mısır ekonomisinin, en az yüzde kırkına sahip bir yapılanma, devlet mülkiyeti üzerinde, üstelik uluslararası sermaye ile yakın ilişki içinde şekillenmiş, özellikle kadın hakları konusunda seküler damarı olan, güçlü bir kapitalisti sınıf fraksiyonu. Karşısında devlet dışında şekillenmiş, ama devlet kontratlarından, olanaklarından da yararlanarak büyümüş, daha da büyümek, uluslararası sermaye ile bütünleşmek isteyen bir başka kapitalist sınıf var. Müslüman Kardeşler’in liderliğine egemen olan da işte bu kesim.
Tahrir “olayı” bu iki kesimin dışında başladı. Bu iki mülk sahibi kesim, bölgede devrimci bir dalganın yayılmasından korkan “emperyalizmin” de teşvikiyle, tehdidi algılayarak “düzen ve istikrar” zemininde yakınlaşmaya başladı. Ancak devrimci dalga yorularak geri çekilirken bu iki kapitalist kanadın arasındaki kavga yeniden alevlendi.
Şimdi uluslararası sermayenin sesi The Economist’ten, sol içindeki kimi (“evet ama yetmez” tipi) grupçuklara kadar uzanan bir yelpaze, Mısır Devrimi’ni “Ya darbe ya MK” ikilemine hapsetmeye, “devrimci” olasılığı dışlamaya çalışıyor. Bu bilinçli sabotörlerle, “yararlı salaklar” MK’nin asker olmadığı için demokrasiyi temsil ettiği iddiasında birleşiyorlar.
Böylece Tahrir Meydanı “olayı”nda ortaya çıkan, Tunus’tan Wisconsin işçi eylemlerinden, işgal hareketine, New York’tan Atina’ya yükselmekte olan toplumsal muhalefetle birçok evrensel özelliği paylaşan bir devrimci olasılık arka plana itiliyor, halkın karşısına da bir tür “Kırk katır mı, kırk satır mı?” ikilemi konuyor.
MK’nin yalanları
MK, bir taraftan “Devrimin yeni aşaması daha az barışçıl, daha çok kanlı olabilir” diyerek, halkı Cezayir iç savaşı senaryosuyla korkutmaya çalışıyor. Diğer taraftan, çeşitli vaatlerde, devrimci güçleri hegemonya altına almaya çalışıyor. Devrimci güçlerinse, MK’nin bu güne kadar söylediği yalanları unutmaması gerekiyor.
MK, cuntayla uzlaşarak devrimi fiilen sabote etmeye, geçen yıl mart ayında, devrimin enerjisiyle oluşacak bir kurucu meclis yoluyla bir yeni anayasa hazırlamak yerine, rejimin anayasasında yapılacak, kendine uygun birkaç düzenlemeyle yetinmeyi kabul ederek başladı.
MK, cuntayla anlaşarak, genel seçimlerin, yeni devrimci güçlerin örgütlenmesine olanak vermeyecek kadar kısa bir sürede yapılmasını sağladı. MK ve Selefilerin partileri seçimlerden meclise egemen olarak çıktılar. MK meclis komisyonlarında muhalefetle birlikte davranmaya söz vermişti. Meclise girince Selefilerle anlaşarak komisyonlara egemen oldu.
MK, yeni hükümette, ordunun adamı Kemal Ganzuri’nin, başbakan olmasını destekledi. Ondan sonra meclisi yalnızca siyasal İslamı güçlendirecek yasaları çıkarmakta kullandı, “devrimin” ekonomik siyasal özgürlüklerin genişletilmesi talebiyle ilgilenmedi. Nihayet, başkanlık seçimlerinde aday çıkarmayacağına söz vermişken, iki aday gösterdi. Kısacası MK Mısır halkına verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı, her aşamada devrimci dalgaya karşı cuntayla uzlaştı.
Devrimci güçlerin, yeni bir adım atmadan, İran’da Humeyni’nin iktidara gelmeden önceki yalanlarını da anımsamaları gerekiyor. Yoksa, onları da İranlı sosyalistlerin, demokratların ve kadınlarınkine benzer bir gelecek bekliyor