Yaz tatili boyunca, Referandum tartışmaları, “yeni demokrasi” derken, dünya ekonomisini unutmuştum. Dünya ekonomisine geri dönünce garip bir görüntüyle karşılaştım: Bir yanda “krizi bitti” iddiaları, diğer yanda, “durum daha da kötüleşiyor” kaygıları…
Borsalar canlı, altın daha da canlı
Obama, geçen hafta Birleşmiş Milletler de yaptığı konuşmada, krizin aşıldığını, dünya ekonomisinin, (tabii ABD önderliğinde piyasalara pompalanan 12 trilyon dolarlık kurtarma paketleri sayesinde) büyük bir depresyonun eşiğinden geri döndüğünü açıkladı. ABD Ulusal İstatistik Bürosu’na göre de 2007 Aralık ayında başlayan resesyon, Haziran 2009’da bitmişti. Borsalar, dört hafta önce başlayan yükselme eğilimine devam ederek, geçen haftayı büyük kazançlarla kapattılar.
Ancak değerli metallerin fiyatlarında görülen artışlar, piyasalarda güvensizlik duygusunun, enflasyon beklentisinin artmaya başladığına işaret ediyordu. Altının fiyatı 1300 dolara vururken, gümüş son otuz yılın en yüksek düzeyine ulaşmıştı.
Halbuki, bazı yorumcular, bu kez resesyondan çıkış sürecinin önceki (1950 sonrası) resesyonlardan çıkış süreçlerine benzemediğine, büyümenin çok yavaş, işsizliğin çok yüksek seyrettiğine dikkat çekiyorlardı. Öyleyse deflasyonist baskıların devam ediyor olması gerekmez mi?
Bir taraftan resesyon/kriz bitti yorumları, 12 trilyonluk finansal desteğin etkilerine ilişkin beklentileri yansıtıyor. Öbür taraftan, piyasalar bu finansal destelerin etkisinin son erdiğini, merkez bankalarının, “niceliksel genişleme” adı altında piyasalara yeniden para basmaya başlamalarının kaçınılmaz olduğunu düşünüyor, güvenlikli limanlara (madenlere) yöneliyorlar.
Bu resmi bankaların güvenlik altına almaya yönelik Basel-III tedbirleri üzerine bir notla tamamlayabiliriz. Bankaların, sermaye tabanlarını genişletmeye, karşılıklarını arttırmaya zorlayan önlemleri içeren, bu yüzden ilk anda güven vermesi gereken Basel-III’ün, en önemli önlemlerin devreye girmesini 2017’ye kadar ertelemesi, iki kaygıyı birden güçlendiriyor. Birincisi, bizzat Basel-III’ün varlığı büyük bankaların mali yapılarını temizleyemediğine, her an büyük bir “olayla” karşılaşabileceğimize ilişkin savları destekliyor. İkincisi bankaları zorlayacak önlemlerin 2017’ye kadar ertelenmesi, bu temizliğin sanılandan çok daha uzun süreceğini (pisliğin çok büyük olduğunu) gösteriyor.
Krize, tümöre ve ağrı kesicilere dair
Tam bu noktada, ender olayların, olasılıklarını inceleyen “Siyah Kuğu” başlıklı kitabın yazarı istatistikçi Nassim Taleb’in Cuma günü Montreal’da yaptığı bir konuşmada söylediklerine bakabiliriz. Taleb, finansal krizden önce, piyasalarda geçerli risk sistemlerinin, sakat, hatta anlamsız, finansal bir krizin kaçınılmaz olduğunu savunuyordu. Montreal’daki konuşmasında söyledikleri de çok anlamlıydı. Taleb’e göre Obama yönetiminin uygulamaları, “kanserli bir hastaya, tümörü almak yerine, ağrıkesici veremeye benziyor”. ABD yönetimi, borç köpüğünü temizleyeceğine, finansal kurtarma paketleriyle (ağrı kesiciyle) borcun (tümörün) daha da büyümesine neden olmuş. Taleb, “borç daha büyüdü, işsizlik daha da arttı… Hükümet borcu azaltmaya öncelik vermeli, batık şirketleri kendi haline bırakmalı” diyor.
Taleb’in bu sapması bizi kapitalist toplumun bir paradoksuyla karşı karşıya getiriyor. Evet krizin aşılması için borçların temizlenmesi, batık şirketlerin tasfiye edilmesi gerekiyor. Ancak, bu teorik modeldeki (“ekonominin yasaları” denen şey) değişkenlerin hayattaki karşılıkları, gerçek insanlar ve gerçek firmalar. Bunlara “kusura bakmayın, genelde karları restore temek, krizi aşmak için, özelde siz tasfiye olacaksınız” dediğinizde, onlar da “asıl sen tasfiye ol, başkası gelsin” diyebiliyorlar. Bu yüzden hükümetler “tümörü” almak yerine son dakikaya kadar “ağrı kesici” vermeye devam ediyorlar. Ama eninde sonunda, sermayenin gereksinimini karşılamak için, siyasi risklerin üstlenileceği, itiraz edenlerin bertaraf edileceği o “son dakikaya” geliniyor. Sanırım artık, o “son dakikaya” geliniyor…
“Ekonomik yavaşlama bir bilmece”…
İşin ilginç yanı, bu “son dakikaya” gidiş, çoğu zaman ekonomiyi yönetenlerin şaşkın bakışları altında gerçekleşiyor. Bu yüzden, ulaşıldığında da, çoğu zaman kadro hatta rejim değişiklikleri de gündeme geliyor.
ABD Merkez Bankası başkan Bernanke, geçen hafta Princeton üniversitesinde yaptığı bir konuşmanın, soru cevap bölümünde “bu son yavaşlamanın nedenlerinin bir bilmece (puzzle) olarak kalmaya devam ettiğini”, söylemiş (MarketWatch, 25/09). On beş Eylül’de Council on Foreign Relations’da konuşan Greenspan’ın da hala şaşkınlıktan kurtulamamış olduğu görülüyor.
Financial Times’dan Robin Harding de, Böyle olmamalıydı, on milyarlarca banka kurtarma, yüz milyarlarca finansal destek, trilyonlarca dolar bono satın alma işleminden sonra, ABD ekonomisi onarılmış, bu yıl güçlü bir büyüme yılı olmuş olmalıydı” diyor ve devam ediyordu: “Nerdeee… Ekonomi yavaşlıyor, işsizlik artıyor” (24/09)
Bu nedenlerle, Financial Times, “Bankalar B Planını hazırlıyor” başlıklı yorumunda, merkez bankalarının yeni bir likidite genişlemesi raunduna hazırlandıklarını düşünüyor. Financial Times’a göre bu ikinci raundun etkili olup olmayacağı belli değil. Bu yüzden “siyasi olarak zor olsalar bile maliye politikalarının (borçların tasfiyesine yönelik önlemler) masadan kaldırılmaması gerekiyor”.
Greenspan’ın konuşmasına dönersek, medyanın, siyasilerin iyimserliklerine karşın, durumun ne kadar vahim olduğunu görebileceğiz. (http://www.cfr.org/publication/22965/conversation_with_alan_greenspan.html) Bu konuşmanın önemli bir kısmında Greenspan ABD’nin en zengin 150 iş adamından biri olan, gayrimenkul yatırımcısı Zuckerman’ın, mültimilyarder Pete Peterson gibi uzmanların, “hiçbir şey kıpırdamıyor”, “borcunu ödemeyen ev sahiperini ne zaman tahliye etmeye başlayacağız”, “piyasalar ne zaman temizlenecek” gibi sorularına cevap vermeye çalışıyor. Ortaya da, aslında krizin aşılmasına yönelik herhangi bir çözümün olmadığına ilişkin zavallı bir durum çıkıyor.
Greenspan’ın verdiği cevaplar şöyle özetlenebilir. 2008 ve 2009 yıllarındaki finansal tedbirler etkili olmadı. Para sisteme girdi, ama kimse uzun dönemli risk almak istemediğinden, bankalardan çıkarak sabit sermaye yatırımlarına yönelmiyor. “Likidite kapanı oluştu”. “Sorun üretkenlik” diyor Greenspan. Diğer bir değişle sermaye üretimde kar görmediğinden spekülasyonda kalıyor. Böylece büyümeyi destekleyecek yeni “değerler”, borç ödemelerini, tüketimi destekleyecek yeni iş olanakları oluşmuyor. Bu günkü koşullarda bankalara giden paralar piyasaya girse enflasyon riski yaratacak gözlemleri de “çıkmazı” çok güzel sergiliyor: Karlılık geri gelmeden (kapasite fazlası tavsiye edilmeden) parasal genişlemeye devam etmek sorunu daha da ağırlaştırıyor. Greenspan nedenini bir türlü anlamıyoruz diyor ama, kıymetli metallerin fiyatları (dövizlere göre) işte bu nedenle artıyor.
Bu sürdürülebilir bir süreç değil. Bir aşamada sermaye birikiminin, yeniden başlaması için gereken temizlik, iflaslar, işten çıkartmalarla (büyük çaplı sermaye devalüasyonu), insanın direnci, tüm siyasi sonuçlarıyla birlikte kafa kafaya gelecek. Greenspan da zaten “seçeneklerimiz iyi ile kötü arasında değil, kötü ile çok kötü arasında” diyor.