Japonya’da pazar günü yapılan genel seçimler (bu yazıyı yazarken henüz sonuçlanmamıştı) dünya medyasında,“tarihsel”, “Japonya’da siyasetin çürümesi” “adeta devrim” gibi saptamalarla, büyük ilgiyle izlendi.
Geçen 54 yılın 53’ünde iktidar olanLiberal Demokratik Parti’nin (LDP) bu seçimleri kaybederek hükümeti, 1998’de kurulan Japonya Demokratik Partisi’ne (JDP) devretmesi, böylece Japon seçmeninin de tarihte ilk kez, bir hükümeti sandıkta değiştirmesi bekleniyor. Bu beklentiler bile“tarihsel” sıfatını haklı çıkarmaya yeter. Ama bu seçimlerin “bir devrim” olduğuna, ya da en azından rejimde köklü bir değişiklik getireceğine inanmak zor. Diğer taraftan bir JDP zaferini, ABD hegemonyasının gerileme sürecinin göstergelerinden biri olarak okumak da olanaklı.
Çürüme ve değişim
LDP, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD gözetimi altında, LDP’nin şimdiki Başkanı ve Başbakan Taro Aso’nun dedesi Shigeru Yoshida tarafından kuruldu. LDP’nin ilk başbakanıysa, şimdi seçimlerden sonra başbakan olması beklenen Yukio Hatoyama’nın dedesi Ichiro Hatoyama’ydı. Japonya siyasetindeki çürüme ile ilgili saptamaları, bu ilginç “rastlantıdan”hareketle değerlendirmeye başlayabiliriz: Japonya’da siyaset, büyük klanlar arasında, babadan oğluna, dededen torununa geçen bir miras olarak yaşanıyor. Bu geleneği değiştirme iddiasında olan 2009 seçimlerinde bile, Daily Yimurigazetesinin bir araştırmasın göre adayların yüzde 30’unun hâlâ bu klanlardan geliyor olması “değişimin”boyutları/sınırları hakkında bize bir fikir verebilir.
LDP 1955’te, ABD’nin bölge projesine uygun olarak ve komünizme karşı mücadele amacıyla kuruldu; 1970’lerde yaklaşımını, tabanını genişleterek bir muhafazakâr merkez partisine dönüştü. 1993’te seçimleri sekiz partili bir muhalefete kaybetti; ancak, 9 ay sonra yeniden iktidara geri döndü. Japon siyasi sisteminin bir diğer zaafı, siyasi partilerin daha çok bir vitrin işlevi üstlenmesi, devletin esas olarak köklü ve güçlü bir bürokrasi tarafından yönetilmesiydi. ABD’nin de Japonya’yı siyasi seçkinlerin yanı sıra, bu bürokrasi üzerinden denetlediğini kolaylıkla varsayabiliriz. Soğuk Savaş döneminin bitmesi, Japonya’nın hızlı ekonomik büyümenin ardından gelen, on yıllık bir ekonomik duraklama, siyasi belirsizlik dönemiyle çakıştı. Japonya’nın demografik yapısı da değişmiş, artık yaşlı, emeklilik fonlarına, sağlık hizmetlerine öncelik veren çok geniş bir seçmen katmanı oluşmuştu.
Artık Soğuk Savaş döneminin mirası siyasi düzenin yeniden, sınıflar matrisinin yeni özelliklerini yansıtacak biçimde şekillendirilmesi gerekiyordu. Bu bağlamda bürokrasinin gücünün kırılması da gündeme geldi. Japonya’da hem yaşlı emekli kesim, hem de yeni kuşak artık, “Batı’ya yetişme adına, rejimi sorgulamadan kabul etmeye” eskisi kadar istekli değildi; geleceğe ilişkin yeni güvenceler talep ediyorlardı. Japon ekonomisini küreselleşme sürecine uymaya zorlayan dış basınç da bu yeniden şekillenmeyi destekliyordu. Bu bağlamda 1994’te nispi temsil sisteminden, alt meclisin 480 üyesinin 300’ünün salt çoğunluk ilkesine göre seçilmesini getiren seçim sistemine geçildi.
Ne ki, LDP, diğer adıyla “1955 düzeni” sürece ayak uyduramıyor, krizi giderek derinleşiyordu.Junichire Koizumi 2002 yılında başbakan olduğunda, reform beklentisi güçlendi. İlk döneminde bürokrasinin, LDP geleneğinin direncini aşamayan Koizumi, bu dirence karşı mücadeleyi öne çıkararak 2005 yılında ikinci kez başbakan oldu. Ancak 2006 yılında LDP başkanlık dönemi sona erince başbakanlığı Sinho Abe’ye bıraktı. Abe bir yıl dahi dayanamadı ve yeriniYasua Fukuda’ya, o da 2008’deTaro Aso’ya terk etti. 2009 seçimlerine gelirken, LDP hükümetleri, Yasama Meclisi, gittikçe derinleşen ekonomik, siyasi sorunlar, toplumsal hoşnutsuzluk karşısında tümüyle felç olmuş; üst meclisinin denetimini de JDP’ye kaptırmıştı. Bu nedenle, birçok yorumcu, JDP’nin seçmeni ikna ettiği için değil de.. seçmen LDP’den bıktığı için bu seçimleri kazanacağına inanıyordu (Ashai Shimbun, 27/08/09).
JDP ve ABD hegemonyası
LDP kampanya boyunca, JDP’yi, soyut bir değişim vaadiyle, “Önce beni seçin sonrası kolay” diyerek oy istemekle suçladı (Nikkei, 29/08/09). Ancak JDP’nin lideriYukio Hatoyama’nın New York Times’da yayımlanan makalesi, somut öneriler içermese bile önemli bir değişiklik yaklaşımı niyetine işaret ediyordu.
Hatoyama’nın, esas olarak ABD hegemonyasının bir eleştirisi olan yazısı, piyasa köktenciliğinin insan onurunu ayaklar altına aldığı, küreselleşmenin yerel toplulukları, kültürleri yıktığını vurguluyor; mali krizin, mali kapitalizmin denetim altın alınmasının gerekli olduğunu gösterdiğini savunuyordu.
Hatoyama, ABD’nin hegemonya döneminin geride kalmakla birlikte, askeri ve ekonomik açıdan dünyanın önde gelen güçlerinden biri olmaya devam edeceğini, Çin’in de dünyanın önde gelen ülkelerinden biri haline gelmekte olduğunu da kabul ediyordu: Japonya’nın yeri “dünyada egemen kalmaya çabalayan ABD ile, egemen olmaya çabalayan Çin arasında nasıl bir konumda olacaktı?” Artık uluslar ötesi siyasi yaklaşımlar tükenmişti; ulusal, yerel çözümler öne çıkmak zorundaydı. Fransız Devrimi’nin “dayanışma”kavramına geri dönülmeli, dünyada“bağımsız ve birlikte yaşama ortamıoluşturulmalıydı”. Vatandaşların mutluluğuna öncelik veren ulusal, yerel politikalar öne çıkarken, Hatoyama’ya göre ekonomik ulusalcılığı önlemek için, Japonya’nın“varlık bölgesi” olan “Doğu Asya Topluluğu” üzerinde yoğunlaşmak,“ortak bir para sistemi oluşturmak”, böylece giderek siyasi entegrasyonu gündeme getirmek gerekiyordu.
JDP, geçen 30 yılın ekonomik modelinden uzaklaşmak, mali krizde vatandaşlarını korumanın yollarını ararken tüketimi güçlendirmek, tarımı korumak, bürokrasinin gücünü kırmak, komşularıyla ilişkilerini onarmak, bölgesel bütünleşmeye öncelik vermek istiyordu. Örneğin, JDP, Çin ile Japonya arasında diplomatik sorunlara yol açan Yosikini Anıtı’nı ziyaret merasimine son vermek, savaşta ölenleri anmak için dini anlamı olmayan yeni bir anıt inşa etmek istiyor. Dış politikada, ABD ile daha eşit bir ilişki kurmak isteyen JDP’nin, Japonya’yı ABD ve Çin karşısında dengeleyici bir konuma taşımak istediği de görülüyordu.
Japonya’da seçimlerden sonra yaşanması olası gelişmeler ABD dış politika çevrelerinde de ilgiyle izleniyor. Kongre Araştırma Servisi’nin hazırladığı “Değişen ABD Japonya ittifakı ve ABD çıkarları açısından anlamı” başlıklı rapor, özellikle JDP’nin siyasi çizgisine, Japonya’da ulusalcı, ABD’den bağımsız olmayı arzulayan bir eğilimin güçlendiğine dikkat çekiyor. Rapor, ABD ve Japonya’nın siyasi çıkarlarının ayrışmaya başladığı sonucuna ulaşıyor. Council on Foreign Relations yazarlarının hazırladığı raporlarda da Japonya’da toplumsal muhalefetin güçlendiği, seçimleri kim kazanırsa kazansın ABD-Japonya ilişkilerinin değişmek durumunda olduğu saptanıyor. Diğer taraftan aynı yazarlar, JDP’nin deneyimsizliğine, bürokrasinin, siyasi coğrafyada egemen köklü geleneklerin gücüne, devletin mali kaynakları üzerindeki kısıtlamalara işaret ederek, değişikliklerin çok yavaş ilerlemesini beklediklerini belirtiyorlar.
No comments:
Post a Comment