Tarihin sonuna, liberal demokrasinin, küresel serbest piyasanın egemen olduğu, ABD tarzının genelleştiği yerdeki (orada, tek olumsuzluk, artık büyük olaylar yaşanmayacak olmasından kaynaklanan bir can sıkıntısıymış) istasyona giden tren seferlerinde son yıllarda büyük aksamalar yaşanıyordu. Geçen hafta gelen haberlere bakılırsa tüm seferler artık süresiz olarak iptal edildi.
Birincisi, seksen yıl önce küreselleşmenin mezarını kazan bir “olay” yine gündemde. İkincisi, ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin raporu, liberal demokrasinin, ABD tarzının genelleşme olasılığının artık kalmadığını resmen ilan ediyor.
Büyük depresyon redux
Geçen hafta dünyanın önde gelen ekonomi yayınlarında yorumlar, tartışmalar, “küresel resesyon” kavramından depresyon olasılığına kaymaya başladı. Bu nedenle, seksen yıl önce “depresyon” olarak adlandırılan dönemin özelliklerini kısaca anımsamak yararlı olabilir.
Büyük depresyon öncelikle bir kredi köpüğünün patlaması, borsalarda yüzde 50’den fazla düşüşler anlamına geliyor. Bu sarsıntılara paralel uzun süren, derin bir ekonomik durgunluk, iki haneli sayılara ulaşan işsizlik oranları, uzun süreli bir fiyat deflasyonu gözlemleniyor. Bu depresyonu, borsadaki düzeltmeleri izleyen herhangi bir resesyondan ayırt eden en önemli özellikler kronik deflasyon ve uzun süreli, yüksek işsizlik oranları. Çünkü bu iki gösterge, sıradan bir temizliği gerçekleştiren devresel resesyonlardan öte, geniş çaplı bir sermaye ve emek imha sürecinin yaşandığını gösteriyor. Bu yüzden depresyon, siyasi istikrarsızlık, yerel, bölgesel savaşlar, devrimler, sağ popülist (faşist) rejimler yaratma potansiyelleri içerdiğinden, kapitalist üretim tarzının en tehlikeli dönemini oluşturur.
Geçen hafta 7500’lere kadar indikten sonra, yalnızca bir söylenti üzerinde cuma günü 500 puan sıçrayan Dow Jones, ama daha kapsayıcı olanStandard & Poors 500 indeksleri olmak üzere, Avrupa’dan Japonya’ya kadar borsa indekslerine bakınca, hemen hepsinin zirve noktalarına göre yüzde elliden fazla değer kaybetmiş olduğunu görüyoruz. Dahası krizin ilk yılı olan 2007’de, Dow Jones’un kayıplarının 1929 krizindeki ilk yıl kayıplarını geçmiş olması da ilginç (Chartoftheday.com; aktaran Ahmet Öncü).
Kredi köpüğünün delinmesiyle başlayan süreçte, ABD’den Avro bölgesine, İngiltere’den Japonya’ya, diğer bir deyişle dünya ekonomisinin en az yüzde 60’ı (gelişmekte olanları katarsak yüzde 80’den fazlası) resesyona girmiş durumda. Kapasite fazlası, talep yetersizliği sorunu, öncelikle ağır sanayi, ama elektronik ve elektrikli aletler sektörlerinde de giderek ağırlaşıyor. İnşaat sektörüyse, en canlı piyasalarda bile filler mezarlığına dönüşmeye başlıyor. Middle East Times’ın editörü Claude Salhani geçen haftaki yorumunda, Dubai’de “vinçlerin sustuğunu”aktarıyordu (ME Time 20/11.08). Bu sektörlerdeki daralmaya bağlı olarak, petrol ve temel metaller gibi girdilerin fiyatları da hızla düşmeye devam ediyor. Bu yüzden geçen hafta, New York Times, Financial Times, Washington Post, Le Monde gibi gazetelerin yorumları, Krugman ve Roubini gibi öngörüleri kanıtlanmış ekonomistlerin yazıları, ısrarla deflasyon tehlikesini vurguluyordu.
Geçen hafta ABD otomotiv sektörü, 250 binden fazla işi yok etmek üzere çöküşün eşiğinde kurtarılmayı beklerken, gelen veriler genelde işsizliğin artmaya devam ederek son 26 yılın (neo-liberalizm başladığından bu yana) en yüksek düzeyine ulaştığını belgeliyordu. Öncü Göstergeler İndeksi’ndeki gerileme, bu yıl toplam 1.2 milyon kişi artarak yüzde 6.5’e ulaşan işsizlik oranının yükselmeye devam ederek gelecek yıl yüzde 10’un üstüne çıkabileceğini düşündürüyordu.
Avro bölgesinde de benzer bir durum söz konusu. Otomotiv sektörü sürekli işçi çıkarıyor. Özel sektör performansını izleyen Satın Alma Müdürleri İndeksi’nin (50’nin altısı daralma gösteriyor), kasım ayında beklenmedik sertlikle, yüzde 43.6’dan yüzde 39.7’ye gerilemesi, eylül ayında Avro bölgesinde yüzde 7.5’te seyreden işsizlik oranının gelecek yıl kolaylıkla iki haneli sayılara ulaşabileceğini gösteriyordu.
Tüm bunlara karşılık Wall Street Journal’a göre hükümetler finans sistemini ve ekonomiyi stabilize edecek araçları hızla tüketiyorlar (McCay, 19/11/08). The Australian’da bir yorumcu “hiçbir şey işe yaramıyor” (aktaran Salhani) diyor. Roubini’nin işaret ettiği gibi bir “likidite kapanı”oluşmaya başladı (RGE, 21/11/08). Özetle ABD ve diğer gelişmiş ekonomiler hızla bir depresyona doğru yuvarlanıyor.
2025’te ‘kaosa’ doğru
Geçen haftanın ikinci ilginç gelişmesi de Ulusal İstihbarat Konseyi’nin (NIC) ABD hegemonyasının sona erdiğini resmen açıklayan raporuydu. Bu raporlar dört yılda bir yayımlanıyor ve biri öbürüne pek benzemiyor. Bu yüzden raporun geleceği gerçekten görüp görmediği pek önemli değil. İlginç olan, tüm dünyanın bildiği bir gerçeği ABD yönetiminin nihayet resmi bir belgede, yeni bir Başkan görevi devralmadan az önce dile getirmesi.
Rapora göre, Çin ve Hindistan yükseliyor, ABD eskisi kadar egemen olamayacak. Uluslararası ilişkilerde tek kutuplu dünyadan parçalanmaya doğru gidilecek. Washington’ın gerektiğinde “bir istekliler koalisyonu kurması” artık kolay olmayacak. Yeni güçler 1930’lardakiler gibi verili düzeni yıkmaya kalkmayacaklar ama, “uluslararası düzen” sözcüğü bir anlamda artık yanlış bir betimleme olacak. Liberal demokratik modelin geleceği de artık güvenlikte değil. Küresel ısınmanın etkileri önemli çatışma nedenlerinin başında gelecek, silahlanma hızlanacak... Gördüğünüz gibi, tüm bunların bu köşede, son yıllarda dile getirilenlerden eksiği var fazlası yok. Öyleyse, bu rapor aslında dünyanın geri kalanıyla aynı görüşleri paylaşır gibi yaparken, yeni Başkan’a, acilen bu trendi tersine çevirecek, ABD liderliğini restore edecek bir şeyler yapmasını öneriyor olamaz mı?
Böyle kuşkucu bir yaklaşımın arkasında, ABD Kongresi tarafında, 6.4 milyon dolar harcanarak hazırlatılan “Ulusal Güvenlik Raporu Projesi” başlıklı çalışma var. Geçmiş yönetimlerden üst düzey görevlilerin katıldığı, Obama’nın geçiş dönemi ekibinin ulusal güvenlik uzmanlarını da içeren bir “yönlendirici koalisyon”un gözetimi altında hazırlandığı belirtilen bu raporun, arkasındaki siyasi destekten dolayı, (NIC) çalışmasından çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Washington Post’un ulusal güvenlik uzmanı Walter Pincus’un aktardığına göre, önerileri 2 Aralık’ta açıklanacak olan raporda, öncelikle 1947’den bu yana geçerli olan savunma prensiplerinin, çok daha merkezileşmiş, bütünleşmiş bir güvenlik sistemi oluşturulacak biçimde değiştirilmesi, çatışma sonrası (yıkımdan sonra) yeniden yapılandırma aşamasında daha etkin olabilmek için State Department’in ve ABD Uluslararası Gelişme Ajansı’nın (USAID) bütçelerinin iki kat arttırılması öneriliyormuş (17/11/08). Diğer bir deyişle raporun, yeni coğrafyalara daha etkin askeri müdahale olanaklarının geliştirilmesini amaçladığı anlaşılıyor.
Anlaşılan, artık “tarihin sonuna” gitmiyoruz ama bulunduğumuzu yer de, korkarım giderek 20. yüzyılın başına benzemeye başlıyor.