[Cumhuriyet 01.08.2007]
Oyumu CHP'ye verdim. Alınan sonuca karşın içim rahat. Birincisi, CHP liderliğinin seçim taktiklerinin olası sonuçlarını daha önce tartışmıştım ( "Bu Böyle Olmayacak" , 21/05/2007). Oyumu CHP'ye bir Sosyal Demokrat Parti olduğunu düşündüğüm için de vermedim. Seçimlerde oy verirken partilerin kimliklerine bakılır, ama kararın, seçimlerin olası sonuçlarına, partilerin bu sonuçlar karşısında sundukları olasılıklara göre verilmesi gerekir. Bir solcunun mutlaka sol partilere oy vermek istemesi, seçimin içinde yaşandığı yapının "durumundan" kopuk, idealist, hatta teolojik bir "inat" olacaktır. İkincisi, CHP ve AKP dışında üçüncü bir seçenek oluşturmaya çalışanları anlıyor, saygıyla karşılıyorum. Ufuk Uras 'ın aldığı oyların, geniş kapsamlı bir "sol parti" oluşturma projesinin taşıdığı potansiyelleri de görüyorum. Ama seçimlerden önce ve sonra Türkiye'de, yapının "durumu" içinde, üçüncü bir seçeneğin ya da "üçüncü bir duruşa" izin veren bir yerin hâlâ oluşmadığını düşünüyorum.
CHP ve son seçimlerdeki işlevi
CHP bir sosyal demokrat parti değil! Sosyal demokrat parti, liberal (toplumu birbiriyle rekabet eden bireylerin toplamı olarak gören, eşitsizliği veri alan, ufku sermaye birikim süreciyle sınırlanmış) demokrasinin karşısına toplumsal (toplumu vatandaşların ortaklaşa çıkarları, işbirliği, dayanışması olarak gören, eşitlikçi) demokrasi ile çıkan akımdır. Bu akım, tarihsel olarak sermaye birikiminin ufkunun ötesine bakan işçi hareketine aittir, öncelikle onun kurumlarına dayanır. Bu ölçütlerle yaklaştığımızda, CHP'nin liberal demokrasiye daha yakın olduğunu kolaylıkla görebiliriz.
CHP'nin bu seçimlerdeki işlevi, liberal demokrasiye karşı, sosyal demokrasinin adayı olmak değildi. CHP'nin bu seçimlerde, yapının "durumunca" belirlenmiş işlevi, Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı seçimiyle, verili rejimi değiştirmeyi de gündemine alarak yeni bir atağa kalkan siyasal İslamın, en azından, momentumunu kırmaktı . CHP bunu başaramadı. Ama bunu başaracak başkaca bir seçenek de yoktu. CHP tek "gerçekçi" seçenekti. Nisan eylemlerinde, çalışanların (beyaz ve mavi yakalı) demokratik, özgürlükçü refleksi en güçlü, hatta küresel farkındalığı en yüksek kesimleri, yapının "durumuna" uygun bir davranışla, uzun yıllardır (aklıma 15-16 Haziran, "Bahar Eylemleri" ve Zonguldak yürüyüşü geliyor) ilk kez bir "olay" olarak nitelenebilecek bir refleks sergilemişlerdi. Bu seçimlerde bu reflekse / "olaya" sadık kalmak , onu "evrenselleştirmek" gerekiyordu. Ama CHP liderliği bu sadakati gösteremedi, hem "olaya" hem de CHP'nin bu seçimdeki işlevine ihanet etti.
Siyasal İslam tehlikesi ve AKP'nin işlevi
Bu seçimlerde, gözden kaçan en önemli olgu, AKP'nin bölgede yükselmekte olan bir toplumsal hareketin , siyasal İslamın oluşturduğu " kümeye" ait bir "alt-küme" olduğu, tanımını da siyasal İslamın "kümesiyle" ABD'nin imparatorluk projesinin bir alt-kümesi olan BOP ile kesiştiği "yerde" bulmasıydı. Nitekim, seçimlerde AKP'yi şiddetle destekleyen The Economist dergisi, seçimlerden sonraki yorum yazısını "Şimdi sıra Mısır'da Müslüman Kardeşler'in önünün açılmasına geldi" diyerek sonuçlandırıyordu. ABD ve AB medyasının yorumcuları, AKP'nin işlevini, siyasal İslamın uluslararası sermayeye eklemlenmesi, ulusalcılığın önünün kesilmesi bağlamında tanımladılar. Cumhuriyet 'te de aktardığımız gibi, Financial Times , "siyasal İslam taraftarlarının parlamenter mücadelenin işe yaramadığına (diğer bir deyişle, amaçlarına barışçıl yollarla ulaşamayacaklarına) ilişkin bir sonuç çıkarmaları halinde, Batı açısından çok olumsuz bir durumun oluşacağını" savunuyordu (14/07/07). Pentagon'un Yeni Haritası kitabının yazarı Tom Barnett de seçimlerden sonraki blogg'unda AKP'nin seçim zaferini son derecede iyi bir gelişme olarak saptıyordu.
Tanımlanma süreci emperyalizmin bölge projeleriyle kesişen, CHP dahil birçok siyasi akım ve parti var Türkiye'de. AKP'nin özelliği ise ek olarak siyasal İslama ait olması...
AKP'yi, Müslüman Kardeşler' i içeren bu kesişmede, ABD/AB emperyalizminin bölge halklarını yönetmek için kendine, dinamik ve örgütlü bir kitle tabanı olan, partileşmiş, sivil toplumu (devletin ideolojik aygıtlarını) kucaklayan, aydınlanma karşıtı ideolojiye, diğer bir deyişle bilimsel düşünceyle (dinin eleştirisi) bireysel özgürlüklerin düşünülmesine izin veren prensiplerle bağdaşmayan, "totaliter" (Hannah Arendt 'in, yönettiği insanlar üzerinde uyguladığı şiddeti, baskıyı, sıradan diktatörlüklerden farklı olarak faydacı değil de metafizik gerekçelere dayandıran rejimlere ilişkin tanımını ödünç alırsak) bir "hakikat rejimine" sahip bir siyasi aracı bulmaya başladığını görüyoruz.
Hem Türkiye'de sosyal demokrasinin (en azından liberal demokrasinin) geleceğini açık tutmak hem de emperyalizmin bölge projelerine karşı çıkabilmek için AKP'nin momentumunu kırmak gerekiyordu. Hâlâ da gerekiyor...
No comments:
Post a Comment