Cumhuriyet
19.09.2007
Bir 'Semptom' Olarak Prof.
Şerif Mardin
Prof. Şerif Mardin 'in Ayşe Arman 'la
yaptığı söyleşi ( Hürriyet /06/09), 1990'larda "de facto"
hızlanan, şimdi yeni bir anayasayla da "de jure" hale gelmek üzere
olan "restorasyon" sürecinin en önemli dinamiklerinden "transformismo"
(1) olgusuna ilişkin çarpıcı bir örnek oluşturuyor.
Şimdiden bilemeyiz...
Bekleyiniz
Mardin, Arman'ın "Hayat tarzımız değişebilir mi?
Malezya olur muyuz? Kadınların gerçeği?.. Takıyye mi yapıyorlar? İstediğim gibi
giyinemeyecek, Boğaz'da içki içemeyeceksem ne yapacağım? AKP'ye merkez sağ
demek doğru mu? AKP konusunda yanılmış olabilir miyiz" olarak
özetleyebileceğimiz sorularına, özetle, "Korkularınız yersiz
olmayabilir. Bilemeyiz, bekleyip görmek gerekir" gibisinden cevaplar
veriyor.
Böylece, söyleşi, iki işi birden "başarmış"
oluyor. Birincisi, AKP'den huzursuz olanların, haz temelli, "maddiyatçı"
ve "dekadan" yaşam tarzlarını (ayrıcalıklarını) kaybetmekten
korkan, halkının maddi ve manevi sorunlarına yabancı ve ilgisiz bir
seçkinlerden oluştuğuna ilişkin "fanteziyi" bir kez daha
pekiştiriyor. İkincisi, Mardin, bu söyleşide, hem bu kaygılara "anlayışla"
yaklaşarak Arman gibi düşünenleri, siyasal İslamın "pasif
karşıdevrim" sürecine yabancılaştırmıyor. Hem de, "belki de
değildir" (Ah! Aziz Nesin .), "bekleyip görelim"
diyerek, liberal entelijansiyayı, siyasal İslama bağlayan "değişti-değişmedi"
tartışmasına sadık kalarak, pratikte AKP'ye "pasif
karşıdevrimi" (restorasyon) tamamlaması için gerekli süreyi tanımakla
eşanlamlı bir tutum öneriyor. Bu arada, demokrasi adına, "konuşacaksınız"
, "söyleyeceksiniz" gibi, özgürlükçü ve akılcı (inanca değil
bilgiye dayalı) bir tartışma ortamı yoksa, pratikte hiçbir etkisi olmayan
önerileri sıralıyor.
Mardin'in sözleri, bana, örümceklerin avlarının bedenine
enjekte ettikleri uyuşturucu ve protein eritici sıvıyı anımsattı.
Demokrasinin biçimselliğine/ritüellerine kanarak, bu bekle gör tutumunu
benimseyenler, hem siyasal İslamın toplumsal ilişkilerinin, yasal
kazanımlarının yaşam tarzlarını (bedenlerini) gittikçe daha çok
sardığını hem de saflarının (kaslarının) gittikçe eridiğini (transformismo),
tepki gösterme kapasitelerini yitirdiklerini görecekler.
Prof. Mardin'in, Chantal Mouffe 'tan söz ettiği
için, hegemonya süreçleriyle ilgili tartışmaları bildiğini varsaymamız, buradan
hareketle de ne yazık ki, akademik ve kişisel saygınlığıyla
"transformismo" sürecinde önemli bir katalizör işlevi gördüğünü de
kabul etmemiz gerekiyor.
Popülizm ve yerellik
Diğer taraftan, söyleşide, siyasal İslamın tırmanan
iktidarına karşı direnmek isteyenlere yararlı olabilecek ipuçları da var.
Örneğin, Mardin söyleşiye başlarken konuya Yusuf Akçura 'dan girip Rus
Narodnik hareketinden geçerek, sözü AKP'nin karakterini konuşmaya getirdiğinde,
karşımıza tam anlamıyla popülist, yerel (ulusal ve vatandaşlık gibi
soyut aidiyetlere değil din, tarikat, mahalle gibi somut aidiyetlere dayalı),
bu zeminde derin bir biçimde örgütlenmiş (Nakşibendilik) bir siyasi
hareketten güç alan bir siyasi parti/hareket resmi koyuyor. Ancak, Mardin,
Arman'ın temsil ettiği kesimin duyarlılıklarını "paylaştığı"
izlenimini verdikten, bekleyip görmek gerektiğini vurguladıktan, olası
itirazlara karşı "demokrasi kaostur" (herkes her istediğini
söyler) dedikten sonra, "sakın darbe olmasın" diyerek "gardını"
alıyor...
Bunlardan en azından iki ders çıkarılabilir. Birincisi,
AKP'nin tabanıyla arasındaki, popülist (havuç/sopa,
seçkinler-kalabalıklar dinamiğine, "onurlu yalana" , dayalı)
bir ilişkidir. Bu ilişki salt şiddet ve bastırmayla değil, ancak bir "karşıt
hegemonya" hareketiyle kırılabilir. İkincisi, belli ki, bu "pasif
karşıdevrim" süreci, çok kritik bir aşamada. Siyasal İslam'ın "transformismo"
ile yanına çektiği kesimin desteğine hâlâ büyük gereksinimi var.
Solun ve sosyalistlerin, bu konjonktürü
değerlendirebilmek için ilk önce aydınlanma geleneğinin ( aklın eleştirisi,
özgürlük, demokrasi, toplumsal ilerleme ) çocukları, ürünü olduklarını, bu
geleneğin yadsınarak aşıldığı, ama şimdi restore edilmeye çalışılan dini
hakikatlere dayalı evrenin içinde, hiçbir düzeyde, var olamayacaklarını
anımsamaları gerekiyor... Ondan sonra belki liberal entelijansiyayı da yeniden
kazanabilecek bir karşıt hegemonya inşa etmeye girişmek söz konusu olabilir. Bu
bağlamda, ulusal bağımsızlık, halkçılık (popülizm değil), tüketim
toplumunun kültür ve ahlakına, hümanist bir karşı çıkış, siyasal İslamın
hegemonyası altındaki kesimlere ulaşmak için bir başlangıç noktası, bir
köprü olabilir.
-->
1) İktidarı ele geçirmeyi hedefleyen bir siyasi hareketin, rakipleriyle
arasındaki "alanda" yer alan kanaat önderlerini ve siyasetçileri
süreç içinde kendisinden yana "dönüştürmesi" anlamına gelen bu
kavramı siyasal İslamın toplumsal yapıyı ele geçiriş sürecini irdelerken,
Gramsci nin "Hapishane Defterleri" yapıtından anımsamış,
Cumhuriyet'teki yazılarımda, 7 Haziran'da Tempo dergisinde yayımlanan
"İran'la-Mısır arasında Türkiye" başlıklı denememde kullanmıştım. BKZ: http://globalpolitikultur.blogspot.com/2007/06/iranla-msr-arasnda-trkiye.html