Thursday, March 31, 2016

Yol hep aynı yere çıkıyor

Son yıllarda, Türkiye giderek “Pakistanlaşıyor.”
Gerek güncel olaylar gerek tarihsel gelişme açısından benzerlikler tüyler ürpertici. Lahor’da Hıristiyanlara yönelik, 74 kişinin ölümüne yol açan bombalı saldırının ardından Pakistan gazetelerinin portallarında, şunlara da rastladım: 

Tamamını okumak için tıklayınız 

Monday, March 28, 2016

Çok sancılı bir dönem

Çok sancılı bir dönem bu. Ne gibi çalkantılar içinde biteceği de (sessizce biteceğine inanmıyorum) belli değil. 

Olayların ağrıları
Haziran seçimlerinden bu yana gittikçe daha dayanılmaz olayların içinde yaşıyoruz: Altı intihar saldırısı, 220’den çok ölü, yüzlerce yaralı, 59 ilde OHAL, 350 binden fazla iç göçmen, enkaza dönüşen kasabalarda sivil, savaşçı, asker, polis binlerle ifade edilen can kaybı... 
 
Son İstanbul saldırısından sonra sokaklar boşaldı. Bu saldırıların, tüketici talebi, turizm gelirleri üzerinden ekonomi üzerinde herkesin işini, aşını vuracak olumsuz etkiler yapacağı da kesin.
Dahası her bombalı saldırıdan sonra haber yasağı, “yabancı ama insan” gibi skandal açıklamalar; ABD, Almanya gibi bölgede güçlü haber alma ağları olan ülkelerden gelen uyarıları “abartılı” bulan aymazlıklar. Yadsınamaz güvenlik zaafları, herhangi bir sorumluluk üstlenmeye yanaşmayan bir hükümet... Bunlar yetmezmiş gibi bir de çocuk tacizlerini önemsizleştiren ahlaksızlar... 
 
Toplum” siyasal İslamın değerlerine göre şekillendikçe dinci radikalizm güçleniyor, devlet yönetiminde keyfilik, itiraz eden tüm sesleri susturmaya kararlı totaliter eğilimler daha da güçleniyor. Tüm bunlara karşın muhalefet etkisiz, hatta kimi zaman anlamsız... 
 
Tayfun Atay yazısında, “Böyle bir ‘realite’den kim kopmak, onu en azından 4-5 saat gündeminden çıkarmak istemez?!” derken çok haklıydı. Ancak sanırım “realite” herkesi aynı biçimde etkilemiyor. Bu ülkede artık tek bir kapsayıcı “realite”, “biz” diyebileceğimiz tek bir kapitalist (emek ve sermaye diyalektiği) bütünlük yok. Bir toplum oluşturduğumuz bile şüpheli (N. Erdoğan, BirGün 18/10/2015.) 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Thursday, March 24, 2016

Şiddet (violence) ve terör

“Terörle yaşamaya alışmayacağız”; “teslim olmayacağız”, “demokrasimizden vazgeçmeyeceğiz.” İyi de “Terör”ün belirli bir tanımı bile yok.  

Bir deneyelim... 
Her terör şiddet içerir, her şiddet (violence) terör değildir: Savaşan orduların, ordulara karşı savaşan gerilla gruplarının (bağımsızlık hareketleri, işgale direniş örgütleri) karşılıklı uyguladıkları şiddet, savaş (klasik/ asimetrik) kategorisine giriyor. Şiddet, korkutarak, travma yaratarak, moral tercihleri değiştirmek amacıyla sivil halkı da hedef alıyorsa, ek bir boyut kazanıyor
Her iki eylem türü devlet ortaya çıktığından beri var. Ancak terör kavramının şiddet kavramından ayrılması, sanırım Fransız Devrimi’nde, Jakoben kanadın, bir karşı devrimi önlemek, yüz yıllardır süren “yapısal şiddete” son vermek için aristokrasiyi bir sınıf olarak fiilen yok etme çabasıyla ilişkili. İngiltere’de, Avrupa’da dehşete düşen aristokrat sınıflarının düşünürleri, egemen sınıflara (sivillere) yönelik şiddeti gayri meşru şiddet, terör olarak tanımladılar. 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, March 21, 2016

Karanlığın içinde karanlık

Ekonomik, siyasi gelişmeler tarihin karanlık dönemlerini anımsatan yönde ilerlemeye devam ediyor.
(...)

Ekonomide durgunluk içinde deflasyon, uluslararası rekabet alanında devlet müdahalesi geri gelirken, geçenlerde Wall Street Journal’in “1930’ların dönüşü”başlıklı bir yorumunda vurgulandığı gibi,
(...)

Bu resmin içinde, Türkiye’nin doğusu yangın yerine döndü. Batısı intihar bombacılarının elinde kan revan. AKP yönetimi ülkeyi bir başka karanlığa doğru sürüklemeye devam ediyor.

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Thursday, March 17, 2016

Sığınmacılar ve bombalar

Türkiye iki krizle karşı karşıya. Bu krizler yaklaşan toplumsal çöküşün işaretleri. İki krizin de kökeninde, AKP liderliğinin ihtirasları, siyasal İslamın gerici refleksleri yatıyor.

(...)

AKP hükümeti her iki krizi de yönetemiyor. Hâlâ imanla vurursa deleceğini düşünüyor. Ancak kafa ne kadar kalın olursa olsun, realite duvarına, bu ısrarla vurmaya devam ederse, sonunda mutlaka kırılacaktır. Korkutucu olan şu ki o noktada ülke kırılan bu kafanın yerine yenisini koyacak durumda olmayabilir.  

(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Monday, March 14, 2016

Bu ‘kriz’, aslında neyin krizi?

Avrupa Birliği, “sığınmacılar krizi” denen bir şeyi üyeleri arasında anlaşarak aşamıyor; insani, ahlaki, hatta hukuki boyutlarını yadsıyarak, kendi topraklarından çıkarıp unutmak istiyor. 

Bir garip anlaşma
AB, AKP Türkiyesi’yle bir anlaşma yapmaya çalışıyor. Yunan adalarına yığılmış sığınmacılar toplu halde Türkiye’ye geri gönderilecek. Her gönderilen sığınmacıya karşı AB Türkiye’deki kamplardan bir Suriyeli sığınmacı alıp, kotalara göre kendi üyeleri arasında dağıtacak. Türkiye’ye 6 milyar dolayında bir haraç (pardon yardım diyecektim) ödenecek, Türk vatandaşlarına, Şengen bölgesinde vizesiz dolaşım hakkı tanınacak, Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci hızlandırılacak.
Bunların nasıl bir ahlaki çöküntü olduğu bir yana, realitenin kimi bileşenleri, anlaşmanın müstehcen bir fanteziden öteye gidemeyeceğini düşündürüyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Thursday, March 10, 2016

Peki ya sonra...

“Sanırım bir dönem, daha bir süre yakıp, yıkacak olsa bile kapanıyor” saptamasını yaparak, “Peki ya sonra?” diye sormuştum. Çünkü siyasal İslamın AKP eliyle iktidara yükselmesinin, kendi iktidar ve toplum anlayışını uygulamaya koymasının sonuçlarından salt Erdoğan’ı sorumlu tutmak, temelde yatan İslamcı dinamikleri gizlemekten, siyasal İslamın farklı bir liderlik yapısıyla “kazanımlarını” konsolide ederek projesini uygulamaya devam etmesine yardımcı olmaktan öte bir işe yaramayacaktır.
Bir Anglosakson deyimi “Beni bir kez aldatırsan sana ayıp, iki kez aldatırsan bana” der. İkinci kez “yararlı salak” durumuna düşmemek için çok dikkatli olmak gerekiyor. 
(...)

 Yazının devamını okumak için tıklayınız

Monday, March 07, 2016

‘Kral / sultan / yüce lider’ filan...

Anayasa Mahkemesi’nin Erdem ve Can arkadaşlarımızla ilgili kararı, Cumhurbaşkanı’nın tepkisi, Numan Kurtulmuş’un açıklaması, sonra Saray’ın sözcüsünün müdahalesi, Arınç’ın bu tartışmaya katkısı, bu sırada, Türkiye’nin geçmişte AKP’yi desteklemiş yabancı dostlarının kaygıları aklıma, Zizek’in, “Efendinin Söylemi” (Lacan), kavramından hareketle yazdıkları geldi. 

Biraz teori...
Özetle: Kral/sultan/ yüce lider (S1) tebaasının öznelliği (ve bedenleri) ($) üzerinde egemendir, mutlak efendidir. Kral / sultan / yüce lider (KSYL) bir ana gösterge olarak tüm diğer göstergelerin (S2) anlamlarını belirler. KSYL bunu yapabilir çünkü, o özel bir “şey”den yapılmıştır, yüce/kutsal nesne olan ikinci bir bedeni (a) vardır. Bu ikinci bedenin kaynağı kan bağı olabilir; Tanrı’nın ona bir hediyesi (“Biz… bir lider olarak onu gördüğümüz zaman ‘Salli Alâ Muhammed’ deriz” gibi) olabilir.  

(...)
 Yazının devamını okaumak için tıklayınız

Thursday, March 03, 2016

Yukarı katta panik

Küreselleşme, neoliberalizm, finansallaşma deyince akla önce ABD ve İngiltere gelir. Bu iki ülkede, 35 yıldır yukarıdakiler (egemen sınıflar ve temsilcileri), “aşağıdakiler” yokmuş, ya da “yukarıdakileri” memnun etmek için yaşayan ruhsuz bedenlermiş gibi dünyanın keyfini çıkardılar, servetlerine servet kattılar; şimdi panik içindeler. Çünkü aşağıdakiler öfkeli.

‘Aşağıdakiler, yukarıdakiler’
Amerika’da 1970’lerden bu yana medyan işçi ücreti hiç artamazken en zengin yüzde 1’in ve binde 1’in gelirleri, sırasıyla yüzde 156 ve yüzde 362 artmış (Harvard Gazette, 02/2016).


(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız