Can Dündar ve Erdem Gül arkadaşlarımızın
yargılanmak üzere tutuklanması, fiilen değiştikten sonra şimdi yeni
anayasa projesiyle kendine kılıf arayan rejimin mükemmel bir
dışavurumudur.
Bu kendine güveni son
derecede düşük, korku içinde bir rejimdir; daha dün seçimleri kazanmış
olmasına karşın bir türlü yarınından emin olamayan bir kadronun
yönetmeye çalıştığı bir rejimdir.
Bu kadronun özgüveninin ne kadar zayıf, rejimin ne
kadar kırılgan olduğunu anlayabilmek için haziran- kasım arası dönemde
yaşananları, Güneydoğu’da Kürt bölgelerinde yaşanmakta olanları, Suriye
iç savaşı bağlamında başlayan gelişmeleri (bunlara yarın değineceğim)
düşünmek yeterlidir.
Fransız yönetiminin,
130 vatandaşının, başkentin göbeğinde IŞİD tarafından katledilmesi
karşısında gösterdiği refleksi, Devlet Başkanı Hollande’ın
başlattığı diplomasi atağını, Suriye politikasını değiştirme
cesaretini, cuma günü yapılan anma merasiminin vakarını, Türkiye’deki
rejimin Ankara katliamından sonra takındığı tutumla karşılaştırmak,
Paris katliamından sonra verilen demeçleri, çalınan ıslıkları anımsamak
da rejimin karakterini, bu kadronun ülkeyi getirdiği noktayı anlamak
açısından son derecede öğreticidir.
Yazının tamamın okumak için tıklayınız
Monday, November 30, 2015
Thursday, November 26, 2015
III . aşama korkuları
Dünya ekonomisinin, yükselen piyasa ekonomilerine
odaklanmış bir III. aşamaya girdiğine ilişkin tartışmalar piyasalarda
yeni bir “mali sarsıntı” olasılığının güçlenmekte olduğuna ilişkin kaygıları artırıyor.,
‘BRICS’ bitti...
Bu III. aşama savı, “uzun durgunluk” devam ederken, bu yıl yoğunlaşan tartışmalarda ortaya çıkmıştı. Genelde iyimserliği ile bilinen The Economist’in de katıldığı bu III. Aşamanın zamanlaması şöyle: On yıl önce ABD’de konut piyasasında patlayan spekülasyon balonu, Lehman Brothers’in batması, kredi piyasalarının çökmesi I. Aşamayı başlattı. Sekiz yıl önce, borç krizi Avrupa bankalarına sıçradı, sonra hızla devletin mali krizine dönüşerek II. Aşamayı başlattı.
Şimdi emtia fiyatları ve talep gerilerken yükselen piyasa ekonomilerinde ve Çin’de ekonomik büyüme belirgin biçimde hız keserken, borçlar, özellikle özel sektör borçları artmaya devam ederken varlık piyasalarının canlılığını korumakta olması bu kez yükselen piyasalara odaklı bir mali kriz olasılığını gündeme getiren bir III. Dönemin başladığını düşündürüyor. Bu “yeni dönem”i de sanırım en iyi Goldman Sachs’ın eylül ayında BRICS fonunu kapatmak için başvurmuş olduğunun ortaya çıkması (Bloomberg, 08/11/2015) simgeledi.
Yazının evamını okumak için tıklayınız
‘BRICS’ bitti...
Bu III. aşama savı, “uzun durgunluk” devam ederken, bu yıl yoğunlaşan tartışmalarda ortaya çıkmıştı. Genelde iyimserliği ile bilinen The Economist’in de katıldığı bu III. Aşamanın zamanlaması şöyle: On yıl önce ABD’de konut piyasasında patlayan spekülasyon balonu, Lehman Brothers’in batması, kredi piyasalarının çökmesi I. Aşamayı başlattı. Sekiz yıl önce, borç krizi Avrupa bankalarına sıçradı, sonra hızla devletin mali krizine dönüşerek II. Aşamayı başlattı.
Şimdi emtia fiyatları ve talep gerilerken yükselen piyasa ekonomilerinde ve Çin’de ekonomik büyüme belirgin biçimde hız keserken, borçlar, özellikle özel sektör borçları artmaya devam ederken varlık piyasalarının canlılığını korumakta olması bu kez yükselen piyasalara odaklı bir mali kriz olasılığını gündeme getiren bir III. Dönemin başladığını düşündürüyor. Bu “yeni dönem”i de sanırım en iyi Goldman Sachs’ın eylül ayında BRICS fonunu kapatmak için başvurmuş olduğunun ortaya çıkması (Bloomberg, 08/11/2015) simgeledi.
Yazının evamını okumak için tıklayınız
Tuesday, November 24, 2015
Tarih yine yön değiştiriyor…
Batı basınında önde gelen yayınların yorumları şu noktada birleşiyorlar: “IŞİD’in Paris katliamı Avrupa jeopolitiğinde, etkisi yıllarca sürebilecek bir kayma başlattı”. Ben “kayma”nın AKP Türkiyesi’ni de etkileyeceğini düşünüyorum.
ABD ve Avrupa dış politika çevrelerinde esas endişe kaynağı, potansiyel risk olarak algılanan Rusya, yerini Batı’nın işbirliği yapmak istediği Rusya’ya bıraktı. Uzakta bir yerde yaşandığı için sınırlanabilir bir risk olarak algılanan IŞİD terörizmi “acil tehlike” konumuna yükseldi.
Fransa hükümeti, “bir savaş içindeyiz” dedi; Suriye konusunda önceliğini Esad’ın gitmesinden IŞİD ile savaşa kaydırdı. Aynı anda Avrupa’da, Suriye ve Kuzey Afrika’dan gelen sığınmacılarla ilgili korkular da yoğunlaştı, tepkiler sertleşti. Cuma günü AB liderliği Şengen bölgesinde bile pasaport kontrollerini, dolayısıyla Avrupa da sınırları, geri getirmeye karar verdiklerini açıklıyordu. Nihayet, insan haklarını savunan örgütlerle elektronik denetim, izleme hakkını genişletmek isteyen devletler arasındaki pazarlıkta denge devletlerden yana değişti. Böylece tarih yine korkutucu biçimde yön değiştirmeye başladı.
‘Danse Macabre’
Al Baghdadi 1.6 milyon Müslümanın liderliğine soyunarak dünyaya savaş ilan ettiğinde, bu kötü bir şaka gibiydi...
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız
ABD ve Avrupa dış politika çevrelerinde esas endişe kaynağı, potansiyel risk olarak algılanan Rusya, yerini Batı’nın işbirliği yapmak istediği Rusya’ya bıraktı. Uzakta bir yerde yaşandığı için sınırlanabilir bir risk olarak algılanan IŞİD terörizmi “acil tehlike” konumuna yükseldi.
Fransa hükümeti, “bir savaş içindeyiz” dedi; Suriye konusunda önceliğini Esad’ın gitmesinden IŞİD ile savaşa kaydırdı. Aynı anda Avrupa’da, Suriye ve Kuzey Afrika’dan gelen sığınmacılarla ilgili korkular da yoğunlaştı, tepkiler sertleşti. Cuma günü AB liderliği Şengen bölgesinde bile pasaport kontrollerini, dolayısıyla Avrupa da sınırları, geri getirmeye karar verdiklerini açıklıyordu. Nihayet, insan haklarını savunan örgütlerle elektronik denetim, izleme hakkını genişletmek isteyen devletler arasındaki pazarlıkta denge devletlerden yana değişti. Böylece tarih yine korkutucu biçimde yön değiştirmeye başladı.
‘Danse Macabre’
Al Baghdadi 1.6 milyon Müslümanın liderliğine soyunarak dünyaya savaş ilan ettiğinde, bu kötü bir şaka gibiydi...
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Monday, November 23, 2015
14. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi
ürk Sosyal Bilimler Derneği’nin her iki yılda bir düzenlediği Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nin on dördüncüsü Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kültür ve Kongre Merkezi’de 23-25 Kasım tarihlerinde gerçekleştiriliyor.
Bu yıl derneğin tamamen kendi olanaklarıyla düzenlediği, kongrede sosyal bilimlerin tüm alanlarını kapsayacak biçimde programlanan 94 oturumda 620 bildiri sunuluyor. Türkiye, bölge ve dünya çok zor, tehlikeli bir dönemden geçiyor. Gündemde ekonomik siyasi, jeopolitik krizler var. Ne yazık ki bu krizlerin aşılmasına ilişkin ortada tatmin edici çözüm önerileri, projeler yok. Üstelik hemen her yerde değişen yoğunluklarda, ama özellikle ülkemize, böyle çözüm önerilerinin, projelerin oluşması açısından olmazsa olmaz eleştirel düşünce, araştırmacı, yorumcu gazetecilik ağır ve artan baskılar altında ayakta kalmaya, üretmeye, toplumsal görevini yerine getirmeye çalışıyor.
Eleştirel, özgür düşüncenin ufkunun hızla kararmakta olduğu “vakitlerdeyiz”. Bu kongre, sunduğu özgür tartışma, bilimsel alışveriş platformuyla, bu “karanlık vakitlerde” içeriye ışık girmesine olanak sağlayacak çok ender bir çatlak açıyor. Büyük bir öneme sahip, çok değerli bir gelenek, girişim var karşımızda.
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Bu yıl derneğin tamamen kendi olanaklarıyla düzenlediği, kongrede sosyal bilimlerin tüm alanlarını kapsayacak biçimde programlanan 94 oturumda 620 bildiri sunuluyor. Türkiye, bölge ve dünya çok zor, tehlikeli bir dönemden geçiyor. Gündemde ekonomik siyasi, jeopolitik krizler var. Ne yazık ki bu krizlerin aşılmasına ilişkin ortada tatmin edici çözüm önerileri, projeler yok. Üstelik hemen her yerde değişen yoğunluklarda, ama özellikle ülkemize, böyle çözüm önerilerinin, projelerin oluşması açısından olmazsa olmaz eleştirel düşünce, araştırmacı, yorumcu gazetecilik ağır ve artan baskılar altında ayakta kalmaya, üretmeye, toplumsal görevini yerine getirmeye çalışıyor.
Eleştirel, özgür düşüncenin ufkunun hızla kararmakta olduğu “vakitlerdeyiz”. Bu kongre, sunduğu özgür tartışma, bilimsel alışveriş platformuyla, bu “karanlık vakitlerde” içeriye ışık girmesine olanak sağlayacak çok ender bir çatlak açıyor. Büyük bir öneme sahip, çok değerli bir gelenek, girişim var karşımızda.
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Thursday, November 19, 2015
Umut ve karanlık!
Türkiye’de Suruç ve Ankara katliamları, AKP’nin
seçim zaferi... Cuma gecesi Paris’te gerçekleştirilen hunhar
saldırılar... Sonra siyasal İslamın, “Saldırılar insanları İslamdan soğutmak için yapılıyor”... “Ankara’daki, Suruç’taki, Gaziantep’teki, Şırnak’taki için ne düşünüyorsak Paris’teki eylemler için de aynısını düşünüyoruz” dedirten mantığı... Ortalıkta “umudunuzu kaybetmeyin” diyerek dolaşanlar artık gerçekten sinirime dokunuyor.
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Tuesday, November 17, 2015
‘Bir dünya’ ve ‘ötekisi’
Tüm kültürel etnik farklılıkların çokluğu, tek
bir dünyanın varoluş alanında yaşanıyor. Bu varoluş alanını tanımlayan,
belirleyici “ilişki” de sermaye. Karşılaştığı her “farklı” ekonomik ilişkiyi, “organlarını”
yapıştırarak değiştiren, kendine benzeten; bu farklı ekonomik
ilişkileri ayakta tutan simgesel kodları çözen, bunların içine girerek
önce “hybrid”leştiren, bazen “canavarlaştıran”, sonra silerek yerine kendi kodlarını yazan, farkı yok eden sermayenin dünyası bu...
Bu dünyada yalnızca tek bir uygarlık var. En son örneğini Paris’te gördüğümüz vahşet de bu kapitalist uygarlığın bir ürünü. Daha doğru deyişle ürettiği bir “canavar öteki”si. Bu yüzden karşımızda bir “uygarlıklar çatışması” yok. Kapitalist uygarlıkla, onun içinden çıkan, çıkmaya devam eden bir “canavar öteki” var. Bu yüzdendir ki, bu “canavar”, kapitalist uygarlığın içindeki, tüm insanlara, din, ırk, milliyet ayrımına bakmadan saldırabiliyor: Bu “canavar öteki”ye karşı mücadelede de insanların kendilerini din, ırk, milliyet ayrımı gözetmeden birlikte savunmaları gerekiyor....
Ama nasıl?
Yazının evamını okaumak içn tıklayınız
Bu dünyada yalnızca tek bir uygarlık var. En son örneğini Paris’te gördüğümüz vahşet de bu kapitalist uygarlığın bir ürünü. Daha doğru deyişle ürettiği bir “canavar öteki”si. Bu yüzden karşımızda bir “uygarlıklar çatışması” yok. Kapitalist uygarlıkla, onun içinden çıkan, çıkmaya devam eden bir “canavar öteki” var. Bu yüzdendir ki, bu “canavar”, kapitalist uygarlığın içindeki, tüm insanlara, din, ırk, milliyet ayrımına bakmadan saldırabiliyor: Bu “canavar öteki”ye karşı mücadelede de insanların kendilerini din, ırk, milliyet ayrımı gözetmeden birlikte savunmaları gerekiyor....
Ama nasıl?
Yazının evamını okaumak içn tıklayınız
Monday, November 16, 2015
Paris katliamı... Bir kolaj denemesi
Ben bu yazımda, siyasal İslamın IŞİD kanadının
militanlarının Paris katliamının ayrıntıları üzerinde durmak, beni o
gece sabaha kadar TV5-Fr24 kanalları karşında tutan öfkeden, kederden,
tiksintiden söz etmek yerine, bu olayı içine yerleştirebileceğim bir büyük resmi, çeşitli haber yorum parçacıklarından oluşan bir kolaj üzerinden düşünmeyi deneyeceğim.
Paris’in 11 Eylül’ü
CIA’nın eski başkanı olan George Tenet, geçen hafta, internet dergisi Politico ile yaptığı söyleşide, 2001 yılının bahar aylarından başlamak üzere, George Bush hükümetini, ABD toprağında çok büyük bir saldırı olasılığı konusunda uyarmış olduğunu açıkladı. O zaman CIA’nın terörizme karşı mücadele bölümü başkanı olan Cofer Black, Mayıs 2001’de “saldırıya uğrayacağız. Bu büyük bir saldırı olacak, çok sayıda Amerikalı ölecek”... “Gerçek planların yapıldığı anlaşılıyor” diyormuş. Bush hükümeti bu uyarıları dikkate almamış.
Bu yılın 12 Ekim sayısında Paris Match dergisi, “Fransa’nın ISİS’in birinci hedefi olduğunu”, “11 Eylül çapında bir saldırının gerçekleşeceğine ilişkin uyarıların arttığını” bildirmiş. Paris Match’a göre “İstihbarat servisleri, böyle bir saldırının kaçınılmaz olduğunu söylerken engellenmesinin de olanaksız olduğunu vurguluyorlarmış” (Global Research,14/11/ 2015)
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Paris’in 11 Eylül’ü
CIA’nın eski başkanı olan George Tenet, geçen hafta, internet dergisi Politico ile yaptığı söyleşide, 2001 yılının bahar aylarından başlamak üzere, George Bush hükümetini, ABD toprağında çok büyük bir saldırı olasılığı konusunda uyarmış olduğunu açıkladı. O zaman CIA’nın terörizme karşı mücadele bölümü başkanı olan Cofer Black, Mayıs 2001’de “saldırıya uğrayacağız. Bu büyük bir saldırı olacak, çok sayıda Amerikalı ölecek”... “Gerçek planların yapıldığı anlaşılıyor” diyormuş. Bush hükümeti bu uyarıları dikkate almamış.
Bu yılın 12 Ekim sayısında Paris Match dergisi, “Fransa’nın ISİS’in birinci hedefi olduğunu”, “11 Eylül çapında bir saldırının gerçekleşeceğine ilişkin uyarıların arttığını” bildirmiş. Paris Match’a göre “İstihbarat servisleri, böyle bir saldırının kaçınılmaz olduğunu söylerken engellenmesinin de olanaksız olduğunu vurguluyorlarmış” (Global Research,14/11/ 2015)
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Thursday, November 12, 2015
Ortadoğu ısınmaya devam ediyor
Ortadoğu’da devlet ve toplum yapıları, “erime” noktasına
doğru ısınmaya devam ediyor. Üstelik bu ısınma, yalnızca Suriye, Irak
gibi savaş yaşayan ülkelere, bu savaşlarla ilişkili İran, Lübnan, Ürdün,
Mısır, Türkiye, hatta Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki kısa dönemli
istikrarsızlık olasılıklarıyla da sınırlı değil.
‘Rejim değişikliği’ projesi ama bu kez farklı
Ortadoğu’nun stratejik önemi esas olarak iki özelliğinden kaynaklanıyor.
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız
‘Rejim değişikliği’ projesi ama bu kez farklı
Ortadoğu’nun stratejik önemi esas olarak iki özelliğinden kaynaklanıyor.
(...)
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Tuesday, November 10, 2015
Kapitalizmden sonra ‘yeni-ortaçağ’ mı?
AKP seçimleri “kazandı”, restorasyon projesini
tüm hızıyla, şiddetiyle uygulamaya koymaya kararlı görünüyor. Muhalefet
ise... Gelin, can sıkıcı konularla karşılaştığımızda yaptığımız gibi
konuyu değiştirelim.
Örneğin, The Guardian yazarı Paul Mason’un geçen ay yayımlanan, Post-Kapitalizm: Geleceğe İlişkin Bir Rehber, başlıklı kitabından başlayabiliriz. Mason’un ilgi alanı teknolojik gelişmelerin toplumsal etkileri; “Arap İsyanları” “Meydan İşgali” hareketleri sırasında yorumları da ilgi çekmişti. Mason, kitabında bir adım daha ileri giderek, teknolojik gelişmelerin etkileriyle kapitalizmin, daha insani bir biçime doğru bir mutasyon geçirmekte olduğunu savunuyor.
Mason’un sunduğu modelde sermaye kendi kendine hareket eden bir “şey”;
kapitalizm çökmüyor, sermaye mutasyona uğruyor. Bu kez bu mutasyon artık kapitalizmin ufkunu aşmaya yönelik olarak şekilleniyor. Kitap ilginç, birçok açıdan öğretici, ama enerjisini emeksermaye çelişkisinden almayan, ekolojik, demokratik sınırlardan etkilenmeyen, kapitalizmi aşmaya yönelik bir mutasyona benim aklım yatmıyor. Aksine, yaşanan mali kriz, uzun durgunluk içinde kapitalizmin giderek daha insani değil daha baskıcı, feodaliteyi anımsatan biçimler alacağını, toplumsal ilişkilerin, egemen ideolojilerin, feodalizmin karanlık çağlarını anımsatmaya başlayacağını düşünmek bana daha mantıklı geliyor.
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Örneğin, The Guardian yazarı Paul Mason’un geçen ay yayımlanan, Post-Kapitalizm: Geleceğe İlişkin Bir Rehber, başlıklı kitabından başlayabiliriz. Mason’un ilgi alanı teknolojik gelişmelerin toplumsal etkileri; “Arap İsyanları” “Meydan İşgali” hareketleri sırasında yorumları da ilgi çekmişti. Mason, kitabında bir adım daha ileri giderek, teknolojik gelişmelerin etkileriyle kapitalizmin, daha insani bir biçime doğru bir mutasyon geçirmekte olduğunu savunuyor.
Mason’un sunduğu modelde sermaye kendi kendine hareket eden bir “şey”;
kapitalizm çökmüyor, sermaye mutasyona uğruyor. Bu kez bu mutasyon artık kapitalizmin ufkunu aşmaya yönelik olarak şekilleniyor. Kitap ilginç, birçok açıdan öğretici, ama enerjisini emeksermaye çelişkisinden almayan, ekolojik, demokratik sınırlardan etkilenmeyen, kapitalizmi aşmaya yönelik bir mutasyona benim aklım yatmıyor. Aksine, yaşanan mali kriz, uzun durgunluk içinde kapitalizmin giderek daha insani değil daha baskıcı, feodaliteyi anımsatan biçimler alacağını, toplumsal ilişkilerin, egemen ideolojilerin, feodalizmin karanlık çağlarını anımsatmaya başlayacağını düşünmek bana daha mantıklı geliyor.
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Monday, November 09, 2015
HDP - PKK ilişkisini konuşmalıyız
Kürt siyasi hareketinin HDP -PKK ilişkisi, kanımca artık yönetilemez özellikler sergilemeye başlamıştır.
Gerek, haziran ve kasım seçimlerinin sonuçları arasındaki çarpıcı fark, gerekse bu seçimlerin ardından başlayan tartışmalar, suçlamalar, tüm zorluklarına karşın HDPPKK ilişkisinin artık açıkça konuşulmasını gerektiriyor.
Önce Duran Kalkan’ın, kasım seçimlerinden sonra Cemal Bayık’ın HDP’yi küçümseyen eleştirileri, kendilerine yönelik eleştirilere tepkileri bir başlangıç noktası oluşturabilir.
Belirsizlik- uyumsuzluk artık sürdürülemez
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Gerek, haziran ve kasım seçimlerinin sonuçları arasındaki çarpıcı fark, gerekse bu seçimlerin ardından başlayan tartışmalar, suçlamalar, tüm zorluklarına karşın HDPPKK ilişkisinin artık açıkça konuşulmasını gerektiriyor.
Önce Duran Kalkan’ın, kasım seçimlerinden sonra Cemal Bayık’ın HDP’yi küçümseyen eleştirileri, kendilerine yönelik eleştirilere tepkileri bir başlangıç noktası oluşturabilir.
Belirsizlik- uyumsuzluk artık sürdürülemez
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Thursday, November 05, 2015
Seçimler üzerine üç nokta
(...)
AKP’yi anlamak...
AKP’nin sıradan bir “düzen partisi” olmadığını, iktidardan, seçimleri kaybederek gitmek gibi bir seçeneği kabul etmediğini muhalefet partilerinin artık görmeleri gerekiyor.
(...)
Aynı hataları tekrarlamak üzerine
Daha önce, CHP’nin lider kadrosunun, AKP’yi, etkisinin kaynaklarını anlamakta büyük zorluk çektiklerine, 2015’in ilk genel seçimlerinde kampanyasını hazırlarken ekonomik talepler alanında kaldıklarına, AKP’nin kurduğu kültürel alan hâkimiyetinin bileşenlerini, dolayısıyla hegemonyasının temel yapı taşlarını sorgulamadıklarını işaret ettikten sonra, “Peki sonuç ne oldu” diye sormuştum.
(...)
Bir ‘aydın sorunu’
Diğer taraftan, AKP ve siyasal İslamın “entelijensiyası” bu “alan hâkimiyetinin” ne kadar kırılgan olduğunun ayırdındadır, bu yüzden de çok huzursuzdur. Bu huzursuzluk, biteviye gündeme getirilen “bu ülkede bir aydın sorunu var... aydınlar halkın değerlerine yabancıdır” söyleminde kendini çok açık bir biçimde gösteriyor.
(...)
Yazının tmamını okumak için tıklayınız
AKP’yi anlamak...
AKP’nin sıradan bir “düzen partisi” olmadığını, iktidardan, seçimleri kaybederek gitmek gibi bir seçeneği kabul etmediğini muhalefet partilerinin artık görmeleri gerekiyor.
(...)
Aynı hataları tekrarlamak üzerine
Daha önce, CHP’nin lider kadrosunun, AKP’yi, etkisinin kaynaklarını anlamakta büyük zorluk çektiklerine, 2015’in ilk genel seçimlerinde kampanyasını hazırlarken ekonomik talepler alanında kaldıklarına, AKP’nin kurduğu kültürel alan hâkimiyetinin bileşenlerini, dolayısıyla hegemonyasının temel yapı taşlarını sorgulamadıklarını işaret ettikten sonra, “Peki sonuç ne oldu” diye sormuştum.
(...)
Bir ‘aydın sorunu’
Diğer taraftan, AKP ve siyasal İslamın “entelijensiyası” bu “alan hâkimiyetinin” ne kadar kırılgan olduğunun ayırdındadır, bu yüzden de çok huzursuzdur. Bu huzursuzluk, biteviye gündeme getirilen “bu ülkede bir aydın sorunu var... aydınlar halkın değerlerine yabancıdır” söyleminde kendini çok açık bir biçimde gösteriyor.
(...)
Yazının tmamını okumak için tıklayınız
Tuesday, November 03, 2015
Bu kez Avrupa’ya bakınca...
Bir süredir, neoliberal kapitalizmin artık sürdürülemez bir noktaya geldiğine, ABD-Avrupa merkezli uluslararası “düzenin”,
hem Ortadoğu-Suriye merkezli hem de Uzak Doğu merkezli gerginlikler
altında dağılmaya başladığını düşündüren tartışmaları aktarıyorum.
Önceki pazar günü yapılan Polonya seçimlerini, muhafazakâr, popülist, serbest ticarete, göçmenlere karşı bir “illiberal” partinin kazanması, bu kez Avrupa’nın parçalanma olasılığına ilişkin tartışmaları yoğunlaştırdı.
İlk bakışta, Avrupa Birliği’nin bir gün parçalanması çok abartılı bir olasılık gibi görünüyor. Benimde “hissiyatım” bu yönde. Ancak yakından bakmaya başlayınca, “acaba çok mu iyimserim” diye düşünmeden edemiyorum.
Emareler belirdi...
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Önceki pazar günü yapılan Polonya seçimlerini, muhafazakâr, popülist, serbest ticarete, göçmenlere karşı bir “illiberal” partinin kazanması, bu kez Avrupa’nın parçalanma olasılığına ilişkin tartışmaları yoğunlaştırdı.
İlk bakışta, Avrupa Birliği’nin bir gün parçalanması çok abartılı bir olasılık gibi görünüyor. Benimde “hissiyatım” bu yönde. Ancak yakından bakmaya başlayınca, “acaba çok mu iyimserim” diye düşünmeden edemiyorum.
Emareler belirdi...
Yazının devamını okumak için tıklayınız
Monday, November 02, 2015
‘Yol ayrımında’ beklerken
“Yeniden” seçimlerden bir gün önce, bu yazıyı yazarken Avrupa, ABD, Ortadoğu medyasında “Türkiye’nin bir yol ayrımında” olduğuna
ilişkin bir konsensüs vardı. Ya AKP’nin ilk döneminde sahip olduğu,
kapsayıcı, demokratik- liberal-Müslüman kimliğine, adeta “asrı saadet” dönemine dönülecek ya da Putin, Mübarek yönetimlerine benzeyen otokratik bir rejim kurulacak.
Evet ama yanlış
Türkiye’nin “yol ayrımında” olduğu doğru. Ancak AKP’nin, “asrı saadet” dönemine dönmek en azından iki nedenle olanaksız bir fantezi (aklıma aldatılmışların umutları, Gül’e yapılan yatırımlar, Arınç’ın “gizemli” açıklamaları geliyor): Birincisi, AKP döneminde, özellikle de son 7-8 yılda Türkiye toplumunda, Siyasal İslamı iktidara taşıyan “blokun” kompozisyonunda, devletin yapısını da etkileyen, önemli kültürel, ekonomik, siyasi, dönüşümler oldu. İkincisi, AKP’nin “yanıltıldık” dedirten uygulamalarının kurumsal, kültürel zemini bu “özlenen” dönemdeki dönüşümlerle inşa edildi. Bu anlamda bozulmamış, farklı, dönülebilecek, bir ilk dönem zaten yok.
Yol ayrımı, herkesi susturmayı, devleti, partiyle başkanın kimliğinde, dinci bir mutabakat üzerinde “bir”leştirmeyi amaçlayan, giderek daha çok fiziki ve simgesel şiddete dayanan bir iktidarla, demokratik, laik, kapsayıcı, çoksesli, barışçı, rızaya dayanan bir seçenek arasında.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Evet ama yanlış
Türkiye’nin “yol ayrımında” olduğu doğru. Ancak AKP’nin, “asrı saadet” dönemine dönmek en azından iki nedenle olanaksız bir fantezi (aklıma aldatılmışların umutları, Gül’e yapılan yatırımlar, Arınç’ın “gizemli” açıklamaları geliyor): Birincisi, AKP döneminde, özellikle de son 7-8 yılda Türkiye toplumunda, Siyasal İslamı iktidara taşıyan “blokun” kompozisyonunda, devletin yapısını da etkileyen, önemli kültürel, ekonomik, siyasi, dönüşümler oldu. İkincisi, AKP’nin “yanıltıldık” dedirten uygulamalarının kurumsal, kültürel zemini bu “özlenen” dönemdeki dönüşümlerle inşa edildi. Bu anlamda bozulmamış, farklı, dönülebilecek, bir ilk dönem zaten yok.
Yol ayrımı, herkesi susturmayı, devleti, partiyle başkanın kimliğinde, dinci bir mutabakat üzerinde “bir”leştirmeyi amaçlayan, giderek daha çok fiziki ve simgesel şiddete dayanan bir iktidarla, demokratik, laik, kapsayıcı, çoksesli, barışçı, rızaya dayanan bir seçenek arasında.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Subscribe to:
Posts (Atom)