Monday, December 29, 2014

2015’e Girerken




Yeni bir yıla girerken eskiyenin bilançosunu çıkarmak, geleceğe yönelik birtakım değerlendirmeler yapmayı denemek âdettendir.
Devletlere, ekonomilere bölünmüş de olsa, dünya 20. yüzyılın başından bu yana giderek bütünsel bir sistem özellikleri sergiliyor. Her yıl, o kadar çok, “çok önemli” tanımına uygun olay yaşanıyor ki... “Böyle bir bilançoyu oluşturmaya nereden başlamalı, hangi olayları içine katmalı?”
 
Bir derginin anlam yüklü ölümü
2014’ün, yaklaşık 35 yıl sürecek bir siyasi-ekonomik altüst oluş dönemini başlatan bir savaşın 100. yıldönümü olmasının simgesel yükü altında düşünürken, Amerika’da yayımlanan liberal eğilimli, ünlü The New Republic dergisinde yaşananlar dikkatimi çekti.
The New Republic 1914 yılında, savaş yanlısı liberal entelektüeller tarafından, hem içe dönük bir dış politikayı savunan muhafazakârlara, hem aşırı sola, hem de liberalizmin aşırılıklarına karşı kurulmuş. 
(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, December 22, 2014

‘Hoş Geldin Küba’ -1-



Geçen hafta salı günü Küba Devlet Başkanı Raul castro ile ABD Devlet Başkanı Barack Obama 45 dakika süren bir telefon konuşması yaptılar. Böylece ABD ve Küba arasında diplomatik ilişkiler yarım asır sonra yeniden kurulmuş oluyordu. Çarşamba sabahı kimi tutukluların serbest bırakılmasıyla, bir tür “casus” değiş tokuşu gerçekleşti. Castro ve Obama halklarına hitaben birer televizyon konuşması yaparak bu tarihi gelişmeyi, yeni bir reform sürecinin başladığını açıkladılar.
New York Times olayı “Hoş geldin Küba” başlıklı bir yorumla karşıladı. Brezilya Devlet Başkanı Dilma Roussef de, Mercosur zirvesinde yaptığı bir konuşmada, ABD ve Küba arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasının, ABD sermayesinin Küba’ya girmesini kolaylaştırarak, “uygarlıkta bir değişim” anlamına geldiğini söylemiş (Folha de S. Paulo, 17/12/2014). Folha, haberinde “Brezilya sermayesinin Küba’ya, dışa açılma başlamadan girerek avantajlı bir konum elde etmeyi amaçladığını” da yazıyor.,


‘Normalleşme’
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, December 15, 2014

İki Rapor: Kontrol, Eşitsizlik, İşkence…



Geçen hafta iki rapor yayımlandı. Bunlardan biri, Amerika Senatosu İstihbarat Komisyonu’nun açıkladığı, CIA’nın işkenceleriyle ilgili rapordu. İkincisi de internetin gelişmesini izleyen World Wide Web Vakfı tarafından hazırlanmış WEB İndeks 2014-15 raporuydu. Birincisi malumu ilan ediyordu ama “dünyayı sarstı.” İkincisi, internet kullanımı ilk yayılmaya başladığında büyük bir heyecanla savunulan, “eşitlik, özgürlük getiriyor” iddialarının ne kadar abartılı olduğunu sergileyen “beklenmedik” gelişmelere ilişkindi ama medyada gördüğü ilgi, tek tük yorumcuların köşelerinden öteye geçmedi. 

(...)

İnternet ve düş kırıklığı
WEB indeksi 2014-15 Raporu bence CIA işkence raporundan çok daha önemli. Bu rapor internet ortaya çıktığından bu yana dijital teknolojiye atfedilen “eşitlik, özgürlük” getirme beklentilerinin sınırlarını, düş kırıklığı yaratacak düzeyde ortaya koyuyor.  


(...)

Yazının tamamını okumak için tık layınız 

Monday, December 08, 2014

İstikrarsızlığın İstikrarı Bozuluyor mu?

08 Aralık 2014 Pazartesi
Dört günlüğüne de olsa Londra’nın berbat havasından kurtaracak bir tatil için, İspanya’nın Sevilla kentindeyim. “Bu pazartesi yazımı yazmam” diye düşünüyordum. Ne yazık ki tatile kendimi de götürdüğüm, son günlerdeki gelişmeleri de kafamdan çıkaramadığım için, yazmadan duramıyorum, ama bu biraz tatildeki insanın kaygıyı rüzgâra savurup “yüksekten uçma” eğilimlerini yansıtan bir yazı olacak.

AKP Türkiyesi’nde, AKP’nin II. döneminde başlayan ve giderek hızlanan gelişmeleri bir “istikrarlı istikrarsızlık” durumu olarak tanımlayabiliriz. Böyle bir durumda, istikrarı bozan etkenler değişmeden kendilerini tekrarlarlar. Bu nedenle, “istikrar” bozulmakta olmasına karşın ne yönde ve nasıl bozulmakta olduğu görülebilir. Bir süredir bu “istikrarsızlığın istikrarının” bozulmakta olduğunu, bozulmanın yönünün giderek öngörülemez olmaya başladığını düşünüyorum. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, December 01, 2014

Petrol Fiyatları - Finansal Kriz Tehlikesi

Haziran ayında 110 dolar civarında seyreden ham petrolün varil fiyatının birkaç ay içinde 80 doların altına düşmesiyle birlikte yine tartışmalar canlandı.

Petrol fiyatında ortaya çıkan belirgin, ani değişikliklerin önemli ekonomik, siyasi nedenlerle ilişkilendirilmesi, küresel çapta ortaya çıkacak sonuçları üzerinde spekülasyonların yoğunlaşması kaçınılmaz. Ek olarak, bu kez, dünya ekonomisi 2007 yılında patlak veren bir finansal krizin uzun dönemli sonuçlarıyla boğuşurken petrolün fiyatındaki bu düşüş, yine Amerika’dan kaynaklanacak bir yeni finansal kriz olasılığını gündeme getiriyor. 

Kaygılar, teoriler...

Yazının devamını okumak için tıklayınız 



Monday, November 24, 2014

Ortadoğu Düzeni Çökerken...


Ortadoğu’da düzenin çöküşü giderek hızlanıyor. Ancak, AKP Türkiyesi, siyasi İslamın entelektüellerinin tüm afra tafrasına, liderliğinin “dünya gücü” olma fantezilerine karşın, bu çöküşün içinden güçlenerek çıkacak gibi görünmüyor.
“Bu çöküşten kim güçlenerek çıkabilir?” derseniz benim aklımda şimdilik iki aday var: İran ve eğer liderlikleri ellerindeki kartları iyi oynayabilirlerse Kürtler. Bu çöküşün (ve bu arada AKP Türkiyesi’nin dış politikasının iflasının) sergilemeye başladığı biçimlerden ikisi özellikle önemli. Bunlardan biri IŞİD, diğeri de Filistin-İsrail çatışmasının, bir din çatışmasına dönüşmesi. Bir başka açıdan bakarak, her iki olgunun da ABD’nin bölge politikalarının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. 

İki fiyaskodan bir sürü felaket

(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, November 17, 2014

‘Radikal Türkler’


Geçen hafta Foreign Affaires dergisinin portalına konan “Radikal Türker” (G. Murat Tezcur, S. Çiftçi,) başlıklı makale, liberal entelijansiyada heyecan yarattı; ancak makale liberallerin bildik yanılsamalarını tekrarlamaktan öteye gidemiyordu.

1) Radikaller yoksullardan gelmiyorlarmış!  
(...)

2) ‘Ilımlı İslam’ radikalleşmeyi engellemiyormuş! 
(...)

3) Çözüm ‘sağlıklı sivil toplum’muş  
(...)

Az felsefe çok yarar getirebilir
 
Filozof Simon Crichley, “Felsefe ve siyaset, sırasıyla din ve adalet alanlarında düş kırıklıklarından kaynaklanır”
diyordu. Radikalizmi hemen, buraya; dini anlamlar sistemini ve/veya verili adalet sistemini kökten değiştirmeyi amaçlamak olarak koyabiliriz.
Sonra da bu aforizmayı yeniden şöyle yazmayı deneyebiliriz:
“Egemen seküler felsefe- anlamlandırma sistemi alanında düş kırıklığı yaşayan dine, liberal demokrasinin adalet kavramıyla düş kırıklığı yaşayan dinle en yakın ilişki içindeki siyasete yöneliyor.” 


(...)

Yazının tümünü okumak için "tık"layınız  
  

Monday, November 10, 2014

ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin Zaferi Üzerine Düşünceler




Geçen hafta salı günü Cumhuriyetçi Parti hem meclisin hem de senatonun kontrolünü eline geçirdi. Obama yönetimi, 2016 Başkanlık seçimlerine kadar sürecek zor ve belirsiz bir döneme girdi. 

Yorumcuların büyük çoğunluğu, Obama’nın bir “topal ördek” başkan olacağını, kendisinden önceki başkanların ikinci dönemin sonuna doğru yaptıkları gibi, içerde yasama organında karşılaşacağı sıkıntılardan, dışilişkilerdeki sorunlar üzerinde yoğunlaştırarak kurtulmaya çalışacağını düşünüyorlar.
Dünyada çok kritik ekonomik ve siyasi sorunların birikmeye devam ettiği bir dönemde, ABD’de yasama ve yürütme organları arasında oluşan bu yeni dengenin iç ve dış politikada yaratabileceği etkiler de yoğun biçimde tartışılıyor. 
(...)

‘Çift hükümet’
Council on Foreign relations üyesi, yıllardır çeşitli meclis komisyonlarına danışmanlık yapan, anayasa profesörü Michael Glennon, geçen hafta Financial Times’ta da tanıtımı övgüyle yapılan “Ulusal Güvenlik ve Çift Hükümet” başlıklı kitabına, “dünya olaylarını izleyenler Obama yönetiminin birçok ulusal güvenlik konusuna yaklaşımının esas olarak Bush yönetimininkinden farklı olduğunu düşünecektir” cümlesiyle başlıyor. Ben kitabı yeni okumaya başladım. Edvard Luce’un tanıtma yazısından da yararlanarak aktarırsam, Glennon, ABD’de esas olarak biri hiç değişmeyen, öbürü seçimlere gidip gelen iki hükümet olduğunu savunuyor; ayrıntılı, “akademik olarak güçlü” analizlerle ve örneklerle, ister parlamento, ister Kongre seçimlerini kim kazanırsa kazansın, bunların hiç değişmeyen bir aparatın elinde kukla olmaktan öteye geçemediklerini gösteriyor.


Yazının tamamını okumak için "tık"layınız 

Monday, November 03, 2014

Yeni ‘Model’ Ülke




AKP Türkiyesi’ni unutun. Ortadoğu’nun, Arap dünyasının hatta Müslüman dünyanın örnek alması gereken yeni ülke, her şeyi çok bilen liberal-muhafazakâr “kanaat önderlerine” göre şimdi Tunus. 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, October 27, 2014

Uzun Dönemli Dengelerde Bazı Gelişmeler…


Kapitalizm krizde kendini yeniden düzenler. Bu kez de öyle oluyor. Batı’nın sırasıyla İngiltere, ABD hegemonyaları altında şekillenen 150 yıllık egemenliğine dayalı dengelerde Çin’in yükselmesine bağlı olarak önemli gelişmeler yaşanıyor.
The National Interest’de, 1992’de yayımlanan “The West and the Rest” başlıklı makalesiyle, Asya’nın yükselme döneminin başladığını vurgulayarak uluslararası alanda üne kavuşan Singapurlu diplomat, akademisyen Kishore Mahbubani, geçen hafta aynı dergiye verdiği bir demeçte “Çin ekonomisi bir numara olacak, bunun gerçekleşmesini engellemek için yapabileceğiniz hiçbir şey yok” diyordu.
Çin Başbakanı Li Keqiang’ın Almanya, Rusya ve İtalya ziyareti vesilesiyle, bu tartışmalar daha da yoğunlaştı. Financial Times da bu ayın başından bu yana “İpek Yolu” başlığı altında, Çin’in ekonomik büyüme potansiyellerini, dünya ekonomisi üzerindeki etkilerini, Avrupa ile ilişkilerini araştıran denemeler yayımlıyor.
Bu tartışmaları iki başlık altında toplamak olanaklı. Çin ekonomisinin sergilediği yüksek büyüme hızının geleceği. Çin’in dünya ekonomisinde, politikasında artan etkisi. 

Benzersiz bir büyüme performansı...
(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, October 20, 2014

Piyasalarda ‘Panik Atak’























Geçen hafta çarşamba günü ABD ve Avrupa borsalarında dalgalanma (korku) endeksi (VIX) birden tavana çarptı. Borsalar hızla düştü. Cuma günü biraz rahatlayıp toparlandılar. Piyasaların bu durumu adeta bir madde bağımlısının, satıcısı randevusuna geç kalınca, önce eyvah ya polise yakalandıysa, ya gelmezse telaşıyla bir “panik atak” yaşamaya sonra satıcının “geliyorum merak etme” mesajını alınca rahatlamaya başlamasına benziyor. 
(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınz 





Monday, October 13, 2014

‘Realite Sorunu’ - ‘Kaos Lobisi’



AKP liderliğinin, akıl hocası entelijansiyanın teorik ideolojik donanımları, realitenin doğru bir resmini zihinlerinde oluşturmaya yetmiyor; bu çarpık resim, maddi realiteyle çelişince de türlü davranış bozuklukları ortaya çıkıyor.
Bu bozuklukların örnekleri saymakla bitmez, Cumhurbaşkanı’nın “Olayların Kobani ile ilgisi yok” sözlerini, Başbakan’ın “Gerekli talimatlar verildi ve teröristler bir iki saat içerisinde cezalandırıldılar” açıklamasını (artık Başbakan emrediyor, insanlar yargılanmadan cezalandırılıyor) anımsamak yeterli. AKP yazarları da “faiz lobisi”, “paralel”den sonra şimdi de dillerine “kaos lobisi” diye bir şey doladılar. Ne ki, bu “kaos lobisi”, realiteye onların sandığından daha yakın. Ama, onların sandığı gibi değil. 


Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, October 06, 2014

Ebola Salgını Yayılıyor




Öldürücü ebola salgını yayılmaya devam ediyor. Tam bu sırada hac mevsimi başladı; çeşitli ülkelerden yaklaşık 2-3 milyon Müslüman beş gün için Mekke’de toplanıyor. Suudi Arabistan, hac boyunca ebola riski olmadığını söylüyor. Ancak, bu son salgına yakından bakınca kaygılanmamak elde değil. 

3000’den fazla kurban ve artmaya devam ediyor
Bu son ebola salgını, mart ayında Gine de patlak verdi. O günden bu yana esas Gine, Monravia, Liberya, Sierra Leon, Nijerya, Senegal, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Gabon’u etkileyen, Amerika’ya sıçrayan salgının esas olarak Batı Afrika’da yoğunlaştığı görülüyor. Ancak geçen hafta ABD’de Dallas’ta bir vaka görüldü; hastanın ailesi evlerinde karantina altına alındı; Washington’da da bir hasta olduğu söyleniyor (Foreign Policy, 03/10). Ugandalı bir doktorun da tedavi için Almanya’ya getirildiği bildiriliyor.
Ebola virüsü ilk kez 1976 yılında, Zaire’de Ebola Nehri yakınında saptanmıştı. Bu son salgın, esas olarak kırsal topluluklarda patlak veren önceki ebola salgınlarından önemli farklılıklar sergiliyor. Birincisi ilk kez kentsel, nüfus yoğunluğu yüksek alanları etkilemeye başlamış olmasından dolayı öldürme oranı, hastaya bakılmazsa yüzde 90’a, bakılırsa yüzde 70’e ulaşabilen bu virüs salgını mart ayında patlak verdiğinden bu yana, 7 bin 500 kişiye bulaşmış, bunlardan 3 bin 400’ü ölmüş.
ABD Salgın Hastalıklar Merkezi kaynaklı, geçen hafta Londra’da toplanan uluslararası ebola zirvesinde de tekrarlanan bir açıklamaya göre, bu hastalık henüz denetim altına alınamadı, denetim altına alınana kadar ölü sayısı hızlanarak artacak; eğer gereken önlemler zamanında alınamazsa, etkilenen insan sayısı Şubat 2015’e kadar 1.4 milyon kişiye ulaşacak. Bu potansiyel olarak, son tahlilde bir milyondan fazla kurban anlamına eliyor. Bu öngörüler, virüsün mutasyona uğramadığını, vücut sıvıları yoluyla bulaşan şimdiki yapısını koruyacağını, mutasyona uğrayarak havadan bulaşan yeni bir ebola türüne dönüşmeyeceğini varsayıyor.
Bu iyimser bir varsayım; çünkü...
(...) 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Monday, September 29, 2014

AKP’nin IŞİD Politikası Korkutuyor


AKP yönetiminin IŞİD ilişkileri doğası gereği başımıza büyük belalar açmak üzere...
AKP ve IŞİD, Osmanlı-Arap dünyasının 500 yıl önce Batı’nın gerisinde kalmaya başlamasında etkin olan bir “geçmişe bakış” eğilimini, “ecdadımız” söylemini paylaşıyorlar. AKP IŞİD’le ilgili en önemli sorunun ayırdında değilmiş gibi davranıyor. AKP, IŞİD’e karşı savaşan koalisyona katılıyor ama Türkiye içinde IŞİD’in kadroları, yaygın bir sempatizan kitlesi ve ilişkiler ağıyla varlığını koruyor. AKP kadroları ve entelektüellerinin “realiteyle” ciddi sorunları var. Sık sık kendi fantastik dünyalarına kaçmayı tercih edebiliyorlar. 

‘Cahilliğin keşfi’
Yaklaşık 500 yıl öncesine kadar Yahudilik, Hıristiyanlık Müslümanlık, Budizm gibi dinler, bilinmesi gereken en önemli şeylerin bilgisinin, ya kutsal kitap ya da geçmişin bilgeleri tarafından bize verilmiş olduğunu düşünüyorlardı. 15. yüzyılda Avrupa’da yaşayanlar, kutsal kitabın sınırlarını aşan şeyler olduğunu, bunları bilmediklerini, bu sorunun üzerinde düşünmeye başlayınca da ne kadar cahil olduklarını keşfettiler. 
(...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, September 22, 2014

Demokrasi mi, güvenlik mi?

Önceki pazartesi yazımda, Henry Kissinger’in, “Batı” ürünü eski düzenin dağılmakta olmasına ilişkin iki denemesine değinmiştim. Bunlardan, Sunday Times’da yayımlanan “World in flames” (Dünya Alevler İçinde) başlıklı, siyasal İslam ve Ortadoğu üzerinde yoğunlaşanında rastladığım bir ifade, bana son yıllarda, “demokrasi” ile “özgürlükler”, “istikrar” arasındaki bağlantı üzerinde sürmekte olan bir tartışmayı anımsattı. Kissinger’in de bu tartışmaya dolaylı olarak katılmakta olduğunu düşündüm.

‘Bir devlet çöktüğünde’
(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, September 01, 2014

Kazananı Olmayan Bir ‘Savaş’



Ortadoğu garip bir yer: Gazze’de 7. ayın 7’sinde başlayan savaşın 7. haftası biterken taraflar arasında ateşkes imzalandı. Ateşkes akşamüstü saat 7’de başladı. Hamas savaşın ilk haftasında, Türkiye ve Katar’ın baskısıyla reddettiği ateşkes koşullarını 7. haftada kabul ederek 2012’nin ateşkes koşullarına, kısacası başa döndü. İsrail bu savaştan ne elde etti? O da belirsiz. İyi de peki Gazze de ne oldu? Taraflar, aynen fıkradaki gibi “bu pisliği neden yediler”?

Bu sorunun cevabını ben bilmiyorum. Ancak, ortaya çıkan durum üzerinde düşünmekte yarar var. Ne de olsa, Ortadoğu yine hızlı bir değişimin içinde. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, August 25, 2014

IŞİD Üzerine Spekülatif Düşünceler



Ben paranoyak olabilirim ama bu birilerinin beni izlemediği anlamına gelmez.” Bu sözü, gazeteci James Foley’in, kamera önünde, vahşice, İngiliz aksanlı bir yaratık tarafından boğazı kesilerek öldürülmesinin ardından, geçen hafta, çarşamba günü, Obama’nın, Dışişleri Bakanı Kerry’nin, perşembe günü Savunma Bakanı Hagel ve ABD ordusunun başı General Dempsey’in konuşmaları, Bush dönemi “neo-con” yazarların en şahinlerinden Krauthammer’in, etkili muhafazakâr yazar Noonan’ın, sırasıyla Washington Post ve Wall Street Journal gazetelerindeki yorumları üzerinde düşünürken anımsadım. 

Bana, ABD, Ortadoğu’da IŞİD sayesinde kendine, inisiyatifi yeniden ele almasına olanak sağlayacak bir işlev yaratmaya başladı gibi geliyor. Dedim ya, “ben paranoyak olabilirim ama”...


Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, August 18, 2014

Zengin, Yoksul, Polis




Fukuyama, bir söyleşide (Merrill Lynch, Nisan 2001), “Amerika dünyadaki en ileri kapitalist toplumdur, kurumları piyasa güçlerinin mantıksal evriminin ifadesidir... Küreselleşmenin motoru piyasa güçleri olduğuna göre, küreselleşmenin Amerikanlaşmayı getirmesi kaçınılmazdır” diyordu.
Bakû’da Avrasya Sosyal Bilimler Forumu başlıklı bir konferanstaydık (Ekim 2012). Azerbaycanlı bir ekonomi profesörü sunuşunda “bize geleceğiniz piyasa ekonomisi, küreselleşme dediler. Oraya geldik peki buradan nereye gideceğiz?” diye soruyordu. 


“Bir türü anlamak için o türün en gelişmiş biçimine bakmak gerekir” ilkesi üzerinden, Fukuyama’ya dönersek, bugünün kapitalizmini, gitmekte olduğu yönü daha iyi anlamak için, Amerika’ya bakabiliriz diye düşünüyorum. 


Yazının tamamını okumak için "tık"layınız 

Monday, August 11, 2014

Kambur Kambur Üstüne





Dünya ekonomisi kapitalizmin yapısal krizinden çıkamıyor. Bir süredir benim de yazılarımda aktarmaya çalıştığım gibi, “yeni bir mali kırılma mı geliyor?” tartışmaları yoğunlaşıyor. Geçen hafta bunlara, jeopolitik risklere ilişkin tartışmalar da eklendi. Bu tartışmalara katılan yorumcuların hemen hepsi, genelde dünya ekonomisinin, özelde Avrupa ekonomisinin bir jeopolitik şoka karşı çok kırılganlaştığı konusunda anlaşıyorlar. Tüm bunların yanı sıra, “küreselleşme” olgusunun geleceği de sorgulanıyor. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, August 04, 2014

‘Yeni Normal’




I. Dünya Savaşı 1914’te, geçen hafta başladı. İki yıldır, yoğun bir biçimde “yine olur mu” sorusu tartışılıyor. Dün ile bugün arasındaki benzerliklere işaret ediliyor. Yedi yıldır, “büyük durgunluk”, “uzun dönemli kalıcı düşük büyüme ortamı”, “deflasyon”, “gelir dağılımı adaletsizliği”, “kitlesel ayaklanma” konuları büyük ilgi çekiyor. 11 Eylül saldırısının ardından, “imparatorluk”, “liberal emperyalizm” “koruma sorumluluğu” ekleriyle olumlu vurguyla konuşulmaya başlanmıştı. Ukrayna’da Maidan Ayaklanması, Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi, şimdi de “iyi huylu ulusalcılık”tan söz ettiriyor. 

‘Yeni ortaçağlar’
Ohio Üniversitesi’nden Prof. Randall L. Schweller, “Entropi Çağı” başlıklı yazısında “yeni dünyanın artık bir düzeni olmayacağını” savunuyordu (Foreign Affaires,16/06/). Geçen hafta Los Angeles Times’da yayımlanan ilginç bir yorum, “Yeni normal küresel kaos” saptamasını yapıyordu. (Doyle McManus, 29/07/2014.) 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, July 28, 2014

Emperyalizm mi Dediniz?




Ukrayna iç savaşı sürerken bir yolcu uçağının düşürülmesi, karşılıklı suçlamalara yol açtı, tansiyon daha da yükseldi. Geçen hafta bu suçlamaları okurken rastladığım kimi ifadeler bana emperyalizm kavramının, büyük güçler arası ilişkilere vurgu yapan ilk klasik tanımını anımsattı; anımsayınca da Ukrayna’da yaşananların, küresel boyutunu daha iyi kavramaya başladım. 

‘Evcilleştirmek’, ‘Ehlileştirmek’, ‘Sıkıştırmak’, ‘Açmak’

(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, July 21, 2014

Bu Gidiş Nereye?




Açıklanması zor garip olaylar giderek sıklaşmaya başladı. Adeta, yüz yıl sonra yine dünyanın “dibi çıkıyor”. İnsan “bu gidiş nereye?” diye düşünmeden edemiyor. 

Ortadoğu’dan başlayalım
Ortadoğu’da kaos geçen hafta konuştuğumuz yönde, yeni gariplikler sergileyerek yayılıyor. 
(...)

Ukrayna ile devam edelim
Geçen hafta bir Malezya yolcu uçağı, Ukrayna’da iç savaşın sürmekte oluğu bölgenin hava sahasından geçerken, karadan atılan bir füzeyle vuruldu, uçaktaki yolcuların, görevlilerin hepsi öldü.


(...)

BRICS Bankası
Batı’nın, Ortadoğu ve Afrika’da, Doğu Avrupa’da her fırsatta ABD projelerine karşı çıkan Putin yönetimini baskı altına alma çabalarıyla uyumlu bir gelişme olan bu son “gariplik” yaşanırken dünya ekonomisi yeni bir mali kurum “kazandı”.  


(...)

Yazının tamamını okumak için "tık"layınız 

Monday, July 14, 2014

Ortadoğu’da Kaos ve Garip İşler




Sünni Şii çatışması sertleşiyor. Irak parçalanıyor. Suriye’de rejim, kendine güvenlikli bir bölge kurarak bölünmeye zemin hazırlıyor. Kürtler kendi devletlerini kuruyor. Cihatçı hareket, geniş topraklar, kritik enerji kaynakları üzerinde, İslam Devleti adıyla bir halifelik ilan ediyor, bölgedeki ülkelerin sınırlarını tanımadığını açıklıyor. Lübnan’da Hizbullah, gittikçe güçlenen bir Sünni, cihatçı hareketle karşı karşıya kalıyor.

Tam bu sırada Gazze’de Hamas’la İsrail arasında, yaklaşık iki yıldır süregelen göreli çatışmasızlık durumu bozuldu. İsrail uçakları Gazze’yi bombalıyor. Cumartesi sabahı medya, Gazze’de ölü sayısının, önemli bir kısmı kadınlar ve çocuklar olmak üzere, 114’e ulaştığını yazıyordu. Buna karşılık Hamas ve Gazze’deki diğer gruplar İsrail’e erişimi 130 km’ye kadar uzanabilen füzelerle saldırıyorlar. Henüz bir can kaybı yok, ama füzelerin nükleer santralın bulunduğu kente ulaşmaya başlaması, İsrail halkı arasında yayılmakta olan paniği derinleştiriyor. Ancak, ne İsrail ne de Hamas açısından çatışmaların yeniden alevlenmesinin nedenini, zamanlamasını anlamak kolay. Burada İsrail-Filistin sorununu aşan bir gariplik var.

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, July 07, 2014

İslam Dünyasında Büyük Paradoks




Dünyada yaklaşık 1.2 milyar Müslüman var. Geçen hafta yayımlanan bir uluslararası eğilimler raporu, Müslümanların büyük çoğunluğunun, kökten dincilikten (“aşırı” akım ve yorumlardan) yana olmadığını gösteriyor. 

Diğer taraftan Afrika’dan Ortadoğu’ya, El Kaide türevi cihatçı örgütlerin siyah bayraklarının giderek daha yoğun biçimde dalgalandığını, bu “örgütlerin”saldırılarında, ölenlerin, kaçırılıp tutsak alınanların sayısının artmakta olduğunu görüyoruz. Son dönemde, üç İsrailli genç kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldı, sonra cesetleri bulundu. Bir Filistinli genç kaçırıldı, onun da cesedi bulundu. IŞİD adlı örgüt, etkinliklerini Suriye’den Irak’a kaydırdı, Musul’u aldı ve ramazan başlarken, örgütün lideri kendini halife ilan etti; IŞİD’in adı, tüm dünyayı potansiyel toprağı kabul eden bir İslam Devleti (İD) olarak değişti. ABD ve İngiltere’de havaalanlarında yine güvenlik alarmı verildi; medyada terörist saldırı olasılığı paranoya hızla artmaya başladı. 

Tüm bunlar olurken kökten dinciliğe karşı olduğunu iddia eden büyük Müslüman çoğunluğun, bu “çoğunluğun” entelektüellerinin bu kökten dinci akımların yarattığı ve çoğu zaman yaşamlarını altüst eden kaos, terör, yıkım karşısında öfkelendiğine, dehşete düştüğüne ilişkin kayda değer bir belirti yok. Paradoks işte burada! 
Bu büyük çoğunluk, kederli gözlerle, bu şiddetin kurbanlarına bakarak “Ama bu İslam değil ki. Bunlar Müslümanları temsil edemez ki. Bunlar Müslümanlığa zarar veriyor” diye söylenerek savunmaya geçmeye çalışıyor. Diğer taraftan, ne zaman, İslam dininin dışından birinin, Müslümanlığa saygısızlık ettiği, Müslümanlığı kötü tanıttığı iddia edilse bunlar kolaylıkla sokaklara dökülerek siyah bayraklı militanlarla birlikte kitlesel protesto gösterileri sahneleyebiliyor.

Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Monday, June 30, 2014

1914-2014





Cumartesi günü, ben bu satırları yazarken, Saraybosna’da bir suikast gerçekleşti... 1914 yılında.

Bu suikast, dünyanın çehresini değiştirecek bir süreci tetikledi.
(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Monday, June 23, 2014

‘IŞİD’ Neyin ‘Semptomu’




IŞİD’in aniden Ortadoğu’da gündemin başına oturmasını askeri başarılarına, gaddarlığına, modern teknolojiyi başarıyla kullanmasına, Irak Sünnilerinin isyanına bağlayabiliriz ya da daha geniş bir açıdan bakarak tüm İslam dünyasını kapsayan, Avrupa’ya kadar uzanan bir “durumun” semptomu olarak düşünebiliriz. 

Ortadoğu’da taşlar yerinden oynadı
Bu “durumu” şekillendiren dört etkenden söz edebiliriz. 1 - Kapitalizmin krizi içinde sermayenin, malların dolaşımında, metalaşma sürecinde yaşanan ani hızlanmanın ekonomik, kültürel etkileri. 2 - ABD’nin Irak’a girmesiyle bölgede sınırların geçirgenleşmeye başlaması. 3 - Tarihi Şii-Sünni çatışmasının tetiklenmesi; 4 - Hem “ulusalcı-laiklik” denen bir şeye, baskıcı rejimlere hem de “aşırı” kabul edilen akımlara karşı gündeme gelen “Ilımlı İslam” projesinin iflası. Bunlara kısaca bakalım. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, June 16, 2014

Bazı Saçmalıkların Sonu





IŞİD’in Musul’u alması ve Bağdat’a doğru ilerlemeye devam etmesiyle birlikte Ortadoğu’da tarihin akışı birden hızlandı. Böyle anlarda gelişmeleri olurken tanımlamak belki kolay, ama sağlıklı bir biçimde yorumlamak çok zor.

Hızla değişen görüntülere bakarken ilk anda şunu düşündüm: Günümüzün koşulları bırakın “Yeni Osmanlı” saçmalıklarına, modern imparatorluk hayallerine, “realiteyi biz yapıyoruz” saçmalıklarına yaşam hakkı tanımıyor. Ancak bu saçmalıklar, yok olana kadar ülkelerin, insanların yaşamlarını altüst etmeye, insani felaketlere yol açmaya devam ediyorlar. 
(...)

yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, June 09, 2014

Dünyanın V. Köşesi




Geçen hafta, Financial Times’da, Philip Stevens’in “Xi (Çin Devlet Başkan) ve Putin (Rusya Devlet Başkan) Batı hakkında gerçekten ne düşünüyorlar” başlıklı yorumuna eşlik eden karikatürde, ön planda Xi ve Putin dünyayı birbirlerine top gibi atıp tutuyorlar, arka planda daha küçük boyutta çizilmiş Obama ve Merkel de aradan çıkıp bu topu yakalamaya çalışıyorlardı. Bu yorumda dünya dört köşeli olarak betimleniyor. Bu dört güç arasındaki ilişkiler önümüzdeki dönemde dünya siyasetinin dinamiklerini, halklarının yaşamlarını belirleyecek gibi görünüyor. Bence bu resim eksik, dünyanın bir köşesi daha var: Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar geniş bir bölgeyi ateşe veren, Avrupa’da siyasi iklimi etkileyen İslamcı hareket.

‘Sistemik düzensizlik dönemi’ 
İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, geçen hafta Chatam House’da gerçekleştirilen Londra Konferansı’nın açış konuşmasında, “Dünyanınyaşamakta olduğu geçici bir istikrarsızlık dönemi değil. Dünya sistemik bir düzensizlik dönemine girdi” saptamasını yapmıştı.

Monday, June 02, 2014

Fransa’da Tanıdık Bir Tartışma

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin Fransa ayağında, aşırı sağcı (faşist) Ulusal Cephe (FN) partisinin yüzde 25 oy oranıyla birinci gelmesi, medyaya “şok dalgası”, “deprem” gibi kavramlarla yansıdı.
Bu sonuçları izlerken, bizim açımızdan çok tanıdık bir tartışma dikkatimi çekti. Özellikle “Gezi Olayı”nın yıldönümünde bu tartışmayı paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm. 

Entelektüellerin ihaneti
Jean Birnbaum, Le Monde’da “Ces intellectuels qui dédiabolisent le FN” (sanırım şöyle çevrilebilir: “FN’nin kirli imajını yıkayan entelektüeller”) başlıklı yorumunda, “FN’nin önlenebilir yükselişini anlamaya çalışan tarihçiler, FN’nin kirli imajını yıkayan entelektüellerin rolünü de ortaya koymak zorunda kalacaklar” diyor.
İlericilik adına yazan kimi entelektüeller, solun antifaşizm “saplantısı” olarak gördükleri şeye karşı bir kampanya yürütmüşler.

Yazının tamamını okumak için "tık"layınız 

Monday, May 26, 2014

‘Eski Düzenin’ Tabutuna Son Çiviler mi?

Ukrayna krizi Batı ittifakının, ABD liderliğinin zaaflarını gözler önüne serdi, busarsıntı sürerken Rusya ile Çin arasında, Foreign Policy dergisinin sevinçle “İmzalanmayan anlaşma” yorumunu yapmasından birkaç saat sonra gerçekleşen enerji anlaşması, bu görüntüyü daha da netleştirdi.

(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, May 19, 2014

Felaketin İçine Bakınca…

Aslında Avrupa Birliği parlamento seçimleri, muhafazakâr The Daily Telegraphgazetesindeki yazarın “1930’ların çizmelerinin yeniden Avrupa’da yürüdüğünüduyuyorum” saptaması üzerine yazmayı planlıyordum. Soma felaketi her şeyi değiştirdi. Zaten Soma felaketi kapsamında yaşananlar çizme seslerinin bize de uzak olmadığını gösteriyordu... 

Türkiye ve dünya basını Soma felaketini anlamaya çalışan yazılarla dolu. Ben bir adım geri çekilip bu felaketin yarattığı çatlaktan bakarak Türkiye’yi anlamaya çalışacağım. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Monday, May 12, 2014

Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde Irkçı Partiler Korkutuyor

Almanya Anayasa Mahkemesi’ne göre, “henüz gerçek anlamda bir parlamento değil” ama Der Spiegel,AB için yapılan planların, önerilerin yüzde 90’ının Avrupa Parlamento’sunun onayını gerektirdiğini”, kararları etkilemek için çalışan 20 bin lobiciyi anımsatarak “sandığınızdan daha da önemlidir” diyor. 1992 Maastricht Anlaşması’ndan bu yana, Amsterdam, Nice, Lizbon anlaşmaları Avrupa Parlamentosu’nun yetkisini neredeyse tüm politika alanlarını kapsayacak biçimde artırdı. Dışişleri Komisyonu Başkanı Elmar Brok, Avrupa’da artık biz olmadan hiçbir karar alınamaz” diyor (Spiegel, 08/05/2014).

Öyleyse “AB’nin geleceği en azından yönetişim açısından istikrara kavuşmaya başlamış” diye düşünmek olanaklı. Ancak 22-25 Mayıs arası yapılacak seçimlerde ortaya çıkması beklenen sonuçlar bu iyimserliği zorlayacak gibi görünüyor. 

Ekonomik kriz ve Avrupa’nın karanlık yüzü

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN "TIK"LAYINIZ 

Monday, May 05, 2014

ABD’nin Çin Korkusu

Geçen hafta, ABD Devlet Başkanı Obama, Güney Kore, Filipinler, Japonya ve Hindistan’ı kapsayan (Çin’e uğramayan) bir Asya gezisi gerçekleştirdi.
Aynı günlerde, Dünya Bankası bünyesinde çalışan Uluslararası Karşılaştırmalar Programı (ICP), Satın Alma Gücü Paritesi (PPP) üzerinden yaptığı hesaplarda, Çin ekonomisinin bu yıl ABD ekonomisini geçerek dünyanın en büyük ekonomisi düzeyine ulaşacağını gösterdi. Ajans France Press’in aktardığına göre, Çin bu bulgudan hiç hoşnut olmamış, yayımlanmasını engellemeye çalışmış. Deng Şiaoping’in tavsiyesi geliyor aklıma: “Parlaklığını gizle, karanlıkta kalmanın tadını çıkar.
Bu iki gelişme, ABD’nin Çin korkusunu yansıtan tartışmaları canlandırdı. 

Çin’i tecrit etme projesi...
Çin’in bir ekonomik güç, siyaset aktör olarak yükselmesi, Washington Post’ta Ishaan Thoroor’un kısaca özetlediği gibi (25/04/2014), ABD’yi esas olarak üç alanda korkutuyor.

(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, April 28, 2014

Filistin’de Birlik ve Barış Süreçleri İç İçe

Hamas’la Filistin Kurtuluş Örgütü geçen hafta çarşamba günü imzaladıkları anlaşmayla, İsrail ile görüşmeleri sürdürecek bir birleşik yönetim oluşturma yolunda önemli bir adım attılar. Filistin halkını tek bir yönetim altında birleştirmeyi amaçlayan, barış görüşmelerinde de belirsizliği azaltabilecek bu gelişme, İsrail ve ABD yönetimlerinde panik yaratmışa benziyor. ABD yönetimi düş kırıklığına uğradıklarını” açıkladı. İsrail Başbakanı Netanyahu, Filistin Yönetimi Hamas’la mı barış yapacak yoksa İsrail ile mi” dedi “Barış görüşmelerini” askıya aldı.

Hamas’ın faydaları 

(...)

Monday, April 21, 2014

‘Kapitalizm İyi, Kapitalistler Kötü’

Mali kriz, “Büyük Durgunluk”, neo-liberal modelin tükendiğini gösterdi. Yeni bir model arayışı, bir belirsizlik, ekonomi politikası tartışmalarının merkezine oturdu. Beş yıl önce “Büyük Durgunluk” başlarken, Reinhart & Rogoff (This Time is Different, 2009) büyük yankı uyandırmıştı.

Dünyanın hemen yer yerinde kitleler, düzene yönelik öfkelerini protesto eylemleriyle dile getirmeye, kapitalizme yönelik bir tepkinin yeniden tarih sahnesine çıkma olasılığını yaratmaya başlayınca, dikkatler “gelir dağılımı”, “zengin-yoksul” ikilemi üzerinde yoğunlaştı. Thomas Piketty’nin pazartesi yazımda kısaca değindiğim “21. Yüzyılda Sermaye” başlıklı çalışmasının büyük yankı uyandırmasının nedeni bu.

Hafta içinde, “hak ettiği değerlendirmeyi” yapabilmek için Piketty’nin kitabı üzerine yazılanları okudum (Krugman, Martin Wolf, Will Hutton, Branko Milanovich, James K. Galbraighy, Michael Roberts, The Economist, Jacobin, Monthly Review) kitabın orasını burasını kurcaladım; sonunda, Piketty’nin bu kadar yankı uyandıran kitabının aslında birkaç paragrafta kolaylıkla özetlenebileceğini düşündüm, “yankı” sözcüğü de aklıma Lenin’in, “gereğinden fazla boş bir fıçı gibi ses çıkarıyor” ifadesini getirdi. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Monday, April 14, 2014

Bir Dönüşümün Eşiğinde -I

Son yıllarda dünyanın saygın kurumlarının yayımladığı bilimsel araştırmalar, kapitalist uygarlığın bir dönüşümün eşiğinde olduğunu düşündürüyor. 

Geçen haftalarda, pazartesi ve çarşamba yazılarımda sizlere biri uygarlığın geleceği, diğeri küresel ısınma ve iklim değişikliği üzerine iki önemli, birbiriyle yakından ilgili araştırmanın çok kritik bulgularını aktardım. Bu kez, dünya ticaret kalıplarında geçen 10 yılda hızlanan değişime ilişkin, adeta yukarıdaki iki raporun çizmeye başladığı resmi tamamlayan bir üçüncü çalışmadan söz etmek istiyorum.


Yazının devamini okumak için tıklayınız

Monday, April 07, 2014

Geçen Haftanın En Önemli Olayı

Bence, geçen haftanın en önemli olayı, Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (HAİDP) yayımladığı rapordu. Rapor, yıllardır konuşulan küresel iklim krizinin açlığasu baskınlarına, orman yangınlarına,salgın hastalıklara ve hatta savaşlara yol açan etkileriyle birlikte artık kapıya dayandığını belgeliyor.

Yarın değil, şimdi 
Yakın zaman kadar küresel iklim krizi, “gelecekte”, yüzyılın sonuna doğru gerçekleşecek bir şey olarak tartışılıyordu: Önlem alınmazsa şunlar olacak, bunlar olacak filan... Birleşmiş Miletler, ilk ilkim değişikliği raporunu 1990’da yayımladı. O günden bu yana yayımlanan raporların tonu, “uluslararası topluluk”, G-20 grubu BM üyeleri, “büyük güçler”, devletler alınması gereken önlemlerde anlaşamadıkları, anlaşsalar bile uygulamadıkları için gittikçe kötümserleşti. 

(...)


Monday, March 31, 2014

Godot geldi galiba



(BUGÜN YAZIM PORTALA KONMADIĞI İÇİN TAMAMINI BURADAN, YADA GAZETEDEN OKUYABİLİRSİNİZS)
oğuk Savaş bittiğinden bu yana ABD dış politikası, SSCB’nin yerini dolduracak, “Batı”yı yeniden ABD’nin etrafında bloklaştıracak bir düşmanın ortaya çıkmasını adeta Godot’yu bekler gibi bekliyordu. Geçen hafta Batı basınındaki yorumlara bakılırsa, Godot, Putin olarak gelmiş gibi görünüyor...

ş politika paradigması sorunu...

“Soğuk Savaş” bittiğinde ABD nükleer şemsiyesinin önemi kalmadı, Batı Blokunu bir arada tutan “çimento” erimeye, Blok bileşenleri ABD’nin gündeme getirdiği önceliklere değil ulusal çıkarlarının gereksinimlerine göre davranmaya başladılar. ABD liderliğindeki Batı bloku, Kissinger’in vurguladığı gibi dış politika paradigmasını yitirdi. Avrupa Birliği Süreci ilerledikçe, Almanya II. Dünya Savaşının mirasından kurtulma arzusunu dile getirdikçe, ABD ile Avrupa arasındaki “çatlak”, Irak savaşında, Snowden olayında da  görüldüğü gibi büyümeye başladı.
O zamandan bu yana ABD dış politika üretme çevreleri, ABD hegemonyasının en önemli dayanağını oluşturan Batı Blokunun bileşenlerini yeniden bir araya getirecek yeni bir çimento, yeterince güçlü bir dış tehdit, son tahlilde yeni bir savunma paradigması arıyorlardı.  “Uygarlıklar çatışması” söylemi  Terörizme karşı Küresel Savaş, SSCB’den farklı olarak eski sömürgelerin, az gelişmiş ülkelerin alanını kapsıyordu, SSCB’nin yıkılmasıyla boşalan yeri dolduracak güçten, inandırıcılıktan, hatta gerçeklikten yoksundu.
Dahası, bu yeterince inandırıcı, güçlü ortak düşman yokluğu, Avrupa’yı ABD’ye bağlayan NATO platformunun da kimi zaman anlamının sorgulanmasına neden oluyordu. Yıllar geçti Batıyı ABD etrafında toparlayacak büyük düşman hep konuşuldu ama adeta Godot gibi  bir türlü gelmedi. Taa ki Rusya Kırım’ı ilhak edene kadar...

Putin’in hediyesi...

Foreign Policy’de yazan James Traub’un “Beklemekte olduğumuz düşman” başlıklı yazısında, Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesine bağlı olarak “umutsuz bir biçimde yeni bir düşman aramakta olan Amerikan Devlet Başkanı için Putin,   mükemmel bir hediye olabilir” diyordu. Atlantik’in öbür tarafında The Independent,’in yorumcularından Peter Popham’a göre “hiç olmazsa bir konuda Putin’e teşekkür borçluyuz- Batı yine Batı oldu”... “Kim olduğumuzu, kimlerin dost kimlerin düşman olduğunu unutuyorduk. Kırım, kaburgalarımıza atılmış sert bir dirsek”. The Economist Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi, NATO’ya yeni bir amaç getirdi. Şimdi NATO’nun önündeki görev 28 üyesini ortak bir düşmanla karşı karşıya olduklarına ikna etmektir” diyor. Wall Street Journal’da Austan Golsbee, Kırımın ilhakının Avrupa Birliğini bile “üyelerini birbirine yakınlaştırarak kurtarabileceğini” düşünüyor
Batı medyası ve uzmanları da hemen, Putin Rusya’sının ne kadar saldırgan olduğunu, bir Avrasya bloğu kuramaya, SSCB’nin dünya gücü konumuna yeniden ulaşmaya niyetlendiğini anlatmaya başladılar. NATO’nun, görevinden ayrılmakta olan genel sekreteri Rasmussen’e göre bir süredir “Rusya bir ortak değil bir rakip gibi davranıyor”. The Economist’e göre 1997’de kurulan NATO-Rusya Konseyi artık çöktü. NATO’y katılan eski SSCB Cumhuriyetlerine ilişkin “buralara yüksek düzeyde askeri yığınak yapmaya niyetimiz, planımız ve gereksinimimiz yok” anlaşması da artık anlamını yitirdi. ABD’nin Polonya’ya 12 adet F-16, Baltık ülkelerine 10 adet F-15  göndermesi, bir Boeing E-3As’yi Doğu Avrupa hava sahasını denetlemek üzere  uçurmaya başlaması zaten bu durumu gösteriyor.
Bu yorumlar aynı anda, “gelişmelerin Putin’in iktidarını pekiştirdiğine, Rusya’nın çevresindeki diğer eskisi SSCB cumhuriyetlerine gözdağı verdiğine” ilişkin analizlerle birlikte geliyor. Böylece Soğuk savaşın aslında her iki tarafın da işine yaramış bir danışıklı döğüş olduğunu anlatan senaryo yeniden canlandırılmış oluyor.

Yeni bir silahlanma yarışı gündemde

Önümüzdeki dönemde, NATO’y katılan eski SSCB Cumhuriyetlerine ilişkin 1997 tarihli “buralara yüksek düzeyde askeri yığınak yapmaya niyetimiz, planımız ve gereksinimimiz yok” anlayışı artık geçerli olmayacaksa, bu ülkelere askeri yığınak yapılacak, böylece savunma sanayiine yeni bir talep yaratılacak demektir.
Ancak bu talebin çok yüksek olmayacağını bu ülkelerin harcama, yeni silahları sistemlerine entegre etme kapasitelerine bakarak kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu bağlamda Washington Post’un “Ukrayna’daki uyanma alarmına rağmen Avrupa ülkeleri ordularının kapasitesini arttırmakta isteksiz davranıyorlar” saptaması gayet anlamlı.
Washington Post’ta yazan Griff Witte’ye göre, Avrupa ülkelerinin savunma harcamaları, Soğuk savaştan sonra hızla geriledi, Irak ve Afganistan savaşları bağlamında biraz toparlandı ancak mali krizle birlikte beş yıldır yeniden belirgin biçimde geriliyor. “Buna karşılık aynı dönemde Rusya’nın askeri harcamaları yüzde 30 arttı.... Bu gelişmeler Washington’daki politika yapıcıların çok canını sıkıyor” (27/03)
Silahlanma yarışının  yeniden hızlanacağını gösteren başka savlar da var: ABD savunma ve jeopolitik uzmanlarına, örneğin Chrsitian Science Monitor’a konuşan Robert Kaplan’a göre “dünyada askeri gücün merkezi doğuya kayıyor”.
Kaplan “Çin, tarihin gördüğü en büyük deniz kuvvetlerinden birine sahip olmaya doğru gidiyor. Etrafındaki devletler de bu gelişmelere aynen cevap vermeye çalışıyorlar”.... “Bunlar 20. Yüzyılın kara orduları değil, bunlar post-modern deniz kuvvetleri, hava kuvvetleri, füze sistemleri, siber-savaş kapasiteleri”... Dünyanın ekonomik ağırlığı Doğuya doğru kayarken, “kapitalist genişleme askeri edinimlere yol açıyor” (CSM, 27/03/2014)
Amerika’nın önde gelen dış politika dergilerinden The National Interest de bu tartışmaya, Meclis Silahlı Hizmetler Komisyonu’na bağlı  Deniz Gücü ve Güç Yansıtma alt komitesi Başkanı temsilciler meclisi üyesi Randy Forbes’in bir denemesiyle katıldı. Randy Forbes, Amerika’nın, “Çin üzerindeki askeri teknoloji alanında üstünlüğünü kaybetmeye başladığını” savunuyor. Forbes, deniz altı savaş kapasitesi alanındaki üstünlüğü sürdürmeyi, uçak gemisi kapasitesini ve menzilini arttırmayı, uzun menzilli bombardıman uçaklarını geliştirmeye devam etmeyi, uzay egemenliğini korumayı, geleceğin en ileri teknolojilerine yatırım yapmayı öneriyor (27/03)
“Godot”nun gelmesinin savunma sanayiine yeni kazanç kapıları açmasının yanı sıra bir “avantajı” daha var! Popham’ın deyimiyle “Kırımın ilhakı bizi kutuplaşmış bir dünyaya geri götürüyor. Belki bu daha tehlikeli ama, daha berrak, daha dürüst bir dünya olacak”
Herkes aynı düşüncede değil. Financial Times’dan Philip Stephens, küreselleşme döneminin “iyi zamanlarının” yerini, jeopolitiğin büyük güçler rekabetinin “kötü zamanlarına” bırakmaya başladığını düşünüyor.