Bu soruya geçen hafta, döviz işlemlerinde uzmanlaşmış bir web sitesinde rastladım. Geçen hafta Financial Times’da, Türkiye devletinin dış borçlarında bir refinansman sorunu yaşanabileceğine değiniyordu. Türkiye ekonomisinin risklerinin uluslararası piyasalara hizmet veren medyada açıkça tartışılmaya başlanması hayra alamet değil. Gittikçe sıklaşmaya başlayan bu tartışmalarda öne çıkan konuları özetlemek için şunların üzerinde durabiliriz sanırım
- Son yıllarda Türkiye mali piyasalarının bir “carry trade” cenneti haline gelmiş olması, onları likidite (uluslararası mali sermaye) hareketleri karşısında çok kırılgan bir hale getirdi. Bu gün piyasalar egemen olan yabancı yatırımcı çıkarsa arkasında kocaman bir delik kalacak.
- Gözlemcilere bakılırsa, Türkiye piyasaları, gelişmekte olan piyasalara değil gelişmiş piyasalara bağlı bir hareket izliyor. Örneğin ABD piyasalarında güven artarsa, Türkiye piyasalarında da güven artıyor.
- Ancak ABD piyasalarının arkasında son tahlilde güçlü ekonomik dinamikler var ve bunları yakından izlemek olanaklı. Türkiye için aynı şeyi söylemek zor (böyle düşünüyorlar).
- Görülebildiği kadarıyla da bu temel göstergeler çok fazla güven vermiyor. Ekonomik büyüme 2001’den bu yana, üstelik o kadar düşük bir zeminden başlamış olmasına karşın, kimi başka gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırınca oldukça soluk duruyor.
- Dış ticaret açığı Türkiye için çok ciddi bir sorun; çünkü çok sığ bir mali yapısı buna karşılık uluslararası fonlara çok güçlü bir bağımlılığı var.
- Reel faizler %11-12 düzerinde. Bunlar dünyada en yüksek oranlar, üstelik kimi uluslararasi yatırımcılar, birbirlerini TL’nin %40 civarında aşırı değerli olduğunu hatırlatmaya başladılar.
Bu koşullarda uluslararası piyasalarda likidite yön değiştirdiği, sermaye korkarak merkeze kaçmaya başladığı taktirde Türkiye’ büyük zarar görecek ülkelerin başında geliyor. Her ne kadar Türkiye piyasaları gelişmiş piyasaları izliyorsa da, diyor kimileri, gelişmekte olan piyasalarda çıkacak ciddi bir kriz, yeni bir risk algısı Türkiye’de bir kriz tetikleyebilir…
Şu sıralarda Meksika’da hemen tüm ekonomik göstergeler gündemde güçlü bir ekonomik yavaşlama var diyorlar. ABD ekonomisine çok yakından bağımlı olan Meksika ABD ekonomisi hapşırmaya başlayınca, nezle, hatta zatürree olacak diye düşüneler çoğunlukta. Wells Fargo ekonomistleri önümüzdeki dönemde Meksika’da bir çok kriz eğiliminin çakışmaya başladığına işaret ediyorlar.
Meksika’yı şunun için aktardım, bu büyüklükte bir gelişmekte olan piyasada bir kriz (pardon dalgalanma diyecektim) yaşanırsa (tabii bizde daha önce yaşanmazsa) bunun deprem dalgaları kısa sürede bizim kıyılara ulaşarak şu anda suni teneffüsle yaşatılan dengeleri tepe taklak edebilir…
Wednesday, February 21, 2007
“Türkiye yine bir mali krize doğru mu gidiyor”
Thursday, February 01, 2007
Davos Notları- III (Davos’a gitmeden)
Küresel Isınma, acil durum, eyleme çağrı
Uluslararası şirketlerin liderleri nihayet küresel ısınma tehlikesinin ayırtına varmış görünüyor. Bu yıl Dünya Ekonomik Forumunda küresel ısınmayla ilgili olarak 17 toplantı düzenlenmiş. Birinci gün, Dünya Bankasi eski baş ekonomisti, Sir Nicholas Stern’in geçen yıl büyük yankı yapan iklim değişikliği raporunu anlattı. İkinci gün “İklim değişikliği: Eyleme çağrı” başlıklı bir toplantı ilginç tartışmalara sahne oldu.
Eyleme Çağrı toplantısının oturum başkanlığını yapan, Financial Times’dan Martin Wolf, sözlerine “20 yıldır tartışıyoruz ama karbon gazları üretimi, hala artmaya devam ediyor” saptamasıyla başladı. ABD’den Berkeley Ulusal Laboratuarından Steve Chu, sorunun gittikçe ağırlaşmakta olduğuna, ABD’nin gelişmekte olan ülkelerden kişi başına iki kat daha fazla enerji kullandığına, dikkat çekti. Biyo yakıtların önemine, karbon gazlarının üretimine sınır konması gereğine vurgu yaptı. Chu hükümetlerin iş çevrelerine açık ve belirgin sinyaller vermesi, gerçekçi bir süre tanıması halinde firmaların gereken uyumu gerçekleştirebileceklerini, Buz dolabı endüstrisinden bir örnek vererek, savundu.
Çinli Halk Cumhuriyeti’nden konuşmacı, Zang Ziaquang, esas olarak Çin’in uygulamalarını, “başarılarını” anlattı, ama kirliliğin tarihsel olarak ve hala ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelerden kaynaklandığına dikkat çekti. Ziaquang, uluslararası işbirliğinin önemini, yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesinin, teknoloji transferinin kolaylaştırılmasının, hatta uluslararası mali yardımın gerekli olduğunu vurguladı. Hindistan’dan Monteg S Ahluwalia da, Ziaquang’ın konuşmasına paralel temaları ve savları içeren bir sunuş yaptı. Ahluwalia, kirlenmenin tarihsel sorumlusu olan gelişmiş ülkelerin hala kendilerine düşeni yapmadıklarının, Kyoto hedeflerini bile tutturamadıklarının altını çizdi. Buna karşılık gelişmekte olan ülkelerin gelişmelerini kısıtlayacak tedbirler dayatmak istediklerinden yakındı, uluslararası işbirliğinin, nükleer enerjinin, temiz kömür kaynaklarının geliştirtmesinin önemini vurguladı. O da Ziaquang gibi, devlet müdahalesinden çok, teşvik ve teknolojik gelişme üzerinde durdu, Batıdan mali yardım gereğine değindi.
Kaliforniya Eyalet Meclisi Başkanı Fabian Nunes, son on yılda ABD de karbon gazi üretimi hızla artarak, Kaliforniya’da artışın neredeyse sıfır olduğuna dikkat çektikten sonra, esas olarak, gerekli yasal adımların atılmasının devlet müdahalesinin gereğini, vurguladı. Nunes “bir çok açıdan bir ulus devlete benzeyen Kaliforniya’da” Federal hükümeti beklemeden kendilerinin gerekenli yapmaya başladıklarını, en büyük kirleticiler üzerinde yasal yollarla baskı oluşturduklarını söyledi. İş çevrelerinin görüşlerini aktarmak da bir İsviçre sigorta şirketi olan RE’nin genel müdürü Jacques Agrain’e düşmüştü. Agrain’e göre, makro düzeyde küresel ısınma bir gerçek, bu gün tedbir almak, gelecekte sonuçlarıyla uğraşmaktan daha ekonomik. Mikro düzeydeyse, Agrain, sözlerine “teknoloji dostumuzdur” sözleriyle devam etti. Ancak daha kolay transfer edilebilmeli, Doha Raundu’nda biyo yakıt alanında gelişmekte olan ülkelere daha fazla olanak sağlanmalıydı. Hızla yaşlanmakta olan Batı açısından adeta bir emeklilik sigortası olarak görülebilecek, genç nüfuslu, Çin, Hindistan gibi Asya ülkelerinin büyüme potansiyelleri asla engellenmemeliydi. Agrain’in konuşmasında “önleyici tedbirler” almanın gereğine, planlamaya vurgu yapılmasına karşılık piyasa koşullarına hiç bir gönderme yapılmıyor olması ilginçti.
Martin Wolf, toplantıyı kapatırken, tartışmaları, “sorunu çözebiliriz, karbon üretimine sınır getirmek zorundayız, teşvik ve büyük teknolojik yatırımlar gerekiyor, gelişmekte olan ülkeler sürece katılacaklar, eğer gereken mali desteği sağlayabilirsek” sözleriyle özetledi.
Uluslararası şirketlerin liderleri nihayet küresel ısınma tehlikesinin ayırtına varmış görünüyor. Bu yıl Dünya Ekonomik Forumunda küresel ısınmayla ilgili olarak 17 toplantı düzenlenmiş. Birinci gün, Dünya Bankasi eski baş ekonomisti, Sir Nicholas Stern’in geçen yıl büyük yankı yapan iklim değişikliği raporunu anlattı. İkinci gün “İklim değişikliği: Eyleme çağrı” başlıklı bir toplantı ilginç tartışmalara sahne oldu.
Eyleme Çağrı toplantısının oturum başkanlığını yapan, Financial Times’dan Martin Wolf, sözlerine “20 yıldır tartışıyoruz ama karbon gazları üretimi, hala artmaya devam ediyor” saptamasıyla başladı. ABD’den Berkeley Ulusal Laboratuarından Steve Chu, sorunun gittikçe ağırlaşmakta olduğuna, ABD’nin gelişmekte olan ülkelerden kişi başına iki kat daha fazla enerji kullandığına, dikkat çekti. Biyo yakıtların önemine, karbon gazlarının üretimine sınır konması gereğine vurgu yaptı. Chu hükümetlerin iş çevrelerine açık ve belirgin sinyaller vermesi, gerçekçi bir süre tanıması halinde firmaların gereken uyumu gerçekleştirebileceklerini, Buz dolabı endüstrisinden bir örnek vererek, savundu.
Çinli Halk Cumhuriyeti’nden konuşmacı, Zang Ziaquang, esas olarak Çin’in uygulamalarını, “başarılarını” anlattı, ama kirliliğin tarihsel olarak ve hala ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelerden kaynaklandığına dikkat çekti. Ziaquang, uluslararası işbirliğinin önemini, yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesinin, teknoloji transferinin kolaylaştırılmasının, hatta uluslararası mali yardımın gerekli olduğunu vurguladı. Hindistan’dan Monteg S Ahluwalia da, Ziaquang’ın konuşmasına paralel temaları ve savları içeren bir sunuş yaptı. Ahluwalia, kirlenmenin tarihsel sorumlusu olan gelişmiş ülkelerin hala kendilerine düşeni yapmadıklarının, Kyoto hedeflerini bile tutturamadıklarının altını çizdi. Buna karşılık gelişmekte olan ülkelerin gelişmelerini kısıtlayacak tedbirler dayatmak istediklerinden yakındı, uluslararası işbirliğinin, nükleer enerjinin, temiz kömür kaynaklarının geliştirtmesinin önemini vurguladı. O da Ziaquang gibi, devlet müdahalesinden çok, teşvik ve teknolojik gelişme üzerinde durdu, Batıdan mali yardım gereğine değindi.
Kaliforniya Eyalet Meclisi Başkanı Fabian Nunes, son on yılda ABD de karbon gazi üretimi hızla artarak, Kaliforniya’da artışın neredeyse sıfır olduğuna dikkat çektikten sonra, esas olarak, gerekli yasal adımların atılmasının devlet müdahalesinin gereğini, vurguladı. Nunes “bir çok açıdan bir ulus devlete benzeyen Kaliforniya’da” Federal hükümeti beklemeden kendilerinin gerekenli yapmaya başladıklarını, en büyük kirleticiler üzerinde yasal yollarla baskı oluşturduklarını söyledi. İş çevrelerinin görüşlerini aktarmak da bir İsviçre sigorta şirketi olan RE’nin genel müdürü Jacques Agrain’e düşmüştü. Agrain’e göre, makro düzeyde küresel ısınma bir gerçek, bu gün tedbir almak, gelecekte sonuçlarıyla uğraşmaktan daha ekonomik. Mikro düzeydeyse, Agrain, sözlerine “teknoloji dostumuzdur” sözleriyle devam etti. Ancak daha kolay transfer edilebilmeli, Doha Raundu’nda biyo yakıt alanında gelişmekte olan ülkelere daha fazla olanak sağlanmalıydı. Hızla yaşlanmakta olan Batı açısından adeta bir emeklilik sigortası olarak görülebilecek, genç nüfuslu, Çin, Hindistan gibi Asya ülkelerinin büyüme potansiyelleri asla engellenmemeliydi. Agrain’in konuşmasında “önleyici tedbirler” almanın gereğine, planlamaya vurgu yapılmasına karşılık piyasa koşullarına hiç bir gönderme yapılmıyor olması ilginçti.
Martin Wolf, toplantıyı kapatırken, tartışmaları, “sorunu çözebiliriz, karbon üretimine sınır getirmek zorundayız, teşvik ve büyük teknolojik yatırımlar gerekiyor, gelişmekte olan ülkeler sürece katılacaklar, eğer gereken mali desteği sağlayabilirsek” sözleriyle özetledi.
Subscribe to:
Posts (Atom)